Tez Koleksiyonu / Thesis Collection
Permanent URI for this community
Browse
Browsing Tez Koleksiyonu / Thesis Collection by Department "Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim Dalı"
Now showing 1 - 20 of 54
Results Per Page
Sort Options
Item Metadata only 9-12 yaş korunmaya muhtaç çocukların benlik saygıları ile zihinsel gelişimleri arasındaki ilişkinin incelenmesi(Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, 2002) Pektaş, Ceren S.; Eracar, Nevin; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim DalıÖZETAraştırmada 9-12 yaş arasındaki korunmaya muhtaç çocukların benlik saygıları, kendileriyle ilgili algılamaları ve değerlendirmeleri ile zeka düzeyleri arasındaki ilişki incelenmiştir. Sözü edilen bu ilişki Kişisel Bilgi Formu, Wechsler Çocuklar İçin Zeka Ölçeği-R (WISC-R) ve Piers Harris Çocuklar İçin Özkavramı Ölçeği uygulanarak incelenmiştir. Verilerin çözümlenmesinde çocukların benlik saygı düzeyleri ve zeka alt boyutlarının kişisel özelliklere, yaş, cinsiyet, kalınan yer, anne babayla görüşme sıklığı, kurumda kardeşi olma, kurumda kendinden küçük ve büyük olmak üzere hemcinsleri ve karşı cinsle olan ilişkilerinin tanımı, kurumdaki bakıcı anne,öğretmen, sosyal hizmet uzmanı ve yönetici ile olan ilişkisinin tanımı değişkenlerine göre farklılaşma durumunu belirlemek amacıyla t-testi ve varyans analizi hesaplanmıştır. Benlik saygı düzeyi ile zeka alt boyutları arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla da Pearson Çarpım Momentler Korelasyon katsayısı hesaplanmıştır. Varılan sonuçlara göre aile yanında kalan 9-12 yaş çocuklarının benlik saygıları, yuvalarda kalan 9-12 yaş çocuklarına oranla daha yüksektir. Aile yanında kalan 9-12 yaş çocuklarının WICS-R testinden elde ettikleri total zeka puanı, yuvalarda kalan 9-12 yaş çocuklarına oranla daha yüksektir. 9-12 yaş çocuklarının benlik saygıları ile zihinsel gelişimleri arasındaki ilişkiye bakıldığında artan bir ilişki hali bulunmuştur. Benlik saygısı arttığında zihinsel gelişim düzeyi de artmaktadır.SUMMARYTHE RELATION BETWEEN THE SELF-ESTEEM AND COGNITIVE DEVELOPMENT OF THE 9-12 YEAR-OLD CHİLDREN WHO ARE IN NEED OF PROTECTIONIn this research, the relation between the self-esteem, self-awareness, self-assesment and their intelligence quotient of the 9-12 year-old children who are in need of protection is searched This relationship has been researched applying Personal Information Form, Wechsler Intelligence Scale For Children-Revised (WISC-R) and Piers-Harris Children's Self-Concept Scale. The self-esteem and cognitive development of the children have been measured according to their age, gender, the place, the frequency of their being with their parents, having a brother or sister in the orphanage, their relationship with teir younger or older children of their gender or opposite sex, their mother in the orphanage, their teacher, the social worker and the principal by using t-test and variant analysis. Pearson's coeficient has been measured in order to find out the relationship between the self esteem and cognitive development. According to the results, the self-esteem of the 9-12 year-old children who are live with their families is higher then the 9-12 year-old children in the orphanage. The total intelligence quotient of the 9-12 year-old children who are live with their families is higher then the 9-12 year-old children in the orphanage. We can find an increasing relationship between the self-esteem of the 9-12 year-old children and their cognitive development. The more the self-esteem increases, the more the cognitive development is.Item Metadata only A microcomputed tomography analysis of autogenous bone grafts after atrophic ridge augmentation(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2013) Karataş, Berfin; Basa, Selçuk; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim DalıATROFİK ÇENE KEMİKLERİNDE FARKLI DONÖR SAHALARDAN OGMENTE EDİLMİŞ KEMİK GREFTLERİNİN MİKRO BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ YÖNTEMİ ile İNCELENMESİDiş çekimi sonrasında maksilla ve mandibulada büyük miktarda kemik kaybı meydana gelir. Ciddi kemik kayıpları meydana gelen, rezorbe maksilla ve mandibula kemikleri, dental implant uygulamalarında yeterli genişlik ve boyutun sağlanamamasında ötürü, bu kemiklerin yeniden yapılandırılması, çene cerrahisinde önemli bir problem teşkil etmektedir. Mikro-BT kemik 3B yapılarının yüksek çözünürlükte incelenmesinde, son yıllarda sıklıkla kullanılan bir methoddur.Bu çalışmanın amacı, anterior ve posterior iliak kemikten elde edilen kemik greftleri ile, onley ogmentasyon geçirmiş anterior mandibula ve maksilla kemiklerinin KMY’larını ve mikromorfolojik yapılarının incelenmesidir. Toplam 24 kemik biyopsi materyali, dental implant uygulaması sırasında, implant yapılacak bölgelerin hazırlanması sırasında elde edilmiştir. Örnekler yüksek çözünürlüğe sahip mikro-BT sistemi (Bruker_microCT 1172, Kontich, Belgium) ile taranıp, KMY değerleri ve kemik mikro mimarisine ait görüntüler elde edilmiştir. Bütün örnekler 90 kV güç kaynağı ve 112 μA,Al 0.5 mm filtrede, 360 derece ve rotasyon adımı 0.4 derece, ve piksel büyüklüğü 6.6 μm seçilerek taranmıştır. Nrecon yazılımı (Nrecon v.1.4.4, Bruker_microCT) dataların yapılandırılmasında kullanılmıştır. Değerler istatistiksel olarak SPSS 18.0 programı ile incelenmiş, Yapılan incelemeler neticesinde, N ve G değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır. Mandibulaya uygulanan otojen kemik greftleri ve mandibular kemik arasında pozitif korelasyon görülmüştür (Posterior iliak ve mandibula kemiği arasında Korelasyon katsayısı: 0,594 ve Anterior iliak ve mandibula kemiği arasında Korelasyon katsayısı: 0,721) Maksillaya uygulanan anterior iliak kemikten alınan kemik greftleri ve maksilla arasında zayıf bir korelasyon (Korelasyon katsayısı: 0,149) bulunmasına rağmen, maksillaya posterior iliak kemikten alınan kemik greftleri ve maksilla kemik arasında negatif korelasyon (Korelasyon katsayısı: - 0,211) bulunmuştur. Kemik iyileşmesinden sonra, N ve G KMY değerleri arasında anlamlı bir fark bulunmamasına rağmen, 3B yapılandırılmalarda trabeküler yapılar arasındaki fark dikkat çekici olmuştur.Anahtar kelimeler: Otojen kemik greft, mikro-BT, KMY, dental implantA MICROCOMPUTED TOMOGRAPHY ANALYSIS of AUTOGENOUS BONE GRAFTS AFTER ATROPHIC RIDGE AUGMENTATIONAfter tooth extraction the greatest loss of bone in the maxilla and mandible occurs facially. Horizontal bone resorption approach %50 of the ridge width at 12 months (1). Reconstruction of the severely resorbed maxillary and mandibular alveolar bone in preparation for endosseous dental implant placement can be one of the most challenging tasks presenting to the oral and maxilliofacial surgeon.Although there is no ideal bone graft, autogenous bone remains the gold standard for alveolar reconstruction as it possesses the three classic qualities of the ideal graft, including osteoinduction, osteoconduction and osteogenesis.MicroCT (μCT) is a good non-destructive method to obtain three-dimensional structure of bone with maximum resolution. The aim of this study is comparing anterior ilium, posterior ilium; volumetric bone mineral density (vBMD) to highlight micromorphologic structure in addition to this observing three dimensional structure of bone substitutes, and compared them to adjacent native bone. 24 human bone biopsy samples were obtained by trephine from the maxillary and mandibular anterior region, after the augmentation with anterior ilium and posterior ilium (12 posterior ilium, 12 anterior ilium). The samples were immediately stored on 10% neutral buffered formalin but samples were scanned after overnight immersion in physiological saline. The samples were scanned with high resolution cone beam μCT system A high resolution microtomographic system (Bruker_microCT 1172, Kontich, Belgium) to quantify the BMD and other parameters related to 3D microarchitectures of bone after mean 6 months augmentation surgery. All samples were scanned at 90 kV of source voltage and 112 μA of source current with Al 0.5 mm filter. Samples were scanned for 360 degree with a rotation step of 0.4 degrees and pixel size was 6.6 μm. Nrecon software (Nrecon v.1.4.4, Bruker_microCT) was used to reconstruct the raw data. Data analyzed with CTAn (CTAn, v.1.6.0, Bruker_microCT). No-significant differences in BMD of either native or grafted bone were found (P>0.05). After bone remodeling, autogenous grafted bone revealed different trabecular structure.Keywords: Autogenous bone graft, Micro-CT, BMD, dental implantItem Metadata only Ağız mukozasındaki yaraların kapatılmasında karbondioksit lazer lehimlemesi ile suturun karşılaştırılması(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2001) Çıtır, Mete Mustafa; Gürsoy, Bahar; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim DalıÖZETLazerle doku lehimlemesi bir çok dokuda deneysel olarak kullanılmasına ve başarılı sonuçlar alınmasına karşın, tekniğin ağız mukozasında kullanıldığı çalışmaların sayısı son derece sınırlıdır. Diğer dokularda yapılan çalışmalar gözönüne alındığında, sistemin sahip olduğu avantajlar olan çabukluk, daha iyi yara iyileşmesi ve sıvı sızdırmazlığı sağlaması, ağız ve çene cerrahisi açısından da faydalı olabilecek özelliklerdir. Bu çalışmanın amacı, sutur ve lazer lehimlemesini, sıvı sızdırmazlığı ve yara iyileşmesi açısından, klinik ve histolojik olarak karşılaştırmaktır.Çalışmada Yeni Zelanda Beyaz tavşanları kullanıldı. On adet deneğin maksiller ve mandibüler bukkal vestibüllerinde toplam 39 adet mukozal ensizyon yapıldı. Bu ensizyonlardan 23 tanesi lazer lehimlemesi ile, 16 tanesi sutur ile kapatıldı. Doku lehimlemesi amacıyla sıcaklık kontrollü Karbondioksit (CO2) lazeri, lehim ajanı olarak ise %50 lik insan albümini, sutur materyali olarak ise 4-0 Vicryl kullanıldı. Kapatılan yaraların sıvı sızdırmazlığını kontrol etmek amacıyla toluidin mavisi kullanıldı. Her yara, kapatıldıktan sonra toluidin mavisi ile yıkandı ve 24 saat sonra submukozal doku boyanması klinik ve histolojik olarak arandı. Yara iyileşmesini karşılaştırmak amacıyla ise bütün deneklerden 24 saat, 1 hafta ve dört hafta sonunda eksizyonel biyopsiler alındı. Alınan biyopsiler, Tel Aviv Üniversitesi, Dişhekimliği Fakültesi, Oral Patoloji Anabilim Dalında değerlendirildi.Çalışmanın sonucunda ağız mukozasında sıvı sızdırmazlığı sağlamada lazerle doku lehimlemesinin suturdan çok daha etkili olduğu ve daha iyi ve hızlı yara iyileşmesi sağlama kapasitesine sahip olduğu saptandı.ABSTRACTCO2 LASER WELDING IN ORAL MUCOSAL INCISIONS: A COMPARITIVE STUDYTissue welding techniques have been successfully used in many different tissues, but its intraoral use has been reported in very few studies. Since the technique has very promising results in other types of tissues, its evaluation from an oral and maxillofacial point of view is beneficial. The qualities of suturing and welding were compared on the basis of wound healing and watertightness. Ten New Zealand White Rabbits were used in the study. Twenty-three incisions for laser welding, and sixteen for suturing were performed in animals' upper and lower buccal vestibules. CO2 laser with a temperature feedback control system was used for welding, and 50% human albumin was applied as the soldering material. 4-0 Vicryl was selected as the suturing material. Evaluation was made on histological wound healing properties, as well as the degree of watertightness, which was examined with toluidine blue. It diffusely stains the connective tissue cells for at least 24 hours, whereas no staining is observed in epithelial cells for such a long period. This data is proved during the preliminary study. After closure of the wound, regardless of which method was used, toluidine blue was applied to the repaired mucosa. In order to evaluate watertightness, operation sites were checked for tissue staining macroscopically, and for histological examination, biopsies were taken at the 24th hour, 1 week and 4 weeks post surgery. Results revealed that CO2 laser welding provides a more effective watertight seal and healing in oral mucosa, in comparison to suturing.Item Metadata only Ağız mukozasının değişik bölgelerinde topikal kortikosteroid uygulanmasının çeşitli parametreler açısından incelenmesi.(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 1994) Ertan, Tevfik Ufuk; Energin, Kaya; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim DalıItem Metadata only Akut perikoronitis nedeniyle çekim endikasyonu olan alt yirmi yaş dişlerinde pre-operatif ve post-operatif olarak periferik kan T-lenfosit ve lökosit değerlerinin incelenmesi(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 1992) Gürsoy, Bahar; Güvener, Övün; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim DalıItem Metadata only Alendronatın diş çekimi sonrası processus alveolariste oluşan rezorpsiyona etkisi(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 1999) Altundal, Hatice; Güvener, Övün; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim DalıÖZET Bu çalışmamızda, sistemik alendronat uygulamasının diş çekimi sonrasında oluşan alveol kemik rezorpsiyonu üzerine etkisini incelemeyi amaçladık. Deneysel çalışmamızı 60 adet, 7-8 haftalık, erkek Wistar-Albino sıçanlarda gerçekleştirdik. Hayvanları bir başlangıç grubu, iki deney grubu, iki kontrol grubu olmak üzere toplam beş grupta inceledik. Başlangıç grubunda diş çekiminden önce hayvanlardan 24 saatlik idrar topladık ve kan örnekleri aldık. Bütün hayvanlardan genel anestezi altında sağ alt birinci azı dişinin çekimini gerçekleştirdik. Deney ve kontrol grubunu, 14. ve 28. gün grupları olarak ikiye ayırdık. Deney grubundaki hayvanlara diş çekiminden sonra deney süresince 0.25mg/kg alendronatı subkütan olarak uyguladık. Kontrol gruplarında, diş çekiminden sonra hayvanlara deney süresince serum fizyolojik uyguladık. Deney sürelerinin bitiminde hem kontrol hem de deney gruplarındaki hayvanlardan kan aldık ve 24 saatlik idrar topladık. Bütün hayvanların alt çenelerini deney sürelerinin bitiminde diseke ettik ve %10'luk formol içine koyduk. Biyokimyasal olarak serum kalsiyum, alkali fosfataz, inorganik fosfor, idrar kalsiyum ve kreatinin seviyelerini ölçtük. Histopatolojik incelemelerde, rezorpsiyonun en fazla olduğu alveol kret tepesinde total alveol kemik kalınlığını ölçtük ve osteoklast ve osteoblast hücrelerinin sayısını değerlendirdik. Hazırlanan preparatlarda ise osteoblastik ve osteoklastik aktivite, rezorpsiyon alanları, osteoid madde oluşumu ve mineralizasyon miktarını inceledik. Elde ettiğimiz bulguların istatistiksel değerlendirmesini SPSS-PC bilgisayar programı ile yaptık. Biyokimyasal Bulgular: Deney grubunda serum kalsiyum, alkali fosfataz, idrar kalsiyum ve kreatinin seviyelerinin kontrol grubuna göre 14. ve 28. günde oldukça düştüğü ve bu düşüşün istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur. Kontrol ve deney grubunda serum inorganik fosfor seviyesinde anlamlı bir fark olmadığı görülmüştür. Histopatolojik Bulgular: Histopatolojik değerlendirmeler sonucunda, deney grubunda alveol kemik miktarının önemli ölçüde korunduğu tespit edilmiş, ayrıca osteoklast sayısında 14. ve 28. günde kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düşüş olduğu bulunmuştur. Deney grubunda osteoblast sayısında kontrol grubuna göre 28. günde istatistiksel olarak anlamlı düşüş olduğu görülmüştür. Histopatolojik preparatların değerlendirilmesi sonucu deney grubunda rezorpsiyon alanlarının, osteoblastik ve osteoklastik aktivitenin azaldığı gözlenmiştir. Histopatolojik ve biyokimyasal bulguların ortaya koyduğu gibi alendronat osteoklast sayısını ve kemik turnoverını azaltarak kemik rezorpsiyonunu önemli derecede önlemektedir.SUMMARY The aim of this study is to investigate the effect of the systemic use of alendronate on the alveolar bone resorption after tooth extraction. In this experimental study, 7-8 weeks old, sixty, male Wistar-Albino rats were used. We divided the animals into five groups: one baseline group, two experimental groups and two placebo groups. The first right mandibular molar tooth was extracted in the rats under general anesthesia. In the baseline group, we collected urine and blood samples before extraction. Both the placebo and experimental groups were divided into two: 14 day and 28 day groups. In the experimental group, animals were treated with daily subcutaneous injections of 0.25mg/kg alendronate for 2, or 4 weeks respectively. In the placebo group, animals were treated with daily saline solution for 2, or 4 weeks respectively. On the 14th and 28th day of the research, blood and urine samples were collected from overnight fasting animals. Following the tooth extraction, the rats were killed on the 14th and 28th day respectively. The mandible of the animals were dissected and put into 10% formalin solution. We measured serum calcium, alkaline phosphatase, inorganic phosphorus and urine calcium and creatinine levels. We measured total alveolar bone volume and counted osteoclasts and osteoblasts at the alveolar crest region where the resorption mostly occurred. The osteoblastic and osteoclastic activity, resorptive lacunae, osteoid formation and mineralization rates were histopathologically evaluated. Statistical analysis was performed with SPSS-PC computer programme. Biochemical Results: In the experimental group, the level of the serum calcium and alkaline phosphatase and urine calcium and creatinine were significantly reduced after 14 and 28 days following the extractions as compared to placebo group. This reduction was statistically important. There is no remarkable changes at the level of the serum inorganic phosphorus in both the placebo and experimental groups. Histopathologic Results: We noticed that there is a significant maintenance of the total alveolar bone volume. In the alendronate treated animals, the remarkable decrease in the number of osteoclast was observed on 14th and 28th days: The number of osteoblasts was also reduced but the reduction on 28th day of research was statistically significant. Histopathological examination revealed that there is a decrease in resorptive lacunae, osteoblastic and osteoclastic activity, osteoid formation and mineralization rates in the experimental group. As a result of biochemical and histopathological findings, alendronate prevents bone resorption by decreasing osteoclast cells and bone turnover.Item Metadata only Alveoler distraksiyon osteogenezisinde farklı konsolidasyon sürelerinin karşılaştırılması ve bununimplant osseointegrasyonuna etkisinin incelenmesi(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2008) Uğurlu, Faysal; Şener, B Cem; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim Dalı1.ÖZETALVEOLER DİSTRAKSİYON OSTEOGENEZİSİNDE FARKLI KONSOLİ-DASYON SÜRELERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI VE BUNUN İMPLANT OSSEOİNTEGRASYONUNA ETKİSİNİN İNCELENMESİÇalışmada; mandibuler anterior bölgede ciddi kemik kaybı olan hastaların Alveolar Distraksiyon Osteogenezisiyle (ADO) rekonstrükte edilirken farklı konsoli-dasyon sürelerinin klinik, radyolojik ve histopatolojik olarak değerlendirilmesi ve farklı konsolidasyon sürelerinin implant osteointegrasyonu üzerindeki etkisi araştırıl-dı.Çalışmamız M.Ü Dişhekimliği Fakültesine başvuran hastalarda yapılmıştır. Senil atrofi ve kist-tümör cerrahisi sonrası mandibuler anterior bölgede oluşan vertikal defekte sahip toplam 18 hasta üzerinde yapıldı. Distraksiyon operasyonu sonrasında 1 haftalık latent dönem beklendikten sonra distraktör günde 1 kez 0,5 mm aktive edilerek 20 gün boyunca uzatma sağlandı. Hastalar 9’ar kişilik 2 alt gruba ayrıldı. Birinci grupta 5 haftalık konsolidasyon sonunda, 2. grupta ise 14 haftalık konsolidasyon sonunda distraktör çıkarıldığı seansta implant yapıldı. Bu operasyon sırasında histolojik değerlendirme için implant yuvası hazırlanırken kemik örneği alındı. Osteointegrasyon periyodu sonrasında protetik restorasyonlar tamamlanıp implantlara yük bindirildi. Latent dönem bitiminde, distraksiyon sonunda, konsolidasyon bitiminde, protez uygulamasının ardından, sonraki 6. ayda ve 12. ayda dijital OPTG’ler alınarak kaza-nılan vertikal kemik yüksekliği, relaps miktarı, relaps oranı ve marjinal kemik rezorbsiyonu değerlendirildi. Ayrıca başlangıç, 6. ay ve 12. ayda plak indeksi, gingival indeksi, kanama indeksi ve cep derinliği ölçülerek implant ve protetik resto-rasyonların başarısı değerlendirildi.Oniki aylık değerlendirme sonucunda her kontrol zamanında, distraksiyon son-rası kazanılan vertikal kemik yüksekliğinde meydana gelen relaps miktarında ve marjinal kemik kaybında 1. grupla 2. grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bu-lunmadı. Histolojik inceleme sonucunda her iki grupta kemik formasyonunun oluş-tuğu görüldü. Bir yıllık takip sonucunda her iki grupta da implant başarısı % 94,4 olarak bulundu. Her iki grup arasında, plak, gingival ve kanama indeksi açısından farklı periyotlarda istatistiksel olarak anlamlılık bulunurken cep derinliği açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Özetle; alveolar defekt ogmentasyonunda kullanılan ADO’nde 5 haftalık kon-solidasyon periyodu sonunda yerleştirilen implantların, 14 haftalık periyod sonunda yerleştirilen implantlardan 1 yıllık takip sonucunda klinik ve radyolojik olarak farkılılık saptanmadı. Anahtar kelimeler: ADO (alveolar distraksiyon osteogenezis), implant, konsolidas-yon, osseointegrasyon, rejenerat kemik2. SUMMARY:COMPARISON OF DIFFERENT COONSOLIDATION PERIODS IN ALVEOLAR DİSTRACTION OSTEOGENESİS AND IT’S EFFECTS TO IMPLANT OSTEOINTEGRATION The aim of the study was to investigate the clinical, radiological and histopatological evaluation of different consolidation periods of ADO in patients with severe bone loss in mandibular anterior region. Additionally, implants placed following different consolidation periods were evaluated and compared at the end of 12th month control clinically and radiologicaly.Our study was conducted on patients referred to Faculty of Dentistry, Marmara University. ADO was used on 18 patients with vertical defects in mandibular anterior region occurred after cyst-tumor operation and atrophy. After the distraction operation, 1 week was given for soft tissue healing as latent period. Distractor was activated 0,5 mm/day for 20 days in all patients. In consolidation period, patients were divided into two subgroups (9 patients pereach). Five weeks was given in the first group for consolidation, while 14 weeks for the second group. Distractor devices were removed and dental implants were placed simultaneously at the end of these periods. During the implant placement, bone spacemen was obtained from implant bed for histological examination. After 2 months of osteointegration period prosthetic restorations were finished and loaded. Gained vertical bone height, relapse ratio and marginal bone resorption was evaluated on digital OPTGs obtained at the end of latent, activation periods, immediately after implant placement following consolidation period, after loading, in the following 6th and 12th months after loading. Additionally, success rate of implants and prosthetic upper structure evaluation was fulfilled via periodontal indexes, of plaque, gingival, bleeding and probing and radiological examinations measured at the beginning, at the 6th and 12th months.At the end of evaluation of 12 months, either relapse ratios of vertical bone heights or marginal bone loss of both groups did not show any statistically meaningful difference in all controls. Histological evaluation revealed presence of soft callus tissue in group 1, while more mature callus appearance was evident in group 2. Implant success rate on one year follow-up was 94, 4 % in both groups. Though some statistically meaningful differences were recorded for plaque, gingival and bleeding indexes between either groups, pocket depth measurements did not differ statisticaly. As a summary, we can conclude that there is no clinically and radiological difference between implants placed at the end of 5th and 14th week consolidation periods in ADO, used for augmentation of alveolar defects. Key words: ADO (alveolar distraction osteogenesis), consolidation, callus, implant, osseointegrationItem Metadata only Alvoler distraksiyon osteogenezisinde kemik rejenerasyonunun histolojik ve radyolojik olarak incelenmesi(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2003) Türker, Neslihan H.; Basa, Selçuk; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim DalıBu çalışmanın amacı, günümüzde kemik rekonstrüksiyonunda yaygın olarak kullanılan distraksiyon osteogenezisi işleminin alveoler kemiğin vertikal defektlerinin rekonstrüksiyonunda uygulanmasıyla elde edilen sonuçların radyolojik ve histolojik olarak incelenmesidir.Bu çalışma Marmara Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Ağız-Diş-Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim Dalı'na başvuran hastalarda yapılmış, radyolojik incelemelerde kullanılan panoramik filmler Marmara Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Oral Diagnoz ve Radyoloji Anabilim Dalı'nda, bilgisayarlı tomografiler Alman Hastanesi Radyoloji Bölümü'nde elde edilmiş, histolojik incelemeler ise Sitonet Sito-Patoloji Laboratuvarı'nda gerçekleştirilmiştir.Çalışmamız alt çene alveol kretlerinde çeşitli nedenlerle defekt oluşmuş 10 hastada yapılmıştır. Hastalardan operasyon öncesi panoramik film ve dental bilgisayarlı tomografik görüntü alındı ve daha sonra hastalar opere edildi. 5 günlük latent dönem sonrası günde 0.8 mm'lik distraksiyon sağlanan hastalardan, distraksiyon döneminin bitiminde panoramik röntgen, distraksiyon osteogenezisi işlemi bittikten 12 hafta sonra panoramik röntgen, Dental BT ve distraktörün çıkartılıp implantların yerleştirilmesi esnasında da kemik örneği alındı. 1. yılın sonunda distraksiyon bölgesini değerlendirmek amacıyla panoramik röntgen ve Dental BT alındı. Ayrıca yeni oluşan kemiğin, distraksiyon osteogenezisi işlemi bittikten sonraki 12. haftada ve 1. yıldaki yoğunlukları Dental BT'de ölçülerek değerlendirildi.Sonuç olarak, alveoler defektlerin rekonstrüksiyonunun DO yöntemi kullanılarak, bölgenin orijinal kemiğiyle yapılmasının klasik yöntemlere göre pek çok avantaja sahip olduğu görülmüştür. Ancak bu yöntemin hala gelişim sürecinde olması nedeniyle bir takım mekanik zorlukları mevcuttur. Çalışmamız, alveoler distraksiyon osteogenezisi yönteminin alveoler defektlerin rekonstrüksiyonunda güvenle kullanılabilecek, implant veya protez için gerekli miktarda ve olgunlukta kemik oluşmasını sağlayacak bir yöntem olduğunu ortaya koymaktadır.The aim of this study is to demonstrate and evaluate the radiological and histological results of reconstruction of vertical alveolar defects by widely used bony reconstruction procedure, distraction osteogenesis.The study was held out on patients referred to Department of Oral and Maxillofacial Surgery, Faculty of Dentistry, Marmara University. Panoramic radiographs were taken at the Department of Oral Diagnosis and Radiology, Faculty of Dentistry, Marmara University. CT scans were taken at the Department of Radiology, Alman Hospital and histological examinations were performed at Sitonet Pathology Laboratory.Alveolar distraction osteogenesis procedures were performed in 10 patients which had vertical defects in mandibular alveolar crests. Panoramic films and CT scans were obtained preoperatively, after that, patients underwent the operation for placement of alveolar distractor. After the latency, 0.8 mm/day distraction rate was obtained. By the distraction was finished, panoramic films were taken. At the end of 12th week after distraction osteogenesis procedure, panoramic films and Dental CT scans were taken. Alveolar distractors were removed, bony spacimens were harvested from distracted alveolar sites and implants placed at the distracted region. After 1 year, the condition of distracted bone was examined by radiographs and Dental CT scans. Distracted bone density was evaluated at 12th week after distraction osteogenesis procedure and 1st year through Dental CT scan.As a result, usage of distraction osteogenesis in reconstruction of alveolar bone defects provides many advantages prior to traditional procedures. The technique is still in development and there are some mechanical difficulties which should not be neglected. Our study proves the reliability of alveolar distraction osteogenesis in reconstruction of alveolar defects and efficiency of this technique in creating favourable bone quantity and quality for endosseous dental implantsItem Metadata only Antikoagülan tedavisi uygulanan deney hayvanlarında çeşitli lokal koagülasyon yöntemlerinin karşılaştırmalı incelenmesi.(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 1989) Kaya (Demirci), Beyza; Energin, Kaya; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim DalıItem Metadata only Belirli yaş gruplarındaki mandibular kondilin sigmoid çentiğe kadar olan kısmının hacminin ve yüzey alanının dental volumetrik tomografi kullanılarak karşılaştırılması(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Altun, İlyas Alptekin; Şener, BCem; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim DalıÖZETAmaç: Fakülteye başvuran hastaların kondillerinin sigmoid çentiğe kadar olan kısmının hacminin ve yüzey alanın hesaplanması ve yaşa göre karşılaştırılmasıdır.Gereç ve Yöntem: Çalışma grubu radyoloji birimi arşivinin retrospektif olarak incelenmesi sonucu 58’si kadın, 62’i erkek toplam 120 hastanın DVT görüntülerinden oluşmaktadır. Alınan bu DVT’ler MIMICS® 14.0 programında rekonstrükte edilerek, sağ ve sol kondillerinin yüzey alanı ve hacimleri hesaplanmıştır. Kondilin inferior sınırı; kondil ve koronoid proçeslerin birleşim yeri olan sigmoid çentik kabul edilmiştir. Standart sapmanın hesaplanması için rastgele seçilen 10 hastada tekrar incelenmiştir. İstatistiksel analizler için ise SPSS® programı kullanılmıştır. Bulgular: Hastaların sağ kondil hacimleri sırasıyla büyükten küçüğe doğru 29-38 yaş grubu, 18-28 yaş gurubu ve 39-48 yaş grubudur. Sol kondil hacimleri sırasyıla büyükten küçüğe 3.Grup, 2.Grup ve 1.Grup şeklindedir. Sağ kondil 1. Ve 2. gruplarda sol kondilden daha büyüktür (t=3,371,p<0,05), 3 grupta anlamlı fark yoktur (p<0,05). Tüm gruplarda erkeklerin sağ ve sol kondilleri hacimleri kadınlarınkinden büyüktür (t=-2,354;p<0,05). Sonuç: Bu çalışmadan elde edilen bulgular, yaş ilerledikçe sağ ve sol kondilin hacimleri arasındaki farkın azaldığını yönündedir. Çıkan sonuçlar, kondil gelişiminin değerlendirilmesine katkı sağlayacak ve ölçülen değerlerden farklı bir kondil yapısına sahip bireylerin gelişimlerindeki olası sapmalar önceden tahmin edilebilmesi sağlanacaktır.Anahtar Sözcükler; dental volumetrik tomografi, hacim, mandibular kondil.Item Metadata only Çekim soketine yerleştirilen polilaktikpoliglikolik asitin alveoler kemik hacmini korumaya yönelik etkilerinin klinik, histolojik ve radyolojik olarak değerlendirilmesi(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2016) Öztürk, Mevlude Elif; Özkan, Yaşar; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim DalıÇEKİM SOKETİNE YERLEŞTİRİLEN POLİLAKTİK-POLİGLİKOLİK ASİTİN ALVEOLER KEMİK HACMİNİ KORUMAYA YÖNELİK ETKİLERİNİN KLİNİK, HİSTOLOJİK VE RADYOLOJİK OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ ÖZETAmaç: Diş çekimi sonrasında iyileşmekte olan alveoler kemikte rezorbsiyona bağlı gerçekleşen hacim kaybı, planlanan implant ya da konvansiyonel restorasyon tedavilerini komplike hale getirmektedir. Bu çalışmanın amacı; iyileşme sırasında yaşanan rezorbsiyonu engellemek için çekimi takiben soket içine uygulanan polilaktik-glikolik asit (PLGA) materyali (Alvelac, Bio-Scaffold Pte Ltd, Singapur) ile yapılan soket koruma yönteminin alveoler kemik hacmini korumaya yönelik etkilerinin klinik, histolojik ve radyolojik olarak değerlendirilmesidir.Gereç ve Yöntem: Çalışma grubunda (ÇG) 14 sokette PLGA ile soket koruma yapılırken kontrol grubunda (KG) 14 soket spontan iyileşmeye bırakıldı. Hastaların iyileşme dönemleri klinik olarak takip edildi. Başlangıçta ve 4 aylık iyileşme süresi sonunda alınan dental volümetrik tomografilerle (DVT) soketlerde preoperatif ve postoperatif ölçümler yapıldı. İmplantlar cerrahisi sırasında hazırlanan implant yuvalarından elde edilen kemik materyali histopatolojik olarak incelendi.Bulgular: Yapılan histopatolojik incelemeler ile PLGA’nın tamamen rezorbe olduğu gözlemlendi. DVT ölçümlerinde; koronoapikal yönde 3 seviyeden yapılan horizontal ölçümlerde ÇG’da; -1 mm’de 2,05±1,05 mm, -3 mm’de 1,51±0,89 mm ve -5 mm’de 0,92±0,7 mm; KG’da; ise -1 mm’de 1,22±1 mm, -3 mm’de 0,92±0,67 ve -5 mm’de 0,73±0,69 mm rezorbsiyon miktarı görüldü. ÇG’da -1 mm seviyesinde görülen rezorbsiyon miktarı istatistiksel olarak anlamlı derecede KG’dan daha düşük bulundu. Vertikal yükseklikte rezorbsiyon miktarı; ÇG’da bukkal kemikte 1,64±1,11 mm, lingual kemikte 1,56±1,08 mm, KG’da bukkal kemikte 2,08±1,44 mm, lingual kemikte 1,73±1,27 mm dir; gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmemiştir.Sonuç: 4 ay sonunda PLGA’nın tamamen rezorbe olarak yeni kemik oluşumuna engel teşkil etmediği gözlendi. Soket koruma yapılan hastalarda postoperatif komplikasyon gelişmedi. ÇG‘da, rezorbsiyonun en fazla görüldüğü koronal seviyede (-1 mm) KG’a göre daha az rezorbsiyon görüldü.Anahtar Kelimeler: alveoler kemik rezorbsiyonu, soket koruma, polilaktik-glikolik asit, dental volümetrik tomografi, dental implant2. SUMMARYPurpose: After tooth extraction, the healing process involves bone resorption and soft tissue contraction, events that can compromise ideal implant placement with functional and aesthetic limitations. The aim of this study is evaluate the extraction socket healing and dimensional changes following alveolar ridge preservation using polylactide-co-glicolide scaffold (Alvelac, Bio-Scaffold Pte Ltd, Singapore).Material and method: In our study 28 teeth were extracted from 14 patients according to criteria to be inclueded in the study. 28 sockets were divided into two groups: 14 study and 14 control. Socket preservation was performed to study group (SG) with PLGA scaffold, control group (CG) underwent spontaneous healing. Cone beam computed tomographies were taken at baseline and 4 months and measurements recorded preoperatively and postoperatively. After 4 months of healing, trephine core biopsy specimens were obtained for histological analysis and implants were placed after biopsy harvesting. Results: Histologic analyses found that PLGA scaffold was resorbed in 4 months. According to CBCT, from 3 different coronoapical levels, the horizontal dimension of the crest decreased 2,05±1,05 mm at -1 mm, 1,51±0,89 mm at – 3 mm and 0,92±0,7 mm at -5 mm level in the SG; 1,22±1 at -1 mm, 0,92±0,67 at -3 mm and 0,73±0,69 at -5 m level in the CG. The horizontal losses were significantly lower at – 1 mm level in SG than CG. Vertical dimension of the crest decreased by 1,64±1,11 mm on the buccal bone height, 1,56±1,08 mm on lingual bone height in SG; 2,08±1,44 mm on the buccal bone height, 1,73±1,27 mm on the lingual bone height in CG. The vertical losses were not significantly different between groups statistically. Conclusion: After 4 months PLGA scaffold was totally resorbed. The preserved sockets healed witout any postoperative complication. According to CBCT measurements; horizotal resorption was lower than CG at -1 mm (most coronal level).Key Words: alveolar bone resorption, socket preservation, polylactide-co-glicolide acid, cone beam computer tomography, dental implantItem Metadata only Deneysel diyabetiklerde KTP lazer ve bistüri ile oluşturulan yumuşak doku yara iyileşmelerinin karşılaştırılması ve selenyumun yara iyileşmesine etkisinin incelenmesi(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2010) Şahin, Caner; Özkan, Yaşar; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim Dalı1. ÖZETÇalışmamızın amacı sağlıklı ve diyabetik sıçanlarda, yumuşak dokuda, KTP lazer kullanılarak oluşturulan yaralar ile bistüri kullanılarak oluşturulan yaraların iyileşmelerini karşılaştırmak ve sonrasında selenyum tatbikinin yara iyileşmesini nasıl etkilediğini histopatolojik olarak incelemektir. Çalışmamızda kullanılan 60 adet Wistar-Albino cinsi sıçan, başlangıçta 1 kontrol, 3 deney grubuna (n=15) ayrıldı. İkinci ve dördüncü gruplardaki 30 adet sıçana, intraperitonal olarak 65 mg/kg STZ verildi. Bir hafta sonunda, kan glikoz değerleri 250 mg/dl üzeri olan sıçanlar diyabetik kabul edildi. Tüm gruplardaki sıçanların sırt derilerinde bistüri ve 2W (69,7 J/cm²) güce ayarlanmış KTP lazer ile insizyonlar uygulandı (n=60). Deney süresince her gün 3. gruptaki 15 tane sağlıklı, 4. gruptaki 15 tane ise diyabetli sıçana intraperitonal olarak günde bir kez 0,4 mg/kg selenyum uygulandı. İstatistiksel analizler için 60 adet sıçan 8 gruba ayrıldı. Sıçanlardan 32 tanesi 1. hafta, 28 tanesi ise 2. hafta sakrifiye edilerek yara iyileşmeleri histopatolojik olarak incelendi. Elde ettiğimiz sonuçlara göre, tüm deneklerde KTP lazer ile oluşturulan yumuşak doku yaralarındaki iyileşmenin bistüri ile oluşturulan yumuşak doku yaralarındaki iyileşmeye göre daha yavaş gerçekleştiği, diyabetin yumuşak doku yara iyileşmesini geciktirdiği, bu gecikmenin KTP lazer ile oluşturulan yaralarda daha belirgin olduğu gözlenmiştir. Çalışmamızda yumuşak dokuda yara iyileşmesine etkilerini incelediğimiz selenyumun uygulandığı, sağlıklı deneklerden oluşan grupta bistüri ile oluşturulan yaraların iyileşmesi üzerinde, istatistiksel anlamlı farklar gözlenmez iken diyabetli grupta ise inflamasyonun selenyum uygulanan grupta arttığı tespit edilmiştir. Sağlıklı deneklerde, KTP lazer ile oluşturulan yaralarda ise inflamasyon, nötrofil varlığı azalırken kollejen yapımı yavaşlamış, diyabetli deneklerde ise nötrofil varlığı azalırken kollojen yapımı artmıştır. Elde ettiğimiz bu veriler bize, selenyumun farklı yara modellerinde farklı etkilerinin olabileceğini düşündürmekte ve yeni çalışmaların gerekliliğini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Diyabet, KTP lazer, bistüri, yara iyileşmesi, selenyum2. SUMMARYTHE COMPARISON OF THE HEALING PROCESS IN SOFT TISSUE WOUNDS CREATED WITH KTP LASER AND SCALPEL IN EXPERIMENTAL DIABETICS AND THE INVESTIGATION OF THE EFFECT OF SELENIUM ON THE HEALINGThe aim of our study is to compare healing process of wounds created with KTP laser and scalpel in soft tissues of healthy and diabetic rats and to histopathologically investigate how selenium application affects healing process. In the study, 60 Wistar-Albino rats were equally (n=15) divided into 4 groups as one control group and three experiment groups. The 30 rats in the second and the fourth groups were intraperitoneally injected 65 mg/kg STZ. At the end of the first week, the rats with blood glucose values higher than 250mg/dl were accepted to be diabetic. Incisions were applied with scalpel and 2W (69,7 J/cm²) KTP laser in the backs of all the rats (n=60). During the experiment, every day, 0,4 mg/kg selenium was intraperitoneally injected to the 15 healthy rats in the third group and to the 15 diabetic rats in the fourth group. For the statistical analyses, 60 rats were divided into 8 groups. In the first week 32 rats and in the second week 28 rats were sacrificed, and their healing was histopathologically investigated. The results showed that the healing was slower in the wounds created with KTP laser than the wounds created with scalpel in both healthy and diabetic organisms. It was observed that diabetes delayed the healing in the soft tissue wounds and that the delay was longer in the wounds created with KTP laser. In our study, we investigated the effects of selenium on would healing in soft tissues and found out that it did not have a statistically significant effect on the healing of wounds created with scalpel in the healthy group. However, in the diabetic group, we found out that inflammation increased in the wounds created with scalpel with selenium application. With the healthy subjects, inflammation and neutrophil decreased in wounds created with KTP laser, and collagen formation was slower. Neutrophil decreased in the diabetic subjects with wounds created by KTP laser, but collagen formation increased. These data showed that selenium may have different effects on different wound models, but further research is needed.Key Words: Diabetes, KTP laser, scalpel, wound healing, seleniumItem Metadata only Deneysel kemik defektlerinin iyileşmesinde kitosan ve kitosan-klindamisin jellerin etkilerinin histopatolajik olarak incelenmesi(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2002) Dinçer, Janberd; Göker, Kamil; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim DalıÖZETBu çalışmanın amacı, kitosan ve kitosan-klindamisin jellerin deneysel olarakoluşturulan kemik defektlerine uygulandığında, kemikte yaratacağı değişikliklerin vekemik iyileşmesine etkilerinin histopatolojik olarak incelenmesidir.Bu çalışmanın deneysel aşamaları, Marmara Üniversitesi Dişhekimliği FakültesiTemel Bilimler Anabilim Dalı, Farmakoloji Bilim Dalı, Araştırma ve HayvanLaboratuvarında, histolojik incelemeleri, Gülhane Askeri Tıp Akademisi PatolojiAnabilim Dalında, istatistiksel değerlendirmeleri, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa TıpFakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalında gerçekleştirilmiştir.Çalışmamızda, 63 adet, 6 aylık, 250±20 gr ağırlığında Wistar Albino erkek sıçankullanılmıştır. Sıçanları 21 denekten oluşan 3 gruba ayırdık. Sıçanların tümünde sağtibialarına 1 cm uzunluğunda, 2 mm genişliğinde ve 2 mm derinliğinde standartdefektler oluşturduk. Birinci grup olan kontrol grubunda, defektleri boş bırakarakciltaltı ve cilt dikişleri ile, 2.grup kitosan grubunda, aynı cerrahi prosedür uygulanarak,defektler kitosan jel ile, 3.grup kitosan-klindamisin grubu, aynı cerrahi prosedüruygulanarak, kitosan-klindamisin jel ile doldurularak kapatıldı. Her grup 7'şerli üç altgruba ayrılarak, 20., 40. ve 60. günlerde sakrifiye edilen deneklerin sağ tibiaları disekeedilerek %10'luk formol çözeltisi içerisinde 1 hafta bekletilerek fikse edildi. Defektbölgesinden alınan kesitler histopatolojik olarak incelendi.Sonuç olarak kitosan ve kitosan-klindamisin jel kemik defektlerinin kapanmasıve iyileşmesi açısından karşılaştırıldığında, kendi aralarında istatistiksel olarak anlamlıbir fark bulunmamakla birlikte, kitosan-klindamisin jel biraz daha etkili, kontrolgrubuna göre ise her ikisi içinde ileri derecede istatistiksel olarak anlamlı bir farkbulunmuştur. Kitosan ve kitosan-klindamisin jel, kemik içi enfekte kavitelerin,osteomiyelit kavitelerinin, enfekte dişlerin çekim sonrası kavitelerin tedavisi, implantçalışmaları sırasında oluşturulan kavitelerin iyileşmesi, otojen kemik defektiuygulamalarında, onlay ve inley greft tekniği ile ogmentasyon öncesi kemikyüzeylerinde, artroplastilerde, büyük kistlerin tedavisinde malsuprelizasyon aşamasındakullanılabileceği kanısına varılmıştırSUMMARYThe aim of this study was to evaluate and compare the effects of chitosan andchitosan-clindamycin gels on the healing of experimental bone defects which areformed on the tibia bones of male Wistar Albino Rats.In our study, 63 male, 6 mounths-old male Wistar Albino Rats having weightsof 250±20 gr. were used. Rats were divided into 3 groups, each had also 3 subgroups.Each subgroup had 7 rats. Then we prepared experimental bone defects, 1 cm inlength, 2 mm in width by using 2 mm stainless steel round burs, that were ended at thecortical bone level on the right tibias of each rats. In the first group defects are closedwithout placing any material, in the second group defects were filled with chitosan geland in the third group the defects were filled with chitosan-clindamycin gel. Alldefects were sutured with vicryl sutures. The rats were sacrified on 20., 40. and 60.days. The right tibias of sacrified rats were removed, fixed in 10% formaline solutionfor 7 days and the samples were prepared for histopatological evaluation.According to our findings; compared with the control group, chitosan andchitosan-clindamycin gels significantly improve bone healing and new bone formation.Although chitosan-clindamycin group is seem to be more effective compared with thechitosan group there is no significantly important difference between two groups.As a result of our study, we think that, chitosan and chitosan-clindamycin gelscan be usefull in the treatment of infected bone cavities, cronic osteomyelitis cavities,extraction cavities of infected teeth, in artroplasty procedures, with autogen bone grefts,before onley and inlay greft augmentation and in the management of large cysticcavities.Item Metadata only Doğru akım uygulamasının bakteri adezyonuna olan etkisinin titanyum alaşımlı yüzeylerde in vitro araştırılması(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Altan, Oylun Çakır; Dergin, Gühan; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim DalıÖZETAmaç: Dişhekimliğinde cerrahi alanda en çok tercih edilen biyomateryal olan titanyum alaşımının yüzeyine düşük dozda doğru elektrik akımı uygulamasının bakteri adezyonu üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesidir.Gereç ve Yöntem: Kontrol grubunda 36 adet titanyum diske düşük elektrik akımı uygulanmadan, 36 adet titanyum diske -Deney grubunda negatif ve 36 adet titanyum diske ise +Deney grubunda pozitif düşük dozda (3,75µA) sabit doğru elektrik akımı 1 saat boyunca uygulanmıştır. Toplamda titanyum disklerin üzerinden randomize olarak 108 adet alan taramalı elektron mikroskobu (SEM) ile değerlendirilmiştir.Bulgular: SEM ile alınan görüntülerde bakteri sayılarının skorlama sonuçlarının ortalamaları değerlendirildiğinde; Kontrol 2,19±1,75, +Deney 2,22±1,64 ve –Deney 1,56±1,44 olduğu görülmektedir. Kontrol, -Deney ve +Deney gruplarının skor ortalamalarının istatistiksel karşılaştırılmasında anlamlı bir farklılık gözlenmemiş (p=0,171). Kontrol, -Deney ve +Deney grupları arasında bakteri adezyonu skorlamasının sayısal dağılımları karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamamış (p=0,075), kontrol grubu ve deney grupları arasında karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır; Kontrol ve –Deney için p=0,068, Kontrol ve +Deney için p=0,449. Ancak -Deney ve +Deney grupları arasında bakteri adezyonu skorlamasının sayısal dağılımları karşılaştırıldığında sonuç istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (p=0,046)Sonuç: Negatif elektrik akımı bakteri adezyonunda azalmaya sebep olurken pozitif elektrik akımının artışa sebep olduğu görülmüştür. Elektriksel akımın düşük seviyede (3,75µA) tutulmasının ve uygulama süresini sadece 1 saat ile kısıtlamamızın istatistiksel sonuçları etkilediğini kanaatindeyiz.ABSTRACTPurpose: The purpose of this study is to evaluate the effects of applying a low dose of the correct electrical current on the surface of the titanium alloy, which is the most preferred biomaterial, in the surgical area of the dentistry, on the bacterial adhesion.Material and method: In the control group, 36 titanium discs without applying a low electric current; negative low dose direct electric current was applied 36 titanium discs in the negative test group and positive was applied 36 titanium discs in the positive test group for 1 hour. In total, 108 areas were randomly selected on titanium discs and were examined under scanning electron microscopy (SEM).Results: When scoring results of bacterial numbers were evaluated in SEM images, the mean of the control group was 2,19 ± 1,75, the mean of positive test group was 2,22 ± 1,64, and the mean of negative test group was 1,56 ± 1,44. The negative electric-charged titanium discs in the experimental group decreased in the score of bacterial adhesion, but no significant difference was observed in the statistical comparison of the score averages of Control, Negative test and Positive test groups. (p = 0.171). No statistically significant difference was found when comparing the numerical distributions of the bacterial adhesion scoring between Control, Negative test and Positive test groups.(p = 0,075) No statistically significant difference was found when the numerical distributions of bacterial adhesion scoring were compared between the Control group and the experimental groups; p = 0.068 for Control and Negative test, and p = 0.449 for Control and Positive test. However, when the numerical distributions of bacterial adhesion scoring were compared between Negative and Positive test groups, the result was found to be statistically significant. (p = 0.046)Conclusion: Negative electrical current to a reduction in bacterial adhesion was observed while the positive electric current caused to increase. We believe that keeping the electrical current at a low level (3.75μA) and restricting the application time to only 1 hour affect the statistical results.Item Metadata only Düşük enerji seviyeli lazerin distraksiyon osteogenezisinde biyostimülatif etkisinin incelenmesi(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2010) Gürler, Gökhan; Gürsoy, Bahar; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim DalıÖZETDÜŞÜK ENERJİ SEVİYELİ LAZERİN DİSTRAKSİYON OSTEOGENEZİSİNDE BİYOSTİMÜLATİF ETKİSİNİN İNCELENMESİÇalışmamızda mandibular distraksiyon osteogenezisinde (DO) aktivasyon döneminde uygulanan düşük enerji seviyeli lazer tedavisinin (DESLT) yeni oluşan kemik üzerinde klinik, radyolojik ve histopatolojik etkileri araştırıldı. Çalışmamız 20 adet dişi 6-8 aylık Yeni Zelanda tavşanı üzerinde yürütüldü. Mandibulaya tek taraflı olarak eksternal distraktör apareyi yerleştirildi. Beş günlük latent dönem sonrası distraktör günde 1mm olmak üzere 5 gün boyunca aktive edildi. Hayvanlar çalışma ve kontrol grubu olarak 2 ye ayrıldı. Her grup 15 ve 30 gün konsolidasyon dönemlerine göre 2 alt gruba ayrıldı. Çalışma grubundaki hayvanların distraksiyon boşluğuna 820nm dalga boyunda diyot lazer, 6 farklı bölgeden transkutanöz olarak uygulandı. Konsolidasyon dönemleri sonunda tavşanlar sakrifiye edildi. Tavşanların mandibulaları çıkarılarak klinik, radyolojik ve histopatolojik incelemeye alındı. Konsolidasyon döneminin 15. gününde sakrifiye edilen deneklerin mandibulalarının histopatolojik incelemesinde düşük enerji seviyeli lazer uygulanan grupta kontrol grubuna göre yüksek osteoblastik aktivite ve vaskularizasyona rastlandı. Radyolojik değerlendirmede 15 gün konsolidasyon beklenen gruplarda lazer grubunun kontrol grubuna göre daha fazla radyolojik densite gösterdiği tespit edildi. Özet olarak, distraksiyon osteogenezisinin aktivasyon döneminde uygulanan DESLT’nin distraksiyon osteogenezisinin erken döneminde kemik iyileşmesini hızlandırdığı görüldü. SUMMARYINVESTIGATION OF THE BIOSTIMULATIVE EFFECT OF LOW LEVEL LASER IN DISTRACTION OSTEOGENESIS In our study we investigated the effects of Low Level Laser Therapy applied during the activation period of mandibular distraction osteogenesis clinically, radiologically and histopathologically. Our study was conducted with 20 female, 6-8 months old New Zelland rabbits. External distractor appliance was placed to mandibular corpus unilaterally. After completion of 5 days of latency period distractor was activated 1mm/day for 5 days. Rabbits were divided to two groups as control and study group. Each groups were divided to two sub-groups according to consolidation periods of 15 days consolidation or 30 days consolidation. 820nm wavelength diode laser applied to distraction gap from 6 points transcutaneously. After the completion of consolidation period rabbits were sacrificed. Mandibles were harvested and evaluated clinically, radiologically and histopathologically. In the histopathological examination of the spesimens harvested from the rabbits sacrificed at the end of 15 days consolidation period, it was seen that laser groups showed higher osteoblastic activity and vascularization than the control group. In radiological assessment laser irradiated mandibles showed greater radiological densities after 15 days of consolidation period. In summary, we can conclude that LLLT applied in activation period of distraction osteogenesis accelerate new bone formation in early stages of distraction osteogenesis.Item Metadata only Düşük enerji seviyeli lazerlerin sıçanlarda üç farklı dikiş materyali ile primer olarak kapatılan cerrahi yaraların iyileşmesindeki biyostimülatif etkisinin incelenmesi(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2011) Uzun, Onur; Gürsoy, Bahar; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim DalıÖZET Düşük Enerji Seviyeli Lazerlerin Sıçanlarda Üç Farkli Dikiş Materyali ile Primer Olarak Kapatılan Cerrahi Yaraların İyileşmesindeki Biyostimülatif Etkisinin İncelenmesi Bu çalışmanın amacı, ratlarda oluşturulan ve üç farklı dikiş ile kapatılan cerrahi yaraların iyileşmesinde farklı güç ve sürelerde uygulanan Düşük Enerji Seviyeli Lazerin biyostimülatif etkinliğinin incelenmesi ve çıkan sonuçların değerlendirilmesidir.Çalışmamız; Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Deneysel Araştırma ve Hayvan Laboratuarı ‘nda 42 adet Wistar Albino üzerinde gerçekleştirilmiştir. Çalışmamız, 4 çalışma ve 2 kontrol grubu olmak üzere 6 grup olarak ve her grupda 7 hayvan olacak şekilde planlanmıştır. Bütün deney hayvanlarının sırt derilerine 3’er adet 1’er cm lik tam kalınlıkta kesiler yapılmış ve boyundan itibaren 1. kesi 4-0 ipek dikiş ile ortadaki kesi 4-0 vicryl dikiş ile kuyruğa yakın bölgedeki son kesi ise 4-0 prolene dikiş ile kapatılmıştır. Her kesinin kapatılmasında, biri tam ortada diğerleri yara kenarına 2 mm mesafede toplam 3 adet dikiş kullanılmıştır. Kontrol grupları herhangi bir işlemden geçmeden, 1.grup 7. günde 2. Grup ise 14. günde sakrifiye edilmiştir. Çalışma grubu 1 ‘e 820 nm lik GaAlAs diyot lazer her insizyona 50mW, 4 J, 0 frekansta 80 saniye boyunca 7 gün, çalışma grubu 2 ye ise aynı doz 14 gün boyunca uygulanmıştır. Çalışma grubu 3 de ise aynı lazer 25 mW, 2 J, 0 frekansta 80 saniye boyunca 7 gün, çalışma grubu 4 de ise aynı doz 14 gün boyunca uygulanmıştır. Uygulama süreleri bittikten sonra deney hayvanları sakrifiye edilmiş ve doku örnekleri histolojik inceleme için alınmıştır. Alınan doku numunelerinin histopatolojik incelemesinde 7.gün gruplarında düşük enerji seviyeli lazer uygulanan gruplarda her iki dozda kontrol gruplarına oranla artan rejenerasyon, kan akımı ve kollajen sentezi bulgularına rastlanmıştır. Yine yara iyileşmesinin 14. günü sonunda farklı güçte lazer uygulanan grupların kontrol guruplarını karşılaştırdığımızda histopatolojik olarak kronik yara iyileşmesine etkisi olmadığı gözlemlenmiştir. Ama yine birinci hafta sonuçlarıyla paralellik gösterecek şekilde kollajen sentezinde ve anjiogenesis de artış tespit edilmiştir. Kullanılan dikiş materyalinin ise yara iyileşmesine lazer uygulanımında etkisinin minimal olduğu, sadece uzun dönem rezorbe olan vicryl süturda dozun artmasıyla reaksiyonun arttığı ve iyileşmeyi olumsuz etkileyebileceği sonucuna varılmıştır.Anahtar kelimeler: Biyostimülasyon, , dikiş, düşük enerji seviyeli lazer tedavisi, yara, yara iyileşmesia2. SUMMARYInvestigation Of The Biostimulative Effect Of Low Level Laser in Surgical Wounds Which is Created in Rats Sutured By Three Different Ssuturing Materials The aim of this study is to observe the biostimulative efficiency of LLLT(Low-Level-Laser-Therapy)applied at different powers and durations on the healing of surgical wounds closed by three different methods of suturing by evaluation of the results. Our study was done at the Marmara University Medical School, Laboratory Of Experimental Research on Animals on forty-two Wistar Albinos. The study was planned with a total of six groups(seven animals in each); four of these being experimental and the other two as control groups. Three one-centimeter full-thickness incisions were made on the back of each animal. Beginning from the neck; the first incisions were closed with 4-0 silk sutures, the second incisions were closed with 4-0 vicryl sutures, and the third incisions close to the tail region were closed with 4-0 prolene sutures. On the closure of every incision a total of three sutures were used; one in the middle of the wound, and one on each side of the middle. The control groups(1,2) weren’t subjected to any LLLT treatment and sacrificed on the seventh and fourteenth day respectively. Group 3’s rats’ each incision was treated with 820 nm wavelength 50mW, 4 J, 0 frequency GaAlAs diode laser for 80 seconds each day for 7 days. Group 4’s rats’ each incision was treated with the same dose for 14 days. Group 5’s rats’ each incision was treated with the same laser at 25mW, 2 J, 0 frequency for 80 seconds each day for 7 days. Group 6’s rats’ each incision was treated with the same dose for 14 days. After the treatment period was over all the animals were sacrificed and tissue samples were collected for histological analysis. The histopathological examination of both the 7-days samples showed increased regeneration, blood flow and collagen synthesis compared to their control groups. The histopathological examination of the 14-days samples showed that LLLT had no effect on chronic wound healing, but like the 7-days samples both groups’ samples showed increased collagen synthesis and angiogenesis. The results also show that the type of suture material used had no significant effect on laser treatment, only that sutures that are resorbed in a long period like vicryl may lead to increased tissue reaction when the dose is increased and that may have a negative effect on wound healing. Keywords: biostimulation, low level laser therapy, sutur, wound, wound healingItem Metadata only El-bilek kemikleri, servikal vertebra ve dişlerin gelişimdönemlerine göre kronolojik yaş evrelerinin el-bilek grafileri ve dental volumetrik tomografi ile karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2013) Ünver, Tuğba; Pekiner, Filiz Namdar; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim DalıEL-BİLEK KEMİKLERİ, SERVİKAL VERTEBRA VE DİŞLERİN GELİŞİM DÖNEMLERİNE GÖRE KRONOLOJİK YAŞ EVRELERİNİN EL-BİLEK GRAFİLERİ VE DENTAL VOLUMETRİK TOMOGRAFİ İLE KARŞILAŞTIRMALI OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİBu çalışmanın amacı, el-bilek kemikleri, servikal vertebra ve diş gelişim dönemlerine göre kronolojik yaş evrelerinin el-bilek grafileri ve dental volumetrik tomografi (DVT) ile karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesidir. Çalışma grubunu 25’i kız, 25’i erkek olmak üzere toplam 50 bireyin el-bilek grafisi ve DVT kayıtları oluşturmaktadır. El-bilek grafilerinde büyüme ve gelişim dönemleri Greulich-Pyle atlasından yararlanılarak belirlenmiştir. Bu metod ile, parmak kemiklerinde epifiz diyafiz ilişkisi dikkate alınmış ve büyüme gelişim dönemleri 6 safhada sınıflandırılmıştır. Servikal vertebralar ise DVT’den elde edilen sagital kesitler üzerinde Hassel ve Farman tarafından geliştirilen metod ile incelenmiştir. Ayrıca diş gelişim dönemlerinin tayini için DVT’den panoramik rekonstriksiyonlar oluşturulmuştur. Bu görüntüler, Demirjian metoduyla OnyxCeph sefalometrik analiz programı kullanılarak değerlendirilmiştir. İstatistiksel incelemede el-bilek kemik gelişimi ve servikal vertebra gelişimi arasındaki ilişkilerin incelenmesinde Spearman’s rho korelasyon analizi, kronolojik yaş ve diş gelişim dönemleri arasındaki ilişkilerin incelenmesinde Pearson korelasyon analizi kullanılmıştır. Kız ve erkek bireylerde el-bilek kemik gelişimi ile servikal vertebra gelişimi ve kronolojik yaş ile diş gelişim dönmleri arasındaki ilişkiye bakıldığında pozitif yönlü, istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Cinsiyetler arasında ise el-bilek kemikleri ve servikal vertebra gelişim dönemleri ile diş gelişim dönemleri değerleri ortalaması arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Çalışmamız sonucunda DVT’nin kronolojik yaş evrelerinin değerlendirilmesinde diğer görüntüleme yöntemleri kadar güvenilir bir görüntüleme yöntemi olduğu saptanmıştır.Comparative Evaluation of Chronologic Age Stages According to Hand and Wrist Bones, Cervical Vertabrae and Dental Maturation Stages Using Hand-Wrist Radiography and Dental Volumetric TomographyThe aim of this work was to comparatively evaluate hand-wrist bones , cervical vertebrae and tooth development stages according to chronological age phases , using hand - wrist radiographs and dental volumetric tomography(DVT). The study group consisted of hand - wrist radiographs and DVT records of, totally 50 individuals, 25 girls and 25 boys. The growth and development phases in hand - wrist radiographs were determined according to pre - pick phase. The epiphase and diaphase relations of phalanges were examined and growth attack phases were classified in 6 stages. Cervical vertebrae were investigated on sagittal sections obtained by DVT , using the method developed by Hassel and Farman. Besides, to determine the tooth age, panoramic reconstructions from DVT were investigated. These views were evaluated by the Demirjian method, using OnyxCeph cephalometric analysis program. In statistical evaluation, the relation between hand - wrist development and cervical vertebrae maturation was investigated by Sperman's rho correlation analysis , whereas the relations between cronological age and tooth age have been investigated by Pearson correlation analysis. When both female and male individuals were to be considerual, statistically, a significant and positive correlation found between hand-wrist development and cervical vertebrae maturations and cronological age and tooth age. A significant correlations between hand - wrist bones , cervical vertebrae maturations and tooth age ratio could not be found when sex was to be considerual. In conclusion, we proved that when cervical vertabrae and tooth developmental phases evaluated with DVT , the skeletal developmental phases could certainly determined .Item Metadata only ER ; YAG lazer ve konvansiyonel cerrahi ile yapılan osteotomilerde termal değişikliklerin taze sığır kemiğinde in vitro incelenmesi(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Başel, Bilal; Şener, Beettin Cem; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim DalıÖZETAmaç: Er;YAG lazerin, konvansiyonel freze göre in vitro ortamda, taze sığır kemik bloklarında yapılan osteotomilerinde oluşan ısı farklılıklarının ölçülmesidir. Gereç ve Yöntem: Er;YAG lazer (AT Fidelis Plus Fotona Er;YAG, Nd;YAG lazer cihazı, Ljubljana, Slovenia) ve cerrahi piyasemen (NSK EX-6B, Japonya) kullanıldı. In vitro çalışma materyali olarak taze sığır kaburga kemikleri, ısı farklılığının ölçümü için Picolog USB TC-08 Thermocouple Data Logger, Pico Tech, China cihazı kullanıldı. Kemik bloklar üzerinde yüzeyden 2mm derinlikte kenara 2 cm mesafede olacak şekilde serum soğutması altında, 1 mm çapında tungsten karbid cerrahi rond frez ile yuvalar hazırlandı. Açılan yuvalara termokupl sensörleri yerleştirildi. Osteotomi işlemleri, bloklar üzerinde belirlenen hattan 2 mm mesafede yüzeyden derine inecek şekilde Er;YAG lazer, frez ve piezo cerrahi cihazları ile uygulandı ve oluşan ısı değişimleri sensörler aracılığıyla bilgisayara aktarıldı. Çalışma her üç cihaz içinde üç farklı ısıl ortamda; 12°C, 25°C(dış ortam ısısı) ve 32°C’de uygulandı.Bulgular: 32°C, 12°C ve dış ortam (25°C) sıcaklıklarında; Er;YAG lazer cihazı 12°C ısıl ortamda en az ısıl farklılığa sebep olurken (0,17±0,10°C), en yüksek ısıl farklılık dış ortam sıcaklığında oluştu. (1,01±0,25°C). Er;YAG lazer, piezo cihazına göre daha az, piezo cihazı ise freze oranla daha az ısıl farklılık oluşturdu. P(Lazer-Frez)<0,001 P(Lazer-Piezo)=0,955 P(Frez-Piezo)<0,001Sonuçlar: Çalışmamız sonucunda elde edilen değerlere göre; Er;YAG lazer ile uygulanan osteotomi işlemlerinde her üç ısıl ortam içinde termal zarar meydana gelmediği ve konvansiyonel frez ve piezo cerrahi cihazlarına oranla daha az termal değişikliklere sebep olduğu ortaya çıkmıştır. Fakat çalışma süresinin uzun olmasından ötürü her vakada kullanımı tartışmaya açıktır.Anahtar Sözcükler: Er,YAG lazer, frez, piezocerrahi, osteotomi, termokupl.Item Metadata only Erbiyum ytriyum alüminyum garnett lazeri veya motorlu el aletleri aracılığıyla kısmen sürmüş alt yirmi yaş dişleri çekilmiş olan hastalardaki ağrı ve anksiyetenin anket aracılığıylakarşılaştırılması(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Küçükkeleş, Erol; Gürsoy, Bahar; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim DalıÖZETAmaç: Bu çalışmada, Erbiyum Ytriyum Alüminyum Garnett (Er:YAG) lazerinin, kısmen sürmüş alt yirmi yaş dişlerinin çekiminde flep kaldırılması ve kemik engelinin kaldırılmasında kullanımının, rutinde kullanılan bistüri ve motorlu el aletleri ile hastalarda oluşturduğu anksiyete ve çekim sonrası görülen ağrı, ödem ve trismus açısından karşılaştırılması amaçlandı.Gereç ve Yöntem: Çalışmamız, kliniğimize alt 20 yaş dişlerinin çekimi için başvuran 40 hasta üzerinde gerçekleştirildi. Hastalar 2 adet 20 kişilik gruba ayırıldı ve birinci grubun çekimleri Er:YAG lazeriyle, ikinci grubun çekimleriyse motorlu el aletleriyle yapıldı. Bütün hastalar çekimden önce STAI (State-Trait Anxiety Inventories) anketi doldurdu ve yüzlerinde belli referans noktaları arasındaki ve ağız açıklığı mesafeleri kaydedildi. Çekimlerin sonunda hastalara ilk 24 saat içerisindeki ağrılarını 2 saatlik aralıklarla skorlamaları için VAS (Visual Analogue Scale) anketleri verildi. Hastalar 1 hafta sonra dikişlerini aldırmaya geldiklerinde, ölçümler tekrarlandı ve preoperatif ölçümlerle karşılaştırıldı. VAS anketleri toplanıp karşılaştırıldı. Bulgular: Er:YAG lazeri kullanılarak çekimleri yapılan gruptaki ağrı değerlerinin kontrol grubuna göre daha düşük olduğu fakat bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı görüldü. Ödem ve trismus açısından iki grup arasında anlamlı bir fark olduğu ve bu farkın lazer grubu lehine olduğu ve anksiyete açısından da gruplar arasında anlamlı bir fark olmadığı bulundu. Sonuçlar: Özet olarak, kısmen sürmüş alt yirmi yaş dişlerinin çekiminde Er:YAG lazeri kullanımının standart metodlara iyi bir alternatif olabileceği görülmüştür. Anahtar Kelimeler: 20 yaş dişi, lazer, Er:YAG, şişlik, anksiyeteSUMMARYAim: Standard method of extraction of partially impacted lower third molars is with a scalpel, and a drill. The aim of this study is to use Er:YAG laser for partially impacted lower third molar removal, and compare anxiety, pain, swelling, and trismus observed after the procedure, with the standard method. Materials and Method: The study was performed on 40 patients who applied to our clinic for the extraction of their partially impacted lower third molars. None of the patients included in the study had any systemic illnesses, and had an age range of 18-40. The patients were divided into 2 groups of 20, and the first group had their procedures done with the Er:YAG laser whereas the second group had their procedures done with scalpels and burs. All the patients filled out the STAI survey preoperatively. In addition, measurements of distances between reference points on the face, and maximum mouth opening were recorded from all patients preoperatively. The patients filled out visual analogue scales every 2 hours for the first 12 hours and then at the 24th hour. All the measurements were repeated when the patients came for suture removal, and then these values were compared with the preoperative values. Results: Laser group had less swelling and trismus compared with the control group, and the difference was statistically significant. Pain values of the laser group were lower when compared with the control group, the difference was not statistically significant. There was no statistical difference of the anxiety levels.Keywords: Er:YAG, laser, swelling, third molar, anxietyItem Metadata only Gömük yirmi yaş dişi operasyonlarında pre-operatif ve post-operatif olarak kan proteinlerinin (Fibrinojen-Fibronektin-Albumin) incelenmesi(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 1995) Özkan, Yaşar; Güvener, Övün; Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim Dalı
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »