Tez Koleksiyonu
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing Tez Koleksiyonu by Department "Aile Hekimliği Anabilim Dalı"
Now showing 1 - 20 of 27
Results Per Page
Sort Options
Item Metadata only Ani bebek ölümü sendromu risk faktörleri konusunda birinci basamak sağlık personeli ve annelerin bilgi ve tutumları(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2006) Yıkılkan, Hülya; Ünalan, Pemra; Aile Hekimliği Anabilim DalıItem Metadata only Anne sütü ile beslenme durumu ve bu durumu etkileyen faktörler(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2006) Akgün, Tülay Yılmaz; Çifçili, Saliha Serap; Aile Hekimliği Anabilim DalıItem Metadata only Annelere yönelik verilen gıda eğitiminin süt çocuğu beslenmesine olan etkisi(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2008) İşgör, Arzu; Çiftçili, Serap; Aile Hekimliği Anabilim DalıItem Metadata only Annelerin 6 ay-6 yaş arası çocukta ateş ile ilgili bilgi tutum ve davranışları(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2005) Tuncer, Işıl; Ünalan, Pemra; Aile Hekimliği Anabilim DalıItem Metadata only Bankacılık sektöründe yeni dağıtım kanalları ve bu kanalların bankaların yönetim ve organitasyonuna etkileri: (bir örnek uygulama üzerinde inceleme)(Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü, 2002) Alpay, Orhan; Eriş, Hayati; Aile Hekimliği Anabilim DalıGünümüzde bankacılık sektöründe, hem yurt içinde hem de uluslararası arenada yoğun bir rekabet yaşanmaktadır. Bankaların rakipleriyle rekabette başarıya ulaşabilmesi için pazarlamaya önem vermektedirler. Pazarlamada reklam, müşteri memnuniyeti, ürün zenginliği, fiyatlama, dağıtım kanalı gibi birçok faktör bulunmaktadır. Bundan on yıl öncesine kadar potansiyel müşteri ihtiyaçlarını pek önemsemeyen, sorunlarına yardımcı olamayan, müşterileri şubesine bekleyen bankacılık anlayışı tamamen değişmiştir. Küreselleşme, bankalar arası rekabetin etkinliği, bankacılıkta teknoloji kullanımının yaygınlaşması, müşteri bilinçlenmesi gibi nedenler eski anlayışın değişmesinde etkin olmaktadır. Piyasaların liberalizasyonu küreselleşmeyi arttırmakta ve dünya tek bir piyasa olgusuna doğru gitmektedir. Küreselleşme banka kuruluşlarına beraberinde artan rekabeti ve daralan kar marjlarını getirmiş, bu da bankaların yapılarını gözden geçirmelerini gerekli kılmıştır. Teknolojik gelişmeler de bu değişime önemli ölçüde katkıda bulunmuş, telekomünikasyon alanındaki ilerlemeler banka ve kurumsal yatırımcıların dünyanın belli başlı sermaye piyasalarında "on-line" alım satım yapabilmelerini mümkün kılmıştır. Banka şubeleri gibi geleneksel dağıtım kanallarının göreceli öneminin azalmıştır. Geçtiğimiz on yıl içerisinde otomatik para makinaları, borçlanma kartları günlük hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Internet ise sanal bankacılık yolunda müşterilerin bilgisayarlarından veya evdeki televizyonlarından çeşitli bankacılık operasyonlarını gerçekleştirebilmesi için ek bir adımdır. Tüm bu gelişmelerin sonucunda bankacılık sektöründe müşteri odaklı pazarlama anlayışı egemen olmuş, müşteri kral hatta diktatör olarak görülmüştür. Bu doğrultuda günümüzde banka müşterileri kolay, ulaşılabilir, hızlı hizmet alabilecekleri, gelişmiş teknolojilere sahip dağıtım kanalları talep etmişlerdir. Teknoloji, kalite, rekabet gibi kavramlar, Türkiye'nin kültürel hayatına Türkiye'nin 1980 yılında girdiği dışa açılma politikası ile beraberinde girmiştir. Türkiye'de teknolojiye en fazla yatırım yapan sektör bankacılık sektörü olmuş ve bu gelişmelerin sonucunda bankacılıkta yeni dağıtım kanalları ortaya çıkmıştır.Şubelerdeki fazla kapasitenin gelişen alternatif kanallara kaydırılması ile operasyon maliyetlerinde ciddi tasarruflar elde edilmiştir. İşlemlerin maliyetli şube ortamlarından az maliyetli şube dışı kanallara çekilmesiyle birlikte şube sayısında azalmanın yanında şubede gerçekleştirilen işlemlerin kapsamında da daralma görülecektir. Havale yapma, bakiye öğrenme, soru sorma gibi katma değeri düşük hizmetlerin çağrı merkezi, IVR ve internet yolu ile yapılması yoluyla sağlanacak tek avantaj maliyet de değildir. Finans kurumları özellikle de şubeler, bu hizmetleri müşterinin kendi kendine yapmasını sağlayarak, katma değeri yüksek aktivitelere (örneğin müşteriye bireysel danışmanlık yapma, karma ürünler pazarlama, satış gibi) odaklanabilir hale gelmişlerdir. Yıllar itibariyle bankalarda yüksek öğrenim görmüş insanların sayısının artması nitelikli personelin istihdam edilmesine neden olmuş, niteliksiz personel ihtiyacı azalmış, ayrıca banka personelinin üzerindeki iş yükünün azalmasıyla işlemlerin daha hızlı ve doğru bir şekilde yapılması sağlanmış, müşterilere daha iyi hizmet götürme olanağı arttırılmıştır. Diğer taraftan "7 gün 24 saat bankacılık" anlayışı nedeni ile vardiyalı çalışan personel sayısında artış görülmüştür. Telefon Bankacılığı, Bilgi İşlem ve Provizyon gibi birimlerde vardiyalı çalışan personeller istihdam edilmiştir. Yine teknolojik yeniliklerin bir sonucu olarak ortaya çıkan yeni dağıtım kanalları sayesinde işgücü ihtiyacı azalmış, işlemler daha hızlı yapılmaya başlanmıştır. Ayrıca personel sayılarındaki artış hızı ve şube sayılarındaki artış hızı yıllar itibariyle azalma göstermiştir.Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, bankacılık sektörünün bilanço yapılarını değiştirdiği gibi karlılık ve verimliliklerini de etkilemiştir. Bankacılığın teknoloji tarihine baktığımız zaman teknolojiye yatırım yapmanın en önemli nedeninin maliyetleri düşürmek olduğu ortaya çıkmaktadır. Gerçekten de, bankacılık sektörü arka ofisteki rutin işlerinin otomasyonu sayesinde önemli verimlilik artışları sağlamıştır. Personel ihtiyacı giderek azalmış, birim personel başına elde edilen kar yükselmiştir. Personel maliyetlerinin giderler içindeki payı azalırken, teknolojiler bankalar için önemli bir maliyet unsuru haline gelmiştir. Ama, bankalar yeni teknolojiler sayesinde iş akışlarını hızlandırıp hacimlerini arttırmışlar ve dolayısıyla karlarını arttırmışlardır.Ancak, şube dışı kanalların başarıya ulaşabilmesi için gerek şubelerin gerekse genel müdürlük birimlerinin iyi bir işbirliği içinde olmaları gerekmektedir. Örneğin internet bankacılığı vasıtasıyla kredi kartı borcu ödeyen bir müşteri, ödeme yaptığına dair bilgiyi şubeye gittiğinde teyit edemez ise yine aynı şekilde internetten kredi kartı başvurusu yapan müşterinin kartı kısa sürede kredi kartları müdürlüğü tarafından incelenip sonuçlandırılmaz ise öncelikle bankanın imajı sarsılacak daha sonra da şube dışı kanallara olan güven zedelenecektir. Sonuç olarak bankalar, gelişen teknolojilere ayak uydurabilmek, müşteri ihtiyaç ve beklentilerine cevap verebilmek, müşterilere çağdaş çözümler sunabilmek, diğer banka ve finans kurumlarıyla rekabet edebilmek için yeni dağıtım kanallarını etkin bir şekilde kullanmak ve bu yöndeki çalışmalarını hızlandırarak devam ettirmek zorundadırlar. Nowadays, in banking sector there is an insentive competition not only in domestic markets, but also in international markets. To get success in rivalry with competitors, banks attach importance to marketing. There are some factors in marketing such as advertising, customer satisfaction, product diversity, pricing and distiribution channel. There was an banking apprehension in which banks were not helping to customer in solving problems, not considering potential customers' needs important, waiting customers to their branch office, but todays ıt has benn changed completely. Globalization, efficiencyof competition between banks, improvement in banking tecnology and increase in customer conscious are efficient factors in changing of old apprehension. Market liberalization increases globalization and world is becoming a single market. Because of globalization, profit margin of banks has decreased and rivalry has increased, so banks have ad to overview their structures. Technological improvement has contributed into this changing, and with the help of advancement in telecommunication sector, banks and institutional investors can buy and sell on line in world markets. The relative importance of classical distribution channels such as banks branch offices has decreased. ATM machines, credit cards and debit cards have became a part of our life in yten years. Also internet is a step in virtual banking in which customer will be able to make banking transactions at their homes or with their personal computer (PC).As a result of these improvements, marketing strategies which based on customer satisfaction become dominant and customer has been to seen king even dictator. İn this concept, banks customers have started to want improved and technological distribution channels which give attainable good and services fastly and easily to their customers.Concepts such as technology, quality and competition have come into Turkey's business world after starting to execute export policy in 1980. Banking sector is the sector which the most investing sector in technology in Turkey and as a result of these improvements new distribution channels such as ATM, Call Center, internet have been arised. Excess capasity in branch office has been skided to alternative distribution channels, and so operational cost has decreased. In future, with the help of skiding the operations from the more costly branch office to less costly distribution channels, the number of branch office and the comprehension of transactions will decrease. Decreasing costs is not only one advantage of doing unefficient transactions such as money order, learning account information in call center, IVR and internet in stead of branch office, but also financial corporations especially branch offices can direct their customer to do their transaction on their own, so branches are able to center in to more value added transactions such as personal consultancy, marketing, mixed products, selling. For years, high level-educated workers are employed in banks,the number of well-qualified workers is increasing, the need for low-qualified workers is decreasing. Also, with the help of decreasing in excess work on bank's employee, transactions can be done more fastlıy and correctly, change to give customers better services has increased.On the other hand, with "7 days 24 hours banking" concept, the number of workers who are working by shift has increased. The shift workers have been employed in departments such as Call Center, Data Processing and Provision.As a result of technological improvements and new distribution channels, the need for workforce has decreased, transactions have been done more fastly. Moreover, the momentum of increasing in the number of workers and branch offices has decreased in years. Improvements in information and communication technologies has affected banks' profitibility and productivityand has changed banks'balance sheet structure. When we look in to technological history of banks, we can see that the most important reason of investing in to technology is to decrease costs. In deed,nabking sector provides important increase in productivity with the help of automation of routine at back office. The need for workers has decreased and, the productivity andthe profit per worker has increased. While the portion of workers' cost in expense is decreasing, following technology becomes an important cost element for banks. But, banks can gain speed in working with the help of technological improvements and increase their capacities so their profit does.However, to get success in distribution channels except branch office, there must be a perfect cooperation between branch office and the head office departments. For example; If a customer pays his or her credit card debt from internet banking and he or she can not get affirmation from branch office for this transaction; or If a customer applies for credit card from internet banking service and credit card department do not conclude this application fastly, firstly the reputation of banks will be damaged and then the reliance for distribution channels except branch office will be harmed.In conclusion, to keep up with improving technology, to answer costomers' needs and expectations, to submit contemporaneous solutions to customers, to compete with other banks and financial corparations, banks must use new distribution channels effectively and they must continue to study on this improvements fastly.Item Metadata only Bilgisayarla çalışanlarda sağlık sorunlarının değerlendirilmesi(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2001) Tiryaki, Dilek; Kalaça, Çağrı; Aile Hekimliği Anabilim DalıItem Metadata only Bir grup tip 2 diyabet hastasında coop-wonca işlevsel durum ölçeklerinin Türkçe geçerlik güvenirlik pilot çalışması(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2008) Çalışkan, Ali Rıza Gökhan; Uzuner, Arzu; Aile Hekimliği Anabilim DalıItem Metadata only Birinci basamakta BATHE terapötik görüşme tekniği kullanımının diyabet hastalarının güçlendirilmesi üzerine etkisi(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Akturan, Selçuk; Kaya, Çiğdem Apaydın; Aile Hekimliği Anabilim DalıÖZET:Amaç: Bu çalışmanın amacı birinci basamakta BATHE terapötik görüşme tekniğinin Diyabetes Mellituslu hastaların güçlendirilmesi üzerine etkisinin araştırılmasıdır.Yöntem: Bu araştırma, Tip 2 diyabetes mellitus hastaları üzerinde yürütülen randomize kontrollü bir müdahale çalışmasıdır. Gönüllü 8 aile hekiminin katılımıyla çalışma gerçekleştirmiştir. Aile hekimlerinin dördü müdahale grubunu oluşturmuş ve hekimlere müdahele olarak araştırıcılar tarafından toplam 3 saat sürecek yapılandırılmış uygulamalı BATHE kısa terapötik görüşme ile ilgili kurs düzenlenmiştir. Diğer dört aile hekimi ve hastaları kontrol grubunu oluşturmuşlardır. Müdahele grubu hekimleri tüm görüşmelerinde hastalarına BATHE uygulamışlardır. İlk görüşme öncesi, hastaların sosyodemografik özellikleri ve sağlık durumlarını sorgulayan bir form ve Diyabet Güçlendirme Ölçeği (DES) uygulanmıştır. Ayrıca hastaların vücut kitle indeksleri (VKİ) ve HbA1c değerleri, ilk ve 6. aydaki son görüşmede kaydedilmiştir. Son görüşme sonrasında tüm hastalara tekrar DES uygulanmıştır.Bulgular: Her iki gruptaki hastalar sosyodemografik özellikler, başlangışta ölçülen VKİ ve HbA1c değerleri ile ortalama total DES puanları ve DES alt grupların başlangıç ortalama puanları açısından birbirine benzerdi. Müdahale ve kontrol grubu hastalarının son görüşme sonrasında DES toplam ve DES altgruplarının ortalama puanlarına bakıldığında her iki grupta da artış gözlenmiştir, fakat müdahele grubundaki artışın anlamlı olarak daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Kontrol grubunda ilk görüşme öncesi ve son görüşme sonrasında bakılan VKİ‘de anlamlı bir artış gözlemlenmiştir. Müdahale grubunda ise VKİ‘de ilk görüşmeye göre son görüşme sonrasında yapılan ölçümlerde düşüş gözlemlenmiştir. Her iki grubun ilk ve son görüşmede elde edilen HbA1c değerlerinde ise anlamlı bir düşüş tespit edilmemiştir.Sonuç: Çalışmamızın sonuçları, BATHE terapötik kısa görüşme tekniğinin Tip 2 Diabetes Mellitus hastalarının güçlendirilmesi üzerine pozitif etkisi olduğunu düşündürmektedir.9ABSTRACT (İNGİLİZCE ÖZET) VE ANAHTAR KELİMELER:Aim: To investigate the effect of BATHE short therapeutic interviewing technique on the diabetes patients’ empowerment.Method: This randomised controlled interventional study was conducted with type II diabetes patients. The voluntary 8 family medicine specialists were included in the study. Four of the physicians were trained to use BATHE technique by the researchers. Those physicians’ patients were accepted intervention group. The others ones were control group. Before the patient-doctor interview, a questionnaire including sociodemographic features and health status with a Diabetes Empowerment Scale (DES) were applied to each group. Then, physicians of the interventional group used BATHE technique to their patients three times in 3 months interval. At the end of the last visit, DES was applied again to all of the patients. Body mass index (BMI) and HbA1c levels of the patients was recorded at the first and the last visits.Results: Baseline demographic characteristics, BMI and HbA1c levels, total and subscale DES scores in both group were similar. In the last follow-up there was a significant increase of total DES score in both groups but, increase of scores was higher in the intervention group than the control group. In the control group BMI was higher at the last follow-up than the first visit. In the intervention group BMI was lower at the last follow-up than the first visit. There was no any difference between the first and the last HbA1C levels in both groups.Conclusion: The BATHE short counselling technique has a positive effect on Diabetes Mellitus patients’empoverment.Anahtar kelimeler: Danışma tekniği, görüşme tekniği, eğitim, hasta tatmini, aile hekimliği, psikolojik.Key words: Councelling technique, interviewing technique, education, patient satisfaction, family medicine, psychological.101.GİRİŞ VE AMAÇDünya Sağlık Örgütünün 2010 raporuna göre Dünyada 2008 yılı içerisinde gerçekleşen ölümlerin %63’ü kardiyovasküler hastalıklar, kanserler, diyabet ve kronik respiratuvar hastalık gibi bulaşıcı olmayan kronik hastalıklardan kaynaklanmaktadır (1). Diyabetes Mellitus, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de en fazla görülen kronik hastalıklardan biri olması ve prevalansının gittikçe artması nedeniyle önemli bir sağlık sorunudur. Ülkemizde İ. Satman ve TURDEP çalışma grubu tarafından yapılan, TURDEP-2 çalışmasının 2010 yılında yayınlanan ön raporuna göre prevalansı %13,7’dir (2). Diyabet sağlık harcamalarında da büyük bir artışa sebep olmaktadır. ABD’de 2010 yılında prediyabet ve diyabetliler için 194 milyar dolar harcandığı belirtilmektedir (3). Diyabet gibi kronik hastalıkların yönetiminde farklı modeller geliştirilmiştir (4). Bu modeller içinde hasta merkezli yaklaşım, önemli bir yere sahiptir (5). Hasta merkezli yaklaşım (patient-centred approach) aile hekimleri için vazgeçilmez bir prensip olup aile hekimliğinin temel yeterliliklerinden birisi olarak tanımlanmıştır (6-7).Engel 1977 yılında biyopsikososyal modeli tanımlamıştır (8). Biyopsikososyal yaklaşımdaItem Metadata only Çocuk ve ergenlerde kas-iskelet sistemi muayene bulgularının obezite ile ilişkisi(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Coşkun, Demet Merder; Uzuner, Arzu; Aile Hekimliği Anabilim DalıÖZET Çocuk ve Ergenlerde Kas-iskelet Sistemi Muayene Bulgularının Obezite ile ilişkisi Giriş ve Amaç: Prevalansı hızla artan çocukluk çağı obezitesi, hem bireylerde hem de toplumda meydana getirdiği zararlı sonuçları nedeniyle Aile Hekiminin yönetmek zorunda olduğu toplumsal boyutu da olan sağlık sorunlarından biridir. Çocukluk çağı obezitesi ve bazı kas-iskelet problemleri arasındaki ilişki henüz tam anlamıyla ortaya konulamamıştır. Bu araştırmanın amacı, 5-16 yaş arası fazla kilolu/obez okul çağı çocukları ile normal kilolu yaşıtlarının kas-iskelet sistemi muayene bulguları ve işlevsellik skorlarını karşılaştırarak, obezite ile kas-iskelet sisteminin gelişimi ve işlevselliği arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Yöntem: Gözleme dayalı, tanımlayıcı, kesitsel bir saha çalışmasıdır. Toplumu temsil eden katılımcıların (fazla kilolu/obez çocuklar ile normal kilolu kontrolleri) seçilmesi amacıyla, araştırma iki aşamalı olarak yürütüldü. Araştırmanın ilk aşamasında 2014 yılında İstanbul İli Pendik İlçesindeki 6-15 yaş arası okul çocuklarında obezite sıklığı araştırıldı. Prevalans çalışması için örneklem büyüklüğü %1 hata payı ve %95 güven düzeyinde 3347 olarak hesaplandı. Pendik İlçesinde yer alan devlet okullarından en kalabalık 4 ilkokul ve 4 ortaokul seçildi. Katılımın %50 olabileceği düşünülerek her okuldan en az 837 öğrenciye ulaşılması planlandı. Her sınıf düzeyinden 209 öğrenci olacak şekilde hedeflenen öğrenci sayısı tamamlanana kadar mevcut şubeler arasından kura ile şubeler seçildi. Velisi onam vermiş 4246 çocuk ve ergenin antropometrik ölçümleri okudukları okullarda yapıldı. Tüm veliler çocuklarının ölçüm sonuçları hakkında bilgilendirildi. Tüm katılımcılar Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Polikliniklerine davet edildi. Daveti kabul ederek polikliniğimize gelen obez, fazla kilolu ve normal kilolu çocukların hepsine postür, yürüme, denge, kas gücü, eklem hareket açıklığı ve bedensel işlevsellik değerlendirmelerini içeren ayrıntılı kas-iskelet sistemi muayenesi araştırmanın ikinci aşamasında yapıldı. Yüz doksan üç fazla kilolu/obez çocuk ile 125 normal kilolu çocuğun kas-iskelet sistemi muayene bulguları ve Bedensel İşlevsellik Değerlendirme Aracı (BİDA) alt ölçek skorları karşılaştırıldı. Bulgular: Pendik İlçesindeki 6-15 yaş arası okul çocuklarında fazla kiloluluk sıklığı (≥ 1SS - <2SS) %23,4 (E=%23,1; K=%23,7) ; obezite (≥2SS) sıklığı ise %13,7 (E=%15,6; K=%11,7) olarak saptandı. Fizik muayenede en çok saptanan kas-iskelet sistemi sorunu %23,9 oranıyla pes planus‟tu. Pes planus, fazla kilolu/obez çocuklarda normal kilolu kontrollerine göre daha fazla saptandı (p=0,000). Tek ayak üzerinde durma süresi fazla kilolu/obez çocuklarda normale göre kısa (p=0,002), zamanlı kalkıp yürüme testi(TUG) süresi ise uzundu (p=0,004). Alt ekstremitede daha belirgin olmak üzere pek çok eklemde Eklem Hareket Açıklığı(ROM) fazla kilolu/obez grupta normale göre daha azdı (p=0,000-0,021). Bedensel İşlevsellik Değerlendirme Aracı(BİDA)‟nın “mutluluk” alt ölçeği skorları fazla kilolu/obez çocuklarda normale göre daha düşüktü (p=0,000). Vücut Kitle İndeksi(VKİ) hem ROM değerleri hem de BİDA “mutluluk” skorları ile ters bir korelasyon gösterdi. (p=0,000-0,021). Sonuç: Araştırmanın obezite prevalansı sonuçları çocukluk çağı obezitesinin önemle ve acilen ele alınması gereken bir boyuta ulaştığını göstermektedir. Fazla kilolu/obez çocuklarda kas-iskelet sistemi sorunları, normal ağırlıklı çocuklara göre daha sık görülmekte; VKİ arttıkça dengede bozulma, eklem hareket açıklıklarında azalma ve emosyonel işlevsellikte kayıplar olmaktadır. VKİ‟yi azaltacak müdahaleler ile fazla kilolu/obez çocukları ciddi kas-iskelet sistemi hastalıklarına karşı korumak mümkün olabilir. Anahtar kelimeler: çocukluk çağı, obezite, kas-iskelet, işlevsellik, denge.ABSTRACT Relationship of Musculoskeletal System Examination Results with Obesity in Children and Adolescents Background and Aim: With its rapidly growing prevalence and its harmful consequences on both the induvidual and the society, childhood obesity is one of the most important community health problems which Family Physician to manage. The relation between childhood obesity and musculoskeletal health problems is not yet fully demonstrated. The aim of this study was to demostrate the relationship between obesity and musculoskeletal developement and functionality on 5-16 years old shool children by comparing musculoskeletal examination findings and functionality scores between owerweight/obes children and their normal weight peers. Method: This is a descriptive, cross-sectional community-based study. In order to select a representative sample (owerweight/obes children and their normal weight peers), this study was carried out in two phases. The prevalence of obesity in the 6-15 age shool children in Pendik in Istanbul has been investigated in the first phase. Sample size was calculated 3347, at 1% confidence interval and 95% confidence level. Four primary and 4 secondary state shool in Pendik was selected. It was planned to reach at least 837 students from each school considering that the participation rate was 50%. Classes are selected by lottery until the calculated number of 209 student from each grade was included. Children and adolescents whose parent gave the consent was demonstrated anthropometric measurement in their own school. All parents were given information about measurement results of their child. All participants were invited to Marmara University Department of Family Medicine Policlinics. All of the normal weight, overweight and obese children were examinated by a detailed musculoskeletal examination which includes posture, gait, balace, muscle strength, range of motion and physical functioning evaluation and to be participated in the second phase of the study. Musculoskeletal examination findings and functionality scores of 193 owerweight/obese children and 125 normal weight peers (318 in total) were compared. Results: Among 6-15 year age school children in Pendik the prevalence of overweight (≥1 - <2 SS) was 23.4% (M=23.1%,F=23.7%) and obesity (≥2SS) was 13,7% (M=15.6%,F=11.7%) respectively. Pes planus was the most common musculoskeletal promblem was detected in the physical examination with a rate of 23.9%. Pes planus was more common in owerweight/obese children than normal weight peers (p=0.000). Standing time on one leg was shorter (p=0.002) and time to coplete timed up and go test was longer in owerweight/obese children than normal weight peers (p=0.004). Range of motion(ROM) was decreased in many joints especially on the lower extremity in owerweight/obese children (p=0.000-0.021). Overweight/obese children had lower scores in the “happiness” subscale of Turkish version of Pediatric Outcomes Data Collection Instrument “Bedensel İşlevsellik Aracı(BİDA)” (p=0.000). Body Mass Index (BMI) values showed inverse correlation with both ROM and “happiness” subscale scores (p = 0.000 to 0.021). Conclusion: Prevalence study shows that with its huge prevalence childhood obesity should be urgently addressed. Musculoskeletal problems are more common in owerweight/obese children than in normal weight children. Increase in BMI correlates with losing balance and emotional functionality but also decrease in ROM. Interventions to decrease BMI could protect overweight/obese children from severe musculoskeletal diseases. Keywords: childhood obesity, musculoskeletal, functionality, balaceItem Metadata only Çocukluk çağındaki üriner sistem enfeksiyonlarında risk faktörlerinin incelenmesi(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2002) Büyükbayrak, Ayhan; Ünalan, Pemra Cöbek; Aile Hekimliği Anabilim DalıItem Metadata only Çok ilaca dirençli tüberküloz gelişimine ilişkin faktörlerin incelenmesi(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2002) Karagülle, Deniz; Kalaça, Çağrı; Aile Hekimliği Anabilim DalıItem Metadata only Eğitim programlarının diz osteoartriti olan hastalarda egzersiz uyumuna etkisi(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2010) Tüzün, Sabah; Çifçili, Serap; Aile Hekimliği Anabilim DalıÖZET:Giriş: Yaşlılarda en sık yeti yitimine neden olan osteoartritin tedavisinde egzersiz programlarıçok önemli yer tutar.Metod: Bu çalışma randomize kontrollü eğitim müdahale çalışmasıdır. Marmara ÜniversitesiHastanesi Aile Hekimliği Kliniği’ne başvuran 64 osteoartrit hastası çalışmaya dahil edilmiş,hastaların yarısı müdahale grubuna, diğer yarısı kontrol grubuna (standart bakım) randomizeedilmiştir. Çalışmanın süresi 12 haftadır ve müdahale grubundaki tüm katılımcılara broşür vedemostratif olarak egzersiz eğitimleri derecelendirilerek verilmiştir. Kontrol grubuna yalnızcaegzersizleri içeren broşür verilmiştir. Hastaların uyumları hasta günlükleri, telefon takipleri iledeğerlendirilmiş ve her vizite tüm katılımcıların WOMAC skorları saptanmıştır.Bulgular: Katılımcıların ortalama yaşı 54,6 ± 9,85 ve %98,4’i kadındı. Müdahale grubununuyumu takip boyunca yüksek düzeydeydi (ortanca %100) ve müdahale grubundakikatılımcıların ağrı ve WOMAC skorlarında belirgin iyileşme saptandı. Kontrol grubununegzersiz programına uyumu iyi olmakla beraber, uzun dönemde uyum düzeyinin orta olduğugösterildi. Kontrol grubundaki ağrı ve WOMAC skorundaki iyileşme müdahale grubundandaha düşüktü.Tartışma ve Sonuç: Osteoartriti olan hastalarda egzersiz programlarına uyum düzeyigenellikle düşüktür. Egzersiz eğitiminin, derecelendirilerek ve demonstrasyon ile yapılmasıuyumu artırabilir.Anahtar sözcük: Diz ağrısı, WOMAC, demonstratif eğitim, koçluk, tedaviABSTRACTIntroduction: Exercise programs play an important role in the treatment of knee osteoarthritiswhich is the most common cause of disability in the elderly.Method: This is a randomised controlled, educational intervention study. Sixty-four patientswho admitted to the Family Medicine outpatient clinic of Marmara University Hospital wereenrolled in the study. Half of the paticipants were allocated randomly to the interventiongroup and the other half to the standart care group. Particiapants of the invention group weregiven leaflets and gradual exercise education were by demonstration. Control group receivedleaflet about exercises. We assessed participitans’ adherence with patients’ diaries andtelephone contact. Besides, we determined WOMAC score of the particiapnts at each followupvisit.Results: Mean age of the participants was 54,6 ± 9,85 and 98,4% of them were women.Adherence to exercise in inventention group was high (median 100%) and pain and WOMACscore improved significantly. Exercise adherence of the control group was good but long-termadherence was only moderate. Improvement of pain and WOMAC score was than theinvention group.Conclusion: Patients with osteoarthritis do not generally adhere well to the exerciseprograms. Gradual exercise education with demonstration might improve adherence.Item Metadata only Evde bakım hastalarında beslenme durumunun değerlendirilmesi amacıyla metodolojik bir çalışma(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Özkul, Seda Arslan; Ünalan, Pemra C; Aile Hekimliği Anabilim DalıItem Metadata only Evde bakıma ihtiyacı olan erişkin hastalarda periferik arter hastalığı sıklığı(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Yılmaz, Halis; Kaya, Çiğdem Apaydın; Aile Hekimliği Anabilim DalıÖZET Amaç: Periferik arter hastalığı (PAH) sistemik aterosklerozun sonucu olarak ortaya çıkan kronik bir hastalıktır. Evde bakım hastalarının çoğu birden fazla hastalığı birlikte bulundurduğundan PAH açısından riskli grubu oluşturmaktadır. Bu çalışma evde bakım hastalarında PAH prevalansını ve ilişkili faktörleri tespit etmeyi amaçlamaktadır. Metot: Araştırma Haziran–Aralık 2014 tarihleri arasında İstanbul’un Pendik ilçesinde yürütülen kesitsel bir çalışmadır. Çalışmaya Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Evde Sağlık Birimi’nde takip edilen 578 hastanın dahil edilme kriterlerine uyan 285 ( 99 erkek, 186 kadın ) tanesi dahil edilmiştir. Hastaların ayak bileği-kol indeksi (ABİ) ölçümü yapıldıktan sonra risk faktörleri sorgulanarak anket formumuza kayıt edilmiştir. Çalışmaya alınan hasta grubunda, PAH ve ilişkili risk faktörlerinin sıklığı, ki-kare testi, student-t testi ve lojistik regresyon analizi sonrası sonrası belirlenmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan hastaların yaş ortalaması 75,84 ± 1,17’ydi (min. 42 - maks.100). Evde bakım hastalarındaki PAH yaygınlığı %16,8 (%12,4 kadın, %25,3 erkek) olarak bulundu. Fizik muayenede PAH’la ilişkili olabilecek bulgulardan en fazla görüleni tırnak bozukluğu olarak tespit edilmiştir (n=163, %57,2). PAH olması erkek cinsiyet, sigara içimi, sigara içme yılı, tırnak bozukluğu, kıl dökülmesi ve antikoagülan kullanımı ile pozitif ilişkili bulunurken, artan yaş, eğitim durumu, eve bağımlılık süresi ve ayakta yara olması ile ilişkili bulunmamıştır. Katılımcıların hastalıklarından diyabetes mellitus, hipertansiyon ve koroner arter hastalığı PAH ile ilişkili bulunmuşken, serebrovasküler hastalık, hiperlipidemi, renal hastalık, kalp yetmezliği ve demans arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Barthel indeksi ve PAH arasında anlamlı bir ilişki yokken, deri kıvrım kalınlığının fazla olması ile PAH arasında ilişki bulunmuştur. İlişkili çıkan faktörlerle çok değişkenli analiz yapıldığında PAH riskini en fazla artıran neden “sigara içmiş veya içiyor olmak” 8 (OR:5,63) bulunmuştur. Hipertansiyon olması PAH riskini 2,44 kat artırırken, deri kıvrımı kalınlığının yüksek olmasının da 1,11 kat artırdığı saptanmıştır. Sonuç: Çalışmamızda PAH sıklığının genel topluma oranla evde bakım hastalarında fazla olduğu, sigara içmiş olmanın, hipertansiyon varlığının ve deri kıvrım kalınlığının fazla olmasının PAH sıklığını artırdığı tespit edilmiştir. Eve bağımlı olan hastaların çoğunun PAH açısından riski olduğu düşünüldüğünde ABİ ölçümünün kolay uygulanabilir olması aile hekimi için risk altındaki kişilerin izlenmesini ve erken tanıyı mümkün kılabilmektedir. Özellikle sigara, hipertansiyon ve obezite; evde bakım hizmeti veren hekimlerin PAH için mücadele edeceği alanlar olarak görülmektedir. Anahtar kelimeler: Ayak bileği-kol indeksi, perifeik arter hastalığı, risk faktörleri, evde bakım, aterosklerozABSTRACT Purpose: Peripheral arterial disease (PAD) is a chronic disease occurs as a result of systemic atherosclerosis. Most of the home care patients are in high risk groups in terms of PAD because of having more than one disease. This study, aims to identify the prevalence of PAD and related factors in home care patients. Methods: This study was a cross-sectional study which carried out in the Pendik district of Istanbul between June -December 2014. In this study, 285 patients (99 men, 186 women) who were followed by İstanbul Marmara University Pendik Education and Research Hospital Home Care Department, were included. Ankle-bracial index (ABI) measurements were achived in patients who were older than 40 years old. Answers of the patients about risk factors were recorded in our survey form. The incidence of PAD and related risk factors were determined via statisticaly analyis Results: The mean age of the patients in the study was 75.84 ± 1,17(min. 42 - max.100). PAD prevalence of home care patients were 16,8% (12,4% female, 25.3% male). Nail disorders was the most common evidence of the physical examination findings that may be associated with PAH (n = 163, 57,2%). Male gender, smoking, smoking years, nail disorders, hair loss and anticoagulant usage were associated with PAH but age, educational status, housebound period and wound on foot were not associated with PAD. Patients who have diabetes mellitus, hypertension and coronary arterial disease were found as associated with PAD but there was no significant difference between cerebravascular diseas hyperlipidemia, renal disease, hearth failure and demantia with PAD patients. There was no significant difference between the Barthel index and PAD but there was a correlation between skinfold thickness and PAD. The multivariate analysis showed that increament of PAD risk was highest in patients who were “smoked or still smoking” (OR: 5,63). Being 10 hypertension increased the risk of PAD 2,44-fold and the increament of skinfold thickness rised the risk of PAD 1,11 fold. Conclusion: Our study showed that the prevalance of PAD is higher than general population compared with home care patients. Being smoked, the presence of hypertension and having increased skinfold thickness was found to be increament in the incidence of PAH. When the majority of patients with home care is considered to be a risk factor for PAH, ABI measurement which is easy to apply for family physicians, may enable early diagnosis for monitoring of persons at risk. Physicians who serves in home care The physicians of home health services can struggle in the fields of smoking, hypertension and obesity against to PAD Key words: Ankle brachial index; peripheral arterial disease; risk factors, home careItem Metadata only Hasta perspektifinden diyabet ve davranış değişikliği(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Turgut, Çağatay; Akman, Mehmet; Aile Hekimliği Anabilim DalıÖZET: Giriş ve Amaç: ‘Hasta perspektifinden diyabet ve davranış değişikliği‘ adlı asistanlık eğitimi bitirme tezi Türkiye’de, İstanbul ili Pendik ve Kartal ilçelerindeki tip 2 diyabeti olan ve birinci basamağa başvuran hastaları kapsayan bir çalışmadır. Çalışma Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı üyelerinin katkılarıyla planlanmıştır. Çalışmanın amaçları, tip 2 diyabet hastalarında beslenme, egzersiz ve ilaç kullanımı başlıkları altında önerilen davranış değişikliklerinin hekimler tarafından dile getirilme durumunu ve bu önerilere uyum düzeyini tespit etmektir. Ayrıca, davranış değişikliği önerilerine uyum üzerinde hekimle iletişim, hastalığını ciddiye alma durumu, hastalık direnci ve öz yeterlilik gibi değişkenlerin etkili olup olmadığının belirlenmesi ve davranış değişikliğini güçleştiren veya kolaylaştıran koşulların tarif edilmesi planlanmıştır. Yöntem: Kesitsel tipteki araştırma, 3 aylık bir süre zarfında, Pendik ve Kartal ilçelerinde birinci basamak ortamındaki 18 yaş üstü, aile hekimi tarafından en az 6 aydır takip edilen tip 2 diyabet hastaları üzerinden yürütülmüştür. Çalışmada rastgele belirlenen 55 ASM ve bu ASM’ler de çalışmanın yürütüldüğü gün doktora başvuran ilk 9 diyabet hastası dahil edilmek kaydıyla 383 hastaya ulaşılması hedeflenmiş ve hastalarla görüşmeler hekim görüşmeleri tamamlandıktan sonra yapılmıştır. Çalışmada, araştırmacılar tarafından hazırlanan anket formu ve ölçekler olmak üzere iki çeşit veri toplama gereci kullanılmıştır. Kullanılan ölçekler: EQ5D (Avrupa 5 boyutlu yaşam kalitesi ölçeği), CARE (Konsültasyon ve ilişkisel empati), ÇBDA (Çok boyutlu diyabet ölçeğinin engel, ciddiyet ve öz yeterlilik alt boyutları), IRE (Direnç ölçeği). Çalışma sonucu elde edilen verilerin öncelikle tanımlayıcı istatistikleri hesaplanmıştır. Bağımlı ve bağımsız değişkenlerin karşılaştırılmasında kategorik değişkenler için ki-kare testi, sürekli değişkenler için t testi kullanılmıştır. Parametrik test varsayımları karşılanmadıysa bunların parametrik olmayan eşdeğerleri kullanılmıştır. Analizler SPSS 16 programı ile yapılmıştır. Bulgular: Çalışmanın yürütüldüğü hasta grubu; kadın katılımcı sayısının daha fazla olduğu (244 kişi, %62,7), büyük çoğunluğu 65 yaş altında olan (338 kişi,%87), eğitim durumu düşük seviyede olan (308 kişi 5 yıl altı, %79,6), çalışmayan nüfusun daha yoğun bulunduğu (257kişi, %64,8) ve gelir durumu düşük olan (298 kişi, aylık 1550 TL altı, %77,9) katılımcılardan oluşmaktaydı. Çalışmaya katılanlar istenilen düzeyde, sayıda ve sıklıkta beslenme ve egzersiz programı uygulamamaktalardı (335 kişi, %86,1). Beslenme ve egzersiz düzeninin istenilen seviyelerde olmamasına rağmen hastaların yarısına yakını ile hekimleri bu konu hakkında ya konuşmamış ya da konuşsa da herhangi bir değişiklik yapma gereği duymamışlardı (beslenme, 199 kişi, %51,3; egzersiz 207 kişi, %54,1). İlaç kullanımı ile ilgili hekimler hastaların büyük bir çoğunluğuna önerilerde bulunmuşlar ve hastaların da birçoğu da bu önerilere uymaktaydı (339 kişi, %87,7). Beslenme önerilerine uyumu güçleştiren faktörler arasında katılımcıların ilk üç sırada belirttikleri çökkün duygu durum (%37,3), daha önceden edinilmiş beslenme alışkanlıkları (%31,4) ve hastalığın adaletsiz olduğu düşüncesiydi (%30,8). Beslenme önerilerine uyumu en çok kolaylaştıran faktörün ise doktorun hastasını cesaretlendirmesi olarak işaretlendi (%63,7). Egzersiz önerilerine uyumu en çok güçleştiren faktörler sırasıyla çalışma saatleri (%29,4), depresif duygu durum (%26,3) ve hastalığın adaletsiz olduğu düşüncesiydi (%25,3) . Egzersiz önerilerine uyumu en çok kolaylaştıran faktör ise ailedeki diğer şeker hastalarının yaşadıkları olumsuz deneyimler olarak belirtildi (%62,5). İlaç kullanımına uyumu en çok zorlaştıran 3 faktör sıklık sırasına göre, şeker hastalığının adaletsiz olduğu düşüncesi (%35,6), depresif duygu durum (%35,3) ve diğer ek hastalıklar (%31,2) oldu. İlaç kullanımına uyumu en çok kolaylaştıran faktör ise hekimlerin yüreklendirici konuşmalarıydı(%62,7). Hastaların diyabet dışı ek hastalıkları en çok beslenmeye uyumu olumsuz yönde etkilemekteydi. Beslenme düzenine uyum konusunda kadın katılımcıların erkeklere göre (x2=10,033 p=0.007), 65 yaş altı katılımcıların diğerlerine göre (x2=7.46 p=0.006), çalışmayanları çalışan katılımcılara göre (x2=5.145 p=0.023) daha uyumlu oldukları, aile hekimine takip süreleri uzadıkça yine bu uyumun arttığı belirlendi ( x2=5.153 p=0.023) . Haftalık egzersiz düzenine eğitim durumu yüksek (p<0.000 x2=10.692), daha çok aylık gelire sahip olan( p<0.000 x2=7.346) ve daha genç yaşta olan katılımcıların daha uyumlu oldukları belirlendi.( p<0.000 x2=12.349). ilkokuldan sonra eğitimine devam eden katılımcıların, en fazla ilkokul 5 e kadar eğitimini sürdüren katılımcılara göre (x2=4.672 p=0.031) ve normal kilolu olanların, kilolu ve obez olanlara göre (x2=8.27 p=0.004) ilaç kullanımına uyumları daha iyiydi. Aynı zamanda çalışmayan katılımcıların çalışanlara göre(x2=5.153 p=0.023) ve kadın katılımcıların erkeklere göre (x2=12.349 p<0.000)ilaç kullanımına uyumlarının daha yüksek olduğu görüldü. Genel yaşam kalitesi (EQ5D) (ort.0,81 ±0,165), doktor hasta ilişkisi (CARE) (ort.3,30 ±8,05) ve hastalığa direnç ölçekleri (IRE) ortalama puanları (ort.49,34 ±15,05) ile çok boyutlu diyabet ölçeğinin alt boyutlarından öz yeterlilik (ort.49,34 ±15,05) ve ciddiyet (5,24±0,857) ölçeklerinin ortalama puanlarının tüm katılımcılar arasında yüksek olduğu görüldü. Hasta hekim iletişimi daha iyi olan(t=-4.62, p<0.000), diyabete karşı daha dirençli olan(t=-6.98, p<0.000) katılımcıların egzersiz yapma, öz yeterlilik(t=-5.78,p<0.000) ve engel algısı(t=4.40, p<0.000) yüksek olan katılımcıların beslenme önerilerine uyumlarının da aynı şekilde yüksek olduğu saptandı. Tartışma ve Sonuç: Çalışmaya katılanların büyük çoğunluğunun diyabet hastalığıyla uyumlu bir beslenme düzeni veya egzersiz alışkanlığı yoktur ve birinci basamak hekimlerinin bu konularda yeterince öneride bulunmadıkları belirlenmiştir. Hekim hasta iletişimi, hastaların genel yaşam kalitesi, öz yeterlilikleri ve hastalığa karşı direnç ve ciddiyetlerinin artması bu önerilere uyumu arttırıcı bir faktör olarak gözükmektedir. Bundan sonraki süreçte diyabet tedavisinde sürekli davranış değişikliği oluşturmak için hekimler arasında hastaların önerilere uyumlarının düşük olduğuna dair farkındalığın artırılması, hastalarla gerekirse birebir ya da grup olarak yakın temas kurmaları, davranış değişikliğine yönelik motivasyonel görüşmelerin sayı ve sıklığını arttırmaları yararlı olabilir. Birebir görüşmeler, telefon görüşmeleri ve grup terapileri uyumu arttırmak için kullanılabilecek yöntemlerdendir. Hastalara önerilen davranış değişikliğinin sağlanıp sağlanmadığının hekimlerce belirli aralıklarla hasta görüşmelerinde kontrol edilmesi, uyumsuzluk saptanan hastalara, uyumsuzluğun nedenleri saptanıp gerekirse tekrar önerilerde bulunulması yararlı olacaktır. Bu çalışmanın çıktıları doğrultusunda, sürdürülebilir bir davranış değişikliğinin gerçekleşebilmesi için birinci basamak hekimlerinin diyabet hastalarına davranış değişikliği önerilerinde bulunmalarını, destekleyici olmalarını ve olası değişiklikleri izlemelerini kolaylaştırıcı, birinci basamak ortamında uygulanabilir bir araç geliştirmeye yönelik araştırmaların planlanması önerilir.ABSTRACT: Introduction and Objective: Majoring thesis on “Diabetes and behavioral change from patient perspective” is a study which includes patients who have type 2 diabetes and consult primary care in Kartal and Pendik districts of Istanbul in Turkey. The study is planned with the contributions of professors of Family Medicine Department in Faculty of Medicine in Marmara University. The objectives of the study are to diagnose whether recommended behavioral changes on type 2 diabetic patients under the titles of nutrition, medication use and exercise are voiced by physicians and their adaptation level to these recommendations. Besides, the determination of whether variables like communication with the physician on adaptation of behavioral change recommendations, taking his/her illness seriously, illness resistance, self-efficacy are effective and the description of conditions that hampering or promoting the behavioral change are planned. Method: Cross-sectional study is carried out on type 2 diabetes patients over 18 who have been followed-up at least for 6 months by primary care center at primary care environment in Kartal and Pendik in 3 months’ time. In the study, reaching 55 randomly chosen family health center and 383 patients including the first nine diabetic patients who have consulted the physician on the day of the study is aimed. Patient interviews are practiced after physicians complete the patient’s visit. There are two types of data collection tool used in the study: questionnaire form prepared by researchers and scales. Scales used: EQ-5D (European Quality of Life-5 Dimensions), CARE (consultation and relational empathy), MDDQ (multidimensional diabetes questionnaire), IRE (resistance to illness scale). Descriptive statistics of collected data are first analyzed. In the comparison of dependent and independent variable, chi square test for categorical variables and t-test for continuous variables are used. If parametric test assumptions are not matched, non-parametric equivalents of these are used. Analyses are made with SPSS 16 software.Findings: Patient population on whom the study is carried consists of participants in which the number of women participants is more (n=244, %62,7) and unemployed population is intensive (n=257, %64,8), a great majority of whom are under age 65 (n=338 ,%87), whose educational level (n=308 under 5 years, %79,6) and income state (n=298 under 1550 tl monthly %77,9) are low and who generally lives with their husband/wife and children. Participants do not follow diet and exercise program in a desired level, number and frequency (335 people, %86,1). Although diet and exercise are not in a desired level, nearly half of the patients have not been advised about life style changes by their physicians or even their physicians have not spoken about the point, (diet, n=199, %51,3; exercise n=207, %54,1). Physicians have advised most of the patients about medication use and they have adapted these advices (n=339, %87, 7). It has seen that the most negative factors that affect adapting nutrition advises are depressed feelings (%37, 3), former nutritional habits (%31, 4) and thinking that the illness is unfair (%30, 8). The factor that eases adapting nutrition advises the most is physician’s encouraging the patients (%63, 7). The factors that make adapting exercise advise the most difficult are working hours (%29, 4), depressed feeling (%26, 3) and thinking that the illness is unfair (%25, 3). The factor that eases adapting exercise advises the most is other diabetic patients’ negative experiences in the family (%62, 5). According to frequency order, three factors that make adapting medication use the most difficult are thinking that diabetes is unfair (%35, 6), depressed feeling (%35, 3) and other additional illnesses (%31, 2). The factor that eases adapting medication use the most is physicians’ encouraging speeches (%62, 7). Patients’ additional illnesses other than diabetes affect adapting nutrition the most in a negative way. In adaptation of diet, women(x2=10.033 p=0.007), participants under age 65(x2=7.46 p=0.006) and unemployed participants(x2=5.145 p=0.023) are more responsive than men, participants over age 65 and employed participants. Besides, the longer consultation process of the patients gets, the more responsive they are ( x2=5.153 p=0.023). In adaptation of weekly exercise order, patients whose educational level is higher (p<0.000 x2=10.692), who have more monthly income (p<0.000 x2=7.346) and who are younger (p<0.000 x2=12.349) are more responsive. When participants’ educational level gets higher (x2=4.672 p=0.031) and body mass indices get lower (x2=8.27 p=0.004), their adaptation of medication use gets higher. Unemployed participants (x2=5.153 p=0.023) and women (x2=12.349 p<0.000) are more responsive than employed participants and men in adaptation of medication use as well. It is seen that average points of general quality of life (EQ-5D) (mean.0,81 ±0,165), physician-patient relation (CARE) (mean.3,30 ±8,05), resistance to illness scales (IRE) with average points of self-sufficiency (mean.49,34 ±15,05) and seriousness (5,24±0,857) which are sub dimensions of the multidimensional diabetes scale are high among all participants. Participants whose physician-patient communication is better (t=-4.62, p<0.000), who are more resistant to diabetes (t=-6.98, p<0.000), whose self-efficacy (t=-5.78, p<0.000) and obstacle (t=4.40, p<0.000) perception are high are stated that their adaptations of doing regular exercises and nutrition advises are similarly high. Debate and Conclusion: Among the participants taking part in the study, nutrition and exercise situations doesn’t comply with diabetes and primary care physicians don’t advise enough about these points. Adaptation of the patients to the given advises is extremely low. It is seen that physician-patient relationship, patients’ general quality of life, their self-efficacy, increasing resistance and seriousness to their illness are factors that strengthen adaptation of these advises. After this period, raising awareness among the physicians that patients’ adaptations of advises are low, establishing close contact with the patients individually or in a group, increasing number and frequency of motivational meetings for behavioral change might be beneficial to establish a permanent behavioral change for treatment of diabetes. Checking patients periodically during medical visit whether recommended behavioral change is provided is suggested. It is also suggested that for the patients who have adaptation problems, reasons of adaption problems should be defined and if necessary, advises should be given again. In accordance with this study’s outputs, it is beneficial to make researches for improving a tool which is applicable at primary care to provide a permanent behavioral change.Item Metadata only Huzurevinde kalan yaşlılarda antihipertansifler ile analjezik ve nonsteroidal antiinflamatuvar ilaçların kullanımı(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2002) Kaya, Çiğdem Apaydın; Kalaça, Çağrı; Aile Hekimliği Anabilim DalıItem Metadata only Huzurevinde kalan yaşlılarda düşme sıklığı ve buna etki eden nedenler(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2002) Kırımlı, Emrah; Ünalan, Pemra; Aile Hekimliği Anabilim DalıItem Metadata only İletişim teknolojilerinin kurum iletişiminde kullanımı ve halkla ilişkiler persfektifi ile Türkiye için ideal iletişim uygulamaları(Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003) Çınlar, Cem; Şimşek, Melda Cinman; Aile Hekimliği Anabilim DalıTEZ ÖZETİ İletişim teknolojileri hayatın tüm yapısına girerek yeni bir anlayış doğurdu: e-yaşam. Tezimde, kurum içinde kullanılan iletişim teknolojilerini insan faktörüyle inceledim ve ideal çözümler sundum. Halkla ilişkiler doktora tezimin temel kapsamını iletişim teknolojileri ve kurumların iletişimde bu teknolojilerin ideal kullanım çözümlemeleri oluşturmaktadır. Bu nedenle tezime öncelikle iletişim olgusu ve bu olgunun alt dinamiklerini tanımlamakla başladım. Tezimin başından itibaren gerek tanım ve gerekse de uygulamalarla anlatılan tüm yapıların Türkiye’de kurumiçi iletişimde nasıl kullanılması gerektiğiyle ilişkilidir. Bu sistemler bütünü, ideal bir iletişim nasıl olmalıdır doktirinimi de açıkça ortaya koymaktadır. Tezimde Türkiye’deki kurumlar için ideal ağ uygulaması, E-PR uygulaması, B2B uygulaması, e-learning uygulaması, intranet uygulaması ve İnternet uygulaması yer almaktadır. SUMMARY Communication technologies have entered all aspects of life and created a new understanding: e-life. In my doctoral thessis, I have offered ideal communication solutions with human factor for companies. The basic scope of my doctoral thesis on public relations consists of communications technologies and ideal utilization solutions of these technologies for corporations For this reason, I started out in my thesis, with the definition of the concept of communications and the sub-dynamics of this fact. My doctoral thessis is related to the manner in which all the structures explained, both with definitions and applications starting from begining, should be utilized in the internal communications of the corporation, in Turkey. This systems aggregate, sets forth clearly my doctrine of how an ideal communication should be. My doctoral thessis includes ideal network applications for corporations, e-PR applications, B2B applications, e-learning applications, intranet applications and Internet applications.Item Metadata only İstanbul İli Pendik İlçesi’nde aile sağlığı birimlerine kayıtlı 18 yaş ve üzeri bireylerde aşırı aktif mesane ve üriner inkontinans prevalansı(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Altınöz, Engin; Akman, Mehmet; Aile Hekimliği Anabilim DalıÖZET Giriş ve Amaç Aşırı aktif mesane (AAM), yaşam kalitesini olumsuz etkileyen, alt üriner sisteme ait semptomlarla karakterize sık görülen klinik bir durumdur. Ülkemizdeki sıklığı ise bilinmemektedir. Çalışmanın amacı İstanbul ili Pendik ilçesinde Aile Sağlığı Birimleri’ne (ASB) kayıtlı 18 yaş üzeri bireylerde AAM, üriner inkontinans sıklığını ve inkontinansın bireylerin yaşam kalitesi üzerindeki etkilerini saptamaktır. Yöntem Bu kesitsel çalışma Pendik ilçesinde ASB’ye kayıtlı 18 yaş üzeri bireylerden tabakalı örneklem yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. Katılımcılar ASM’ye davet edilmiş ve OAB-V8 sorgu formu ile araştırmacı tarafından önceden hazırlanmış Hasta Değerlendirme Formu uygulanmıştır. İnkontinans tarif eden bireylerden ayrıca inkontinansa özgü yaşam kalitesi ölçekleri olan ICIQ-SF, UDI-6 ve IIQ-7’yi yanıtlamaları istenmiştir. Bulgular Çalışmaya katılan 407 kişinin %49,6’sı kadın (n=202), yaş ortalaması 41,5±13,5’dir. Çalışmamızda olası AAM ve kesin AAM prevalansı sırasıyla %19,2 ve %10,5; kadınlarda erkeklere göre olası ve kesin AAM sıklığı daha fazladır (sırasıyla %27,2 vs %11,2; p<0.001 ve %15,8 vs %5,4 p<0.001). AAM prevalansı yaşla birlikte artmaktadır ve 65 yaş üstü grupta kesin AAM %28,6 bulunmuştur. AAM’ye ait alt üriner sistem semptomlarından nokturi %56,2 işeme sıklığında artış %29, urge %26,5 ve inkontinans %18,2 olarak saptandı. Lojistik regresyon modeline yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi ve çalışma durumu konulduğunda kesin AAM açısından kadın cinsiyet ve ileri yaşın riski artırdığı görülmüştür (sırasıyla OR: 3,66 GA:1,77-7,56 , OR: 2,00 GA:1,04-3,84). Sonuç Çalışmamızda bulduğumuz AAM prevalansı literatürle uyumludur ve AAM’nin sık görülen bir sağlık sorunu olduğuna işaret etmektedir. Kadınlar ve ileri yaştaki kişiler AAM açısından daha riskli gruplardır. Sorunun gerçek boyutu ile ortaya konabilmesi için klinik pratikte kullanılabilecek ve kesin AAM tanısı koydurabilecek araçların geliştirilmesine ihtiyaç vardır. iii ABSTRACT Objective Overactive bladder is a common clinical condition characterized by lower urinary tract symptoms which negatively affect quality of life. Its prevalence in Turkey is unknown. Aim of our study is to estimate the prevalence of OAB, urinary incontinence and impact of incontinence on quality of life in individuals who are registered with family health care centers in Pendik district of Istanbul Province. Methods This cross-sectional study is conducted by method of stratified sampling of individuals registered with family health care centers in Pendik district. Participants were invited to family health care center and OAB-V8 and “Patient Assessment Form” that is preformed by investigator were performed. Patients with incontinence are also assessed by incontinence related quality of life questionnaires ICIQ-SF, UDI-6 ve IIQ-7. Results Among participants 49,6% were woman, mean age was 41,5±13,5. In our study probable and definite OAB prevalences were %19,2 and %10,5 respectively; both probable and definite OAB are more common in women than men (%27,2 vs %11,2; p<0.001 ve %15,8 vs %5,4 p<0.001 respectively). OAB prevalence increases by age and definite OAB prevalence was found to be 28,6% in the group aged 65 and over. Prevalence of lower urinary tract symptoms were determined: nocturia 56,2%, frequency 29%, urge 26,5% and incontinence was 18,2%. When age, sex, educational level and income level were entered in logistic regression model female sex and advanced age was seen to increase the risk of definite OAB (OR: 3,66 GA:1,77-7,56, OR: 2,00 GA:1,04-3,84 respectively). iv Conclusion OAB prevalence we determined in our study is consistent with the literature. It points out that OAB is a common health problem. Women and individuals of advanced age were higher risk groups for OAB. To determine the actual size of the problem there is a need to develop tools that can provide definitive diagnosis which can be used in clinical practice.Item Metadata only İstanbul taşdelen beldesinde yaşayan ergenlerde hipertansiyon prevalansı ve yönetimi(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2008) Kurt, Bülent; Ünalan, Pemra Cöbek; Aile Hekimliği Anabilim Dalı