Tez Koleksiyonu
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing Tez Koleksiyonu by Publisher "Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü"
Now showing 1 - 20 of 265
Results Per Page
Sort Options
Item Metadata only (2,3-dimetoksi)fenoksi grupları içeren alfa ve beta sübstitüe metalli ve metalsiz ftalosiyanin bileşiklerinin sentezi ve karakterizasyonu(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2017) Balkaş, Betül Nur; Odabaş, Zafer; Kimya Anabilim Dalı Organik Kimya ProgramıÖZETFtalosiyaninler yaklaşık yüz yıl önce tesadüfen keşfedilen makromoleküllerdir. Ftalosiyanin ismi ilk kez 1933 yılında Profesör Linstead tarafından metalli ve metalsiz ftalosiyaninler ve bunların türevlerinden oluşan organik bileşikler sınıfını tanımlamak için kullanılmıştır [1]. Ftalosiyaninler yapısal olarak B12 vitamini, hemoglobin ve klorofil A gibi porfirin bileşiklerine benzerler, fakat porfirin gibi doğada bulunmazlar [2,3].Ftalosiyaninler yüksek kararlılığa ve yoğun renklere sahiptirler. Bu özelliğinden dolayı boya endüstrisinde yaygın kullanıma sahiplerdir [2]. Bununla birlikte ftalosiyaninlerin fotodinamikterapi, güneş pilleri, fotovolvatik hücre, kimyasal ve gaz sensörleri gibi çok farklı kullanım alanları da bulunmaktadır [1].Bu çalışmada 2,6-dimetoksifenoksi ve 2,3-dimetoksifenoksi grupları içeren ligantlardan ftalosiyanin bileşikleri sentezlenmiştir. Azo (-N=N-) köprülü 2,6-dimetoksifenoksi grubu içeren başlangıç maddesi kullanılarak herhangi bir ftalosiyanin sentezlenemediği için çalışma okso (-O-) köprülü 2,3-dimetoksifenoksi grubu içeren başlangıç bileşikleri ve onlardan alfa ve beta sübstitüe metalli (Cu, Co, Zn) ve metalsiz ftalosiyaninler sentezleri ile devam etmiştir. Başlangıç bileşikleri ve ftalosiyaninlerin yapısı proton nükleer magnetik rezonans (1H-NMR), karbon nükleer magnetik rezonans (13C-NMR), ultraviole-görünür bölge spektroskopisi(UV- Vis), Fourier transform infrared spektroskopisi (FT-IR), uçuş zamanlı, matriks destekli lazer iyonlaştırıcı (MALDI-TOF) kütle spektroskopisi yöntemleri kullanılarak aydınlatıldı. Ayrıca derişim ve çözücü farkı ile ftalosiyaninlerin elektronik spektrumlarındaki değişimler incelendi.ABSTRACTPhthalocyanines are macromolecules that have been discovered by chance for almost a century. Phthalocyanine name was first used by Professor Linstead in 1993 to describe the class of metal phthalocyanines and their derivatives [1]. Phthalocyanines are structurally similar to porphyrin compounds such as Vitamin B12, haemoglobin and chlorophyll but they are not found in nature like porphyrin [2,3].Phthalocyanines have high stability and dense colours. Due to this feature they have widespread use in the dye industry [2]. In addition, there are many different uses of phthalocyanines such as photodynamic therapy, solar cells, photovolvatic cells, chemical and gas sensors [1].In this study, synthesize phthalocyanine compounds from starting materials containing2,6-dimethoxyphenoxy and 2,3-dimethoxyphenoxy groups. The study continued with the synthesis of the oxygen bridged phthalocyanines containing the 2,3-dimethoxy groups because the azo-ligand containing 2,6-dimethoxyphenoxygroup didn’t convert to any Pc. Alpha and beta substituted metallo- and metal-free phthalocyanines were synthesized by using the starting materials containing 2,3-dimetoxyphenoxy group. The structure of the ligands and phthalocyanines were characterized by using the spectroscopic methods of proton nuclear magnetic resonance (1H-NMR), carbon nuclear magnetic resonance(13C-NMR), ultraviolet- visible spectroscopy (UV-Vis), Fourier transform ınfrared spectroscopy (FT-IR), matrix- assisted laser ionization mass spectroscopy (MALDI-TOF-MS). Changes in the electronic spectra of Pcs with concentration and solvent difference were examined.Item Metadata only 316LVM paslanmaz çelik malzemesinin talaşlı imalat süreci sonrasında yüzey bütünlüğü ve aşınma direncinin incelenmesi(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Uçurum, Mustafa; Kaynak, Yusuf; Makine Mühendisliği Anabilim DalıBiyomedikal alanda kullanılan metalik biyomalzemeler arasında yer alan 316LVM paslanmaz çelik malzemeler, yüksek demir içerdiğinden dolayı ferromagnetik bir yapıda olması ve vücut içerisinde basınca maruz kalınan yerlerde korozyona uğramaları nedeniyle 316L paslanmaz çeliklerin yerine geliştirilmiştir. 316L paslanmaz çeliğin vakum altında ergitilerek elde edilen 316LVM paslanmaz çelikler ile vücut içerisinde biyouyumluluğu, üstün mekanik özellikleri, aşınma ve korozyon direnci ile ön plana çıkmaktadır. 316LVM paslanmaz çeliklerin üstün mekanik özellikleri, düşük ısıl iletkenlikleri, aşınma, korozyon direnci ve sünekliklerinden dolayı işlenmesi zor malzemeler olarak kabul edilir. Özellikle 316LVM paslanmaz çeliklerin talaşlı imalatında işlenmiş malzemenin yüzey özellikleri dediğimiz yüzey bütünlüğü çıktılarındaki değişimler yorulma, korozyon ve aşınma dayanımını etkiyebilir. Bu nedenlerden dolayı 316LVM paslanmaz çeliklerin talaşlı imalatındaki yüzey bütünlüğü karakteristiklerindeki değişimlerin aşınma davranışı açısından incelenmesi önem arz etmektedir.Bu tez çalışması kapsamında, 316LVM paslanmaz çelik malzemelerin farklı kesme parametreleri kullanılarak yapılan talaşlı imalat operasyonu sonrası yüzey bütünlüğü karakteristiklerinde meydana gelen değişimler ve bu değişimlerin aşınma davranışına etkileri incelenmiştir. İşlenmiş malzemenin sertlik değerinin artması ile aşınma oranında azalma görülmüş, kesme ve ilerleme değerinin artması ortalama yüzey pürüzlülüğünü artırmasıyla aşınma oranı buralarda artmıştır. Aşınma mekanizmaları olarak abrazif ve adhezif aşınma mekanizmaları oluşmuş, yüzey pürüzlülüğün artması ile yüzeyde oluşan pulcukların ve oksitlenmiş aşınma kalıntılarının arttığı gözlenmiştir--------------------316LVM stainless steel materials, which are among the metallic biomaterials used in the biomedical field, have been developed in place of 316L stainless steels due to their ferromagnetic structure as a result of their high iron content and corrosion in the places exposed to pressure within the body. With 316LVM stainless steels obtained by melting 316L stainless steel under vacuum, its biocompatibility, superior mechanical properties, wear and corrosion resistance stand out.316LVM stainless steel is considered to be difficult to process due to its superior mechanical properties, low thermal conductivity, wear, corrosion resistance and ductility. Especially in machining of 316LVM stainless steels, the changes in surface integrity outputs, which we call surface properties of processed material, may affect fatigue, corrosion and wear resistance. For these reasons, it is important to examine the changes in surface integrity characteristics in machining of 316LVM stainless steels in terms of wear behavior.Within the scope of this thesis, the changes in surface integrity characteristics of 316LVM stainless steel materials after machining with different cutting parameters and their effects on wear behavior were investigated. As the hardness value of the processed material increased, the wear rate decreased, and the increase in the cutting speed and feed rate increased the average surface roughness and increased the wear rate. Abrasive and adhesive wear mechanisms were formed as wear mechanisms, and it was observed that with increasing surface roughness, flakes formed on the surface and oxidized wear residues increased.Item Metadata only A comprehensive hazard and operability study in a crude oil refining factory : a case study in Afghanistan(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Miazada, Ahmad Fawad; Çiftçioğlu, Gökçen Alev; Kimya Mühendisliği (İngilizce) Anabilim DalıBu çalışma Afganistan'da bulunan bir ham petrol arıtma tesisinde mevcut tüm tehlikelerini değerlendirmaktadir. Nedenler, sapmalar, gerekli eylemler tanımlanmış.Ayrıca, HAZOP'un güvenli bir çalışma ve güvenli bir ortama sahip olmasının önemini göstermek için, Petrol üretiminin normal çalışma koşullarında Sera gazı emisyonları (GHG) hesaplayıp ve kazalar sırasında sera gazı salınımı ile karşılaştırırılmakta. HAZOP, planlamacılara, yöneticilere, uzmanlara ve operatörlere riskleri önlemede ve güvenli bir çevreye sahip olmalarında, yüksek bir standart elde etmelerinde yardımcı olup, etkili bir yönetim sisteminin önemini belirlemekte. Ayrıca fabrikanın zayıf risk yönetimi nedeniyle meydana gelen bazı kazalar da araştırılmış olup üretim sırasında ortaya çıkan sera gazı emisyonları, ve kazalar sonucunda sera gazı emisyon miktarlarını karşılaştırdığında, ortaya çıkan sonuç kazaların çevresel etkilerini 10 kat daha fazla olduğunun göstermesi, HAZOP’ün önemini yansıtmıştır.--------------------This study assessed all existing hazards in a crude oil refining factory located in Afghanistan. Cause, deviations, required actions are identified. In addition, greenhouse gas emissions (GHG) of the oil production in its normal working condition is calculated and compared with the GHG release during the accidents to show the importance of HAZOP to have a safe work and safe environment. Since, HAZOP, identifies the importance of an effective management system to help planners, managers, specialists, and operators to achieve a high standard in preventing risks and having a safe environment. Also, accidents that happened due to weak risk management of the factory, are investigated. Generated greenhouse gas emissions during production and consequences are calculated and compared which showed that, the environmental impacts of accidents are 10 times more than the daily impacts of crude oil production.Item Metadata only A framework study for intelligent customer analytics based on anticipation(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Akburak, Dilek; Şenvar, Özlem; Endüstri Mühendisliği (İngilizce) Anabilim DalıŞirketlerin, müşteri davranışını daha iyi anlamak ve müşteri deneyimi yolculuğunu geliştirmek için veriye dayalı kararlar almaları gerekir. Bu sebeple, şirketlerin gerekli bilgileri tanımlamak, analiz etmek, modellemek ve değerlendirmek için çoklu iş zekası işlevlerini müşteri çevikliği açısından entegre etmeleri gerekmektedir. Günümüzün gelişmekte olan dünyasında, şirketler, müşterinin ürün veya hizmet satın alırken geçirdiği tüm aşamaları ve temas noktalarını içeren müşteri yolculuğunu doğru ve hızlı bir şekilde analiz etmek için uzgörülü ve akıllı sistemlere uyum sağlayabilmelidirler. Bu tez çalışmasında, akıllı müşteri analitiği, uzgörülü sistemler ve ilgili kavramlar hakkında derinlemesine bir inceleme yapılmıştır. Bu bağlamda, en nihayetinde müşteri deneyimi yolculuğunu iyileştirmek için uzgörülü müşteri odaklı akıllı müşteri analizi çerçevesi önerilmektedir. Bu tezde, çerçevenin satın alma aşamasını kapsayan gerçek bir uygulama çalışması da sunulmaktadır. Türkiye'de bulunan çok uluslu bir şirketin aşındırıcı ürün satışları 2017 ve 2018 yılları için incelenmiştir. Uygulama çalışmasında, müşteri tiplerini karlılıklarına, değerlerine ve risklerine göre belirlemek amacıyla, en yaygın müşteri segmentasyonu tekniklerinden biri olan, k-means kümeleme algoritması kullanılmaktadır. Veri unsurları, tüketicilerin toplam harcamalarına göre kodlanmış müşteri profili açısından gruplandırılmaktadır. Müşteriler, 2017 ve 2018'deki verilere dayanarak VIP, Platin, Altın ve Bronz olarak 4 gruba ayrılmıştır. Uygulama çalışmasının sonuçları, benzer değerlere, tercihlere ve diğer faktörlere sahip müşteriler için uygun veri odaklı, kendi kendine öğrenen, dinamik ve akıllı pazarlama stratejileri geliştirilerek müşteri memnuniyeti ve sadakat seviyesinin artırılabileceğini göstermektedir.--------------------Companies need to make data driven decisions to better understand customer behavior and improve the customer experience journey. Therefore, companies need to integrate multiple business intelligence functions from the perspective of customer agility in order to define, analyze, model and evaluate the required information. In today’s developing world, companies should be able to adapt to anticipatory and intelligent systems in order to accurately and quickly analyze the customer journey, which includes all the stages and touchpoints that the customer undergoes when purchasing the product or service. In this thesis study, an in-depth review is made about the intelligent customer analytics, anticipatory systems and related concepts. In this regard, an anticipatory customer oriented intelligent customer analytics framework is proposed to ultimately improve the customer experience journey. In this thesis, a real application study covering the purchasing phase of the framework is also presented. The abrasives product sales of a multinational company located in Turkey is examined for the years of 2017 and 2018. In the application study, the k-means clustering algorithm, which is one of the most common customer segmentation techniques, is used to identify the types of customers according to their profitability, values and risks. Data items are grouped according to coded customer profile with respect to the customers’ total expenditures. Customers are divided into 4 groups as VIP, Platinum, Gold and Bronze based on the data in 2017 and 2018. Results of the application study denote that customer satisfaction and loyalty level can be increased by developing appropriate data driven, self learning, dynamic and intelligent marketing strategies for customers with similar values, preferences and other factors.Item Metadata only A multi-objective decision making model for renewable energy planning : the case of Turkey(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2021) Horasan, Muhammed Bilal; Kılıç, Hüseyin Selçuk; Endüstri Mühendisliği Anabilim DalıÖZETYENİLENEBİLİR ENERJİ PLANLAMASI İÇİN ÇOK AMAÇLI KARAR VERME MODELİ: TÜRKİYE UYGULAMASIÇalışılan tezin konusu yenilenebilir enerji planlamasına yönelik çok amaçlı bir karar verme modeli geliştirmek, yenilenebilir enerji kaynaklarından güneş, rüzgar, jeotermal, hidroelektrik ve biyokütle olmak üzere beş enerji türü için belirlenen uygunluk kriterleri bağlamında geliştirilen modelin Türkiye özelinde uygulamasını yapmak, uygulama neticesinde ortaya çıkan sonuçları değerlendirmek, analiz etmek ve Türkiye’de yenilenebilir enerji planlamasına yönelik bir gelecek projeksiyonu sunmaktır.Bu tez çalışmasının amacı yenilenebilir enerji planlaması ile ilgili çevresel, ekonomik, teknik ve sosyal kriterler göz önünde bulundurularak oluşturulan çerçeveye bağlı kalarak ve yenilenebilir enerji kaynaklarından güneş, rüzgar, jeotermal, hidroelektrik ve biyokütle olmak üzere beş enerji türü üzerine yoğunlaşarak, en uygun kaynak çeşitliliğine karar verilebilmesi için yenilenebilir enerji planlamasına yönelik çok amaçlı bir karar verme modeli geliştirmektir. Bununla birlikte, geliştirilen model kullanılarak Türkiye’de bölgesel bazda yenilenebilir enerji planlaması yapılırken, enerji türlerine göre en uygun ve en verimli enerji karmasının belirlenmesine katkıda bulunmak amaçlanmaktadır.Bu tez çalışması ile birlikte doğal kaynaklar bakımından sınırlı rezervlere sahip olan ve gelişmekte olan ülkeler arasında yenilenebilir enerji bakımından yüksek potansiyele sahip bir ülke olarak anılan Türkiye için ithal edilen enerji oranını düşürmek, yerli enerji kaynağını yenilenebilir enerji alternatifleri ile arttırmak ve bunu yaparken yenilenebilir enerji potansiyelini en verimli şekilde kullanmak maksadıyla bir çözüm geliştirmek hedeflenmektedir. Ayrıca, geliştirilen model kullanılarak yenilenebilir enerji planlamasına yönelik orta vadeli bir yatırım perspektifi ile Türkiye için yenilenebilir enerji bölgesel yatırım projeksiyonu sunulması hedeflenmektedir.Yenilenebilir enerji alanı son yıllarda özellikle gelişmekte olan ülkelerde teknolojik gelişmeler ile birlikte hızlı bir artış gösteren elektrik enerjisi talebi nedeniyle önem arz eden bir konu olarak ön plana çıkmaktadır. Benzer bir şekilde gelişmekte olan ülkelerden birisi olması, elektrik enerjisi talebinin artmakta olması ve yenilenebilir enerji potansiyeli bakımından yüksek potansiyelli bir ülke olarak kabul edilmesi gibi nedenlerden dolayı Türkiye’de yenilenebilir enerji planlaması alanında bir çalışma yapılması anlamlı görülmektedir. Bu bakımdan literatür incelendiğinde son dönemde Türkiye’de yenilenebilir enerji konusunda yapılan çalışmalarda büyük bir artış olduğu gözlemlenmektedir. Enerji konusunun birçok farklı faktör ile bağlantılı olması dolayısıyla, araştırmacılar enerji konusunu incelerken çok amaçlı veya çok kriterli yöntemlere yer vermektedirler.Yenilenebilir enerji konusu birçok farklı yaklaşım ve teknik kullanılarak ele alınmaktadır. Ancak bu tez çalışmasında çok amaçlı karar verme yöntemi kullanılarak geliştirilecek olan yenilenebilir enerji planlama modelinin, içerdiği amaç fonksiyonlarının ele alınış şekli ile diğer çalışmalardan ayrılması planlanmaktadır. Bunun yanı sıra, geliştirilen özgün modelin Türkiye’de bölgesel bazda uygulanacak olması çalışmayı literatürde yer alan diğer birçok çalışmadan ayırt etmektedir. Ayrıca, geliştirilen model kullanılarak Türkiye’de bölgesel olarak sunulması planlanan orta vadeli yenilenebilir enerji planlama projeksiyonu bu tez çalışmasına özgünlük katan bir diğer özellik olacaktır.Kullanılacak olan çok amaçlı karar verme modeli ana hatlarıyla amaçlar, parametreler, bunları etkileyen kısıtlar ve karar değişkenlerinden oluşacaktır. Bu model ile yapılan uygulama sonuçlarının analizinin enerji planlaması alanında gelecekte yürütülecek akademik çalışmalara referans bir kaynak olarak katkı sağlayacağı düşünülmektedir.--------------------ABSTRACTA MULTI-OBJECTIVE DECISION MAKING MODEL FOR RENEWABLE ENERGY PLANNING: THE CASE OF TURKEYThe topic of this thesis is to develop a multi-objective decision-making model for renewable energy planning, to apply the developed model in the case of Turkey for the five types of renewable energy sources including solar, wind, geothermal, hydroelectric, and biomass in the context of determined suitability criteria, to evaluate the results gathered from the applied model, to make an analysis and to provide projections of future planning for renewable energy in Turkey.This thesis aims to develop a multi-objective decision-making model for renewable energy planning in order to decide on the most appropriate resource diversity by focusing on five energy types from the renewable energy sources, namely solar, wind, thermal, hydroelectric, and biomass based on the framework structured by considering the criteria related to renewable energy planning that involves environmental, economic, technical and social issues. In addition to this, while constructing plans related to renewable energy on a multiregional basis in Turkey by using the developed renewable energy planning model, it is aimed to contribute to determining the most appropriate and the most efficient energy mix according to the type of energy.With this thesis, it is also aimed to reduce the amount of imported energy, increase domestic energy supply with renewable energy alternatives, and develop a solution intended for using the renewable energy potential in the most efficient way for Turkey which has limited reserves in terms of natural resources while having high potential in terms of renewable energy across the developing countries. Also, with using the developed model it is aimed to provide energy investment projections in Turkey on a multiregional basis from a medium-term investment perspective for renewable energy planning.In recent years, the field of renewable energy has become an important topic, especially in developing countries due to the rapidly increasing demand for electrical energy with the effect of technological developments. Similarly, since it is known as one of the developing countries with having high potential in terms of renewable energy and having an increasing demand for electricity, it can be considered reasonable to conduct a study in the field of renewable energy planning in Turkey. In this regard, it can be observed from the literature review that a significant increase in recent studies on renewable energy in Turkey. On the other hand, the renewable energy field is related to many different factors, thus researchers are started to use multi-objective or multi-criteria methods when examining energy-related topics.The field of renewable energy is reviewed and discussed by using many different approaches and techniques. However, the renewable energy planning model, which is developed in this study by considering the multi-objective decision-making method, can be distinguished from others with the originality of the objective functions it contains. This thesis can also be distinguished from many other studies in the literature with the application part since it is applied on a multiregional basis in Turkey. Moreover, it is planned to propose renewable energy planning projections on a multiregional basis in Turkey by using the developed model, which is another feature that adds to the authenticity of this thesis.The multi-objective decision-making model to be used consists of objectives, parameters, constraints, and decision variables. It is thought that the analysis of the application results with this model will contribute to future academic studies in the field of energy planning as a reference resource.Item Metadata only A Multı-crıterıa decısıon-makıng approach for health technology assessment and a case study for dıalysıs alternatıves ın Turkey(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2017) Öztürk, Necla; Vayvay, Özalp; Mühendislik YönetimiÖZET SAĞLIK TEKNOLOJİ DEĞERLENDİRMELERİ İÇİN ÇOK KRİTERLİ KARAR VERME YAKLAŞIMI VE TÜRKİYE’DE DİYALİZ ALTERNATİFLERİ İÇİN UYGULANMASI Bu çalışma kapsamında, sağlık teknoloji tipine bakılmaksızın STD çalışmalarının geniş bir yelpazesine uygulanabilen STD`ye dayalı karar verme için genel bir MCDM modeli geliştirmektir. MCDM4HTA modeli AB ülkeleri arasında ortak kabul görmesi nedeniyle EUnetHTA'nın HTA Core Model® için geliştirilmiştir. HTA Core Model®'in alanları, dokuz ana kriter olarak tanımlanmaktadır. Her ana kriter altındaki diğer alt kriterler ve alt-alt kriterler, alanların altındaki konuların değerlendirilmesi ile tanımlanmıştır. Kriter ağırlıkları, çok disiplinli karar verme grubunun değerlendirmelerinin AHP analizi ile belirlenmektedir. Önerilen modeldeki kriterlerin puanı doğrudan HTA raporundaki değerlendirmelerden alınmaktadir. MCDM4HTA'nın geçerliliği, TC Sağlık Bakanlığı'nın STD diyaliz çalışma grubu ile koordineli olarak yürütülen bir uygulama ile yapılmıştır. Problemin performans matrisi, TOPSIS, VIKOR, Bulanık TOPSIS, Bulanık VIKOR ve Hedef Programlama tekniklerini içeren karar destek programı DEMATSEL ile çalıştırılmıştır. Karar verme grubu tarafından belirlenen ağırlıklarla olan ve HTA raporunun tüm kriterlerinin dikkate alındığı senaryolarda, PD, HD ile karşılaştırıldığında topluma maliyetlerin yüksek olmasına rağmen en iyi diyaliz yöntemi olarak tespit edilmiştir. PD, HD ve HHD için yalnızca maliyetler ve ekonomik değerlendirme kriterinin değerlendirildiği bir başka senaryoda, yüksek maliyetlere rağmen daha iyi etkinlik nedeniyle HHD en iyi alternatif olarak seçilmiştir. Bu çalışmada geliştirilen bütünleşmiş karar verme modeli olan MCDM4HTA, hem kanıt temelli karar politikasını hem de çok disiplinli paydaşların şeffaf katılımlarını desteklemektedir. Key Words: HTA, HTA ihtiyaçları, karar verme, MCDM, AHP, TOPSIS, VIKOR, Goal Programming ABSTRACT A MULTI-CRITERIA DECISION-MAKING APPROACH FOR HEALTH TECHNOLOGY ASSESSMENT AND A CASE STUDY FOR DIALYSIS ALTERNATIVES IN TURKEY The aim of this paper is to develop a generic MCDM model for HTA decision-making that can be applied to a wide range of HTA studies regardless of healthcare technology type. MCDM4HTA model is developed for HTA Core Model® of EUnetHTA due to common acceptance among EU countries. Domains of HTA Core Model® are defined as nine main criteria. Further sub-criteria and sub-sub criteria under each main criterion are defined by critical evaluation of the underlying topics and issues. AHP is used to determine the weights through the commitment of multi-disciplinary decision-making group. The scores for criteria in the model proposed are derived from the HTA report. Validation of MCDM4HTA is done by an application with collaboration to dialysis HTA study group of Turkish Ministry of Health. The performance matrix is run with the DSS program DEMATSEL, which includes TOPSIS, VIKOR, Fuzzy TOPSIS, Fuzzy VIKOR, and Goal Programming techniques. In scenarios with the weights defined by the decision-making group and all criteria are taken into consideration with in context of the HTA report, PD is found to be the best choice in comparison to HD despite having higher cost to society. In one another scenario where only cost and economic evaluation criteria is evaluated for PD, HD, and HHD, HHD is chosen as the best alternative due to better effectiveness despite higher cost. The integrated decision-making model, MCDM4HTA, developed in this study supports both the evidence based decision policy and transparent commitment of multi-disciplinary stakeholders. Key Words: HTA, HTA needs, decision-making, MCDM, AHP, TOPSIS, VIKOR, Goal ProgrammingItem Metadata only A new multi-objective model for integrated supply chain scheduling problem in flexible job shop environment(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2018) Ceylan, Zeynep; Bulkan, Serol; Tozan, Hakan; Endüstri Mühendisliği Anabilim DalıBu tezde, Tedarik Zinciri Çizelgeleme (TZÇ) problemi için yeni entegre çok amaçlı bir matematiksel model geliştirilmiştir. Üretim tesisi, depo ve nihai müşteriler içeren Tedarik Zinciri Ağı Tasarımı (TZAT) için çok ürünlü, çok periyotlu ve çok kademeli bir yapı geliştirilmiştir. Üretim tesisinin ürünleri esnek atölye tipi çizelgeleme ortamında üreteceği varsayılmıştır. Ürünler, bir dizi operasyondan oluşmakta ve nihai ürünü tamamlamak için üretim tesisinde bulunan çok fonksiyonlu makineler setinde işlenmektedir. Nihai ürünler, müşterilerin taleplerini karşılamak üzere depolara teslim edilmektedir. Ayrıca, müşteri taleplerinin yerine getirilmemesi durumunda, her dönem için bekleyen sipariş ortaya çıkmaktadır.Problem kısıtlı çok amaçlı Karma Tamsayılı Doğrusal Programlama (KTDP) modeli olarak formüle edilmiştir. İlk amaç fonksiyonu, tüm periyotlardaki toplam tedarik zinciri maliyetlerini en aza indirmeyi ve ikinci amaç fonksiyonu ise tüm periyotlardaki yayılma alanlarının toplamını en aza indirmeyi amaçlamaktadır. Önerilen KTDP modelinin performansını değerlendirmek için çeşitli boyutlarda rastgele test problemleri oluşturulmuştur. Farklı Çok Amaçlı Karar Verme Yöntemleri (ÇAKY) ve Pareto yöntemine dayanan bir meta-sezgisel yaklaşım olan "baskılanamayan sıralamalı genetik algoritma-II (NSGA-II)" yöntemi modeli çözmek için kullanılmıştır. Ayrıca, en iyi çözüm yöntemini belirlemek için Filtreleme/Yer Değiştirme İdeal Çözüm yöntemi uygulanmıştır. Son olarak, önerilen yöntemin uygulanabilirliğini göstermek için bazı sayısal örnekler sunulmuştur.--------------------In this thesis, a new integrated multi-objective mathematical model for Supply Chain Scheduling (SCS) problem was developed. Multi-product, multi-period and multi-echelon structure was developed for Supply Chain Network Design (SCND) including manufacturing facility, warehouses, and final customers. It was assumed the manufacturing facility produces the products in flexible job-shop scheduling (F-JSS) environment. Each product consists of a sequence of operation and processed on a set of multi-functional machines in manufacturing facility to complete final product. The finished products are delivered to the warehouses in order to meet the demands of the customers. Moreover, in case customers' demands are not fulfilled, the shortage in terms of backorder can occur in each period. The problem is formulated as a constrained multi-objective Mixed Integer Linear Programming (MILP) model. The first objective function aims to minimize the total supply chain costs and the second objective function aims to minimize the total makespan in all periods. Various sizes of test problems are randomly generated to evaluate the performance of the proposed MILP model. Different Multi-Objective Decision Making Methods (MODM) and the "Non-dominated Sorting Genetic Algorithm-II (NSGA-II) method, which is a meta-heuristic approach based on Pareto method are used for solving the model. Furthermore, Filtering/Displaced Ideal Solution (DIS) method is applied to determine the best solution method. Finally, some numerical examples are presented to illustrate the applicability of the proposed method.Item Metadata only A novel design of levan based tumour targeting nano-scale micelles(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2014) Mutlu, Esra; Eroğlu, Mehmet S.; Toksoy Öner, EbruÖZET YENİ BİR YÖNTEMLE TÜMÖR HÜCRELERİNİ TANIYABİLEN LEVAN ESASLI NANO-KÜRECİKLERİN HAZIRLANMASIKanser hücreleri ve yakın çevresi, normal hücreler ile kıyaslandığında, enerji metabolizmalarını yeniden düzenlemek, çoğalmak, ve şekillerini değiştirerek hücreler arası adezyon özelliklerini arttırmak için şekerden sağlanan enerjiye daha fazla ihtiyaç duyarlar. Levan, polifruktan yapısı sayesinde normal hücrelere nazaran kanser hücreleri tarafından daha fazla tercih edilen bir enerji kaynağı olabileceği düşünülmüştür. Bu sebepten dolayı, negeatif yüzey yüküne sahip ve paklitaksel taşıyan çapraz bağlı solid lipit nanopartiküller (PXSLNPs), yeni bir sentez stratejisi ile kor olarak hazırlanmış olup, bu nanopartiküller pozitif yüklü düşük moleküler ağırlıklı levan (16.000 g/mol) ile kaplanmıştır. Kor kısım, polimerleşebilen, 2-Akrilamido-2-metilpropan (AMPS) ile fonksiyonlandırılmış Lesitin ve ilaç tutucu polimer olan vinillenmiş poly- Caprolacton-diolün (1250 g/mol) UV polimerizasyon yöntemi ile Tween 80 emülgatörü kullanılarak hazırlanmıştır. Fluorescein sodium tuzu, nanopartikül ve levan bazlı kabuk arasına konularak, hücre kültüründe floresan mikroskop tekniği kullanılarak görüntüleme yapılmıştır. Nanopartikül iç kısmın boyut dagılımı ve zeta potansiyel değeri sırasıyla, 50-350 nm ve 75mV olarak bulunmuştur. DSC çalışmalarından gözlenen, paklitaksel nanopartikül içinde tamamen amorf olarak bulunmakta ve ayrıca yüksek ilaç taşıma kapasitesine sahip nanopartiküller içinde (68%) homojen bir şekilde dağılmaktadır. Bu sonuçlar, in vitro ilaç salım ve antitumor aktivite sonuçları ile beraber değerlendirildiğinde, levan kaplı ve paclitaxel yüklü nanopartiküllerin akciğer kanseri için potansiyel tedavi edici etkiye sahip olduğu belirlenmiştir.Eylül, 2014 Esra MUTLUABSTRACTA NOVEL DESIGN OF LEVAN BASED TUMOUR TARGETING NANO-SCALE MICELLESCancer cells and their microenvironments need much more sugar-induced energy compared to normal cells in order to rearrange energy metabolism, proliferation and change their shape to increase their extracellular adhesion ability. Due to its polyfructan structure, levan was assumed to be the more preferred energy source by cancer cells compared with normal cells. Therefore, negatively surface charged and paclitaxel carrying crosslinked solid-lipid nanoparticles (PXSLNPs) were prepared as a core using a new synthesis strategy and these nanoparticles were coated with positively charged low molecular weight levan (16.000 g/mol). The core was prepared from polymerizable lecithin which was functionalized with 2-Acrylamido-2-methylpropane (AMPS) and vinylated poly- Caprolacton-diol (1250 g/mol) as a polymer drug-spacer in the presence of Tween 80 as emulsifier by UV polymerization. Fluorescein sodium salt was inserted between the nanoparticles and levan based shell to monitor them in cell culture media using fluorescence microscopy. Size distribution of core nanoparticles and their zeta potential values were between 50-350 nm and -75mV, respectively. It was observed from DSC studies that paclitaxel was in fully amorphous phase and homogenously dispersed in the nanoparticles which showed relatively higher loading capacity (68%). These studies together with in vitro drug release and anticancer activity results indicated that the levan coated and paclitaxel loaded nanoparticles have a potential therapeutic effect for the treatment of lung cancer. September, 2014 Esra MUTLUItem Metadata only A pan-cancer study using TCGA datasets to find possible novel prognostic markers(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Kısakol, Batuhan; Baysan, Mehmet; Bilgisayar Mühendisliği Anabilim DalıKanser günümüzde en sık görülen ölüm nedenleri arasındadır. Bu hastalık, hücrelerin doğal olmayan yollarla ve kontrol edilemez bir şekilde büyüyerek diğer normal dokuları tehdit etmesi olarak tarif edilebilir. Yüzyıllardır kanser üzerinde yapılagelen çalışmalar Yeni Nesil Dizileme (YND) teknolojilerinin son yıllardaki gelişimi ile dikkate değer bir seviyeye erişmiştir. Mevzubahis teknoloji sayesinde hem kanser çalışmalarının kapsamı genişlemiş hem de insanlığı tehdit eden bu hastalığın kompleks yapısı günümüzde daha iyi kavranmaya başlanmıştır. YND teknolojilerinin sunduğu imkan çerçevesinde son zamanlarda büyük epigenetik, genetik ve transkriptomik veri setleri üretilmiştir. Bununyanında, kanserartıkbirorganhastalığıolarakdeğil, molekülerbirhastalıkolarak görülmeye başlanmıştır.Bu tezde üç farklı moleküler veri seti kullanılarak bir pan-kanser çalışması yapılmaktadır. DNA metilasyon, DNA kopya sayısı, DNA mutasyon ve RNA ekspresyonu seviyelerini gösterenverisetleriTCGAportalindenindirilerekkullanılmaktadır. Buçalışmamümkün olan en fazla sayıda kanser için moleküler veri kümelerini kullanarak yeni prognostik belirteçler bulmayı amaçlamaktadır. Bu hedefi gerçekleştirmek için, bu tezde daha önceden önerilen prognostik belirteçler (altklon sayısı ve çeşitlilik indeksleri gibi) ile beraber dört veri setindeki her prob/gen’in toplam varyansları da yeni birer olası belirteç olarak kullanılmaktadır. Ayrıyeten sunulan bu yeni belirteçler ile öncekiler arasındaki istatistiki ilişkiler ortaya konulmaktadır.Çalışmanın çıktıları, DNA metilasyonundaki toplam mutlak değişimin, pan-kanserde ve spesifik olarak bazı kanser tiplerinde, sağkalım üzerinde önemli bir belirteç olabileceğini göstermektedir. Ayrıca makine öğrenmesi ve derin öğrenme metodlarıyla beraber bu olası göstergeleri tahmin eden modeller geliştirilmektedir. Sonuçlar hangi modellerin hangi veri setleri üzerinde verimli çalıştıklarını göstermektedir--------------------Cancer is one of the most common causes of death worldwide. It can be described as the unnatural and uncontrollable growth of cells, which may lead to spreading other normal tissues. This major threat to human life has been studied for centuries. Yet, with the emergence of Next-Generation Sequencing (NGS) technologies, scope of these studies are expanded and better comprehension of the structure of such complex disease became possible. Through these developments, massive datasets regarding genetics, epigenetics, andtranscriptomicsareproducedincancerstudies. Besides,advancementintechnologies revealed that cancer might be treated as a molecular disease rather than a disease of an organ.Therefore, in this thesis, a pan-cancer study is conducted by using three-level molecular datasets. DNA methylation, DNA Copy Number, DNA Mutation, and RNA expression datasets from TCGA Portal are available to process. This study aims to find novel prognostic markers by using all possible datasets in as many cancer types as possible. For this purpose, prognostic markers, such as subclone numbers and diversity indexes, are used along with new proposed indexes, total variances for each gene/probe on four datasets. Association between these proposed indexes and existing ones are also demonstrated.Results suggest that total absolute change in DNA methylation might be a significant markerinpan-cancerandsomeparticularcancertypes. Moreover, thisstudyinvestigates several machine learning and deep learning models to predict these possible indicators. Findings show which models are more suitable in which circumstances.Item Metadata only Açık kaynak kodlu ve kapalı kaynak kodlu işletim sistemlerinin güvenlik analizi(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2021) Kuğuoğlu, Halil İbrahim; Demir,Önder; Buldu, Ali; Bilgisayar Mühendisliği Anabilim DalıBilişim dünyasında iki tür uygulama vardır biri açık kaynak kodlu uygulamalar diğeri kapalı kaynak kodlu uygulamalardır. Kapalı kaynak kodlu yazılımlar tamamen ücretli lisansa sahip ve kullanımı için belli bir bedelin ödenmesi gereken uygulama türüdür. Bu tip uygulamaların kodlarına erişim mümkün değildir bu sebeple ücret ödeyerek kullanılması dahi uygulama kodları üzerinde herhangi bir değişiklik yaparak geliştirme yapılması söz konusu olmaz.Açık kaynak kodlu yazılımların kullanımı, kodlarına erişim ve dağıtımı tamamen serbesttir ve gönüllü geliştiriciler tarafından geliştirilir ve güncelleme çalışmaları yapılır. Bu sebeple her kullanıcı aynı zamanda geliştirici olma şansına sahip olabilir.Buna rağmen dünya üzerinde kapalı kaynak kodlu yazılımların kullanım oranı, açık kaynak kodlu yazılımların kullanım oranına göre daha fazladır.Bu çalışmada açık kaynak kodlu işletim sistemi olan Linux ile Microsoft firması tarafından geliştirmesi yapılan Windows 10 sürümü Kali Linux işletim sisteminin barındırdığı araçlar kullanılarak güvenlik testlerine maruz bırakıldı. Yapılan bu saldırıların sonunda alınan sonuçlar analiz edilerek bu iki farklı yapıya sahip işletim sitemlerinin güvenlik açısından karşılaştırmaları yapılmıştır. Tez çalışmasında kullanılan materyaller ve yöntemler doğrultusunda yapılan çalışmalar ile Linux işletim sisteminin hem saldırı hem de savunma yönünden Windows işletim sisteminden daha güvenilir sonuçlar verdiği sonucuna erişilmiştir. İÇİNDEKİLERSAYFAÖNSÖZiİÇİNDEKİLERiiÖZETivABSTRACTvŞEKİLLER LİSTESİviiTABLOLAR LİSTESİxii1.GİRİŞ VE AMAÇ11.1.Giriş11.2.Amaç22.LİTERATÜR TARAMASI VE İNCELEMELER42.1.Literatür Taraması42.2.İncelemeler62.2.1.Siber Saldırı62.2.2.Siber Güvenlik82.2.3.İşletim Sistemleri112.4.Kali Linux212.5.Firewall23 2.5.1. Pfsense ……………………………………………………………….....252.6. Wireshark ….……………...………………………………………………...252.7.Snort …………………………………………………………………………252.8.Clam AV …………………………………………………………………….263.MATERYAL VE YÖNTEM273.1.Güvenlik Analizi Yöntemleri273.1.1.Mevcut ayarlarla kurulan işletim sistemlerine yapılan saldırılar283.1.2.Firewall ayarları yapılmış işletim sistemlerine yapılan saldırılar323.1.3.Antivirüs kurulmuş işletim sistemlerine yapılan saldırılar343.1.4.Firewall ayarları yapılmış ve antivirüs kurulmuş işletim sistemlerine yapılan saldırılar364.KALİ LINUX SALDIRI HAZIRLIĞI394.3.Kali – Linux İle İlk Atak ve Antivirüs By Pass594.4.Kurban Bilgisayara Firewall Ayarları Yapılmadan İlk Temas634.5.Kurban (Hedef) bilgisayarda Firewall (Free BSD tabanlı PfSense) Kurulum ve Ayarları644.6.Kali ile Ping of Death Saldırısı ve Firewall Savunması774.7.Windows 10 Üzerine Kali Linux Kurulumu825.BULGULAR946.SONUÇLAR98KAYNAKLAR100ÖZGEÇMİŞ104--------------------There are two types of practices in the informatics, one is the open-source way, the other one is the closed source one. The closed source softwares are the ones you need to pay for a license to use them. It is not possible to access the source code of these types of softwares, for this reason, even if you pay the lisence for using these softwares, its out of the question to tinker their source code for development purposes.It is free to access and distribute the source code of the open source type softwares, their development and updates depends on voluntary developers. For this reason, any user is a potential developer for these softwares.However, the use rate of closed source softwares in the world is higher than the open source ones.In this study, Linux, an open source operating system. and Windows 10 will be subjected to security tests by using the tools hosted by Kali Linux operating system. The results of these atacks will be used to analyze the comparison in terms of security of these two structurally different operating systems.CONTENTSSAYFAPREFACEiCONTENTSiiABSTRACTivABSTRACTvLIST OF FIGURESviiLIST OF TABLESxii1.INTRODUCTION AND PURPOSE11.1.Introduction11.2.Purpose22.LITERATURE REVIEW AND REVIEWS42.1.Literature Review42.2.Reviews62.2.1.Cyber Attack62.2.2.Cyber Security82.2.3.Operating Systems112.4.Kali Linux212.5.Firewall232.5.1.PFSense252.6.Wireshark252.7.Snort252.8.Clam AV263.MATERIAL AND METHOD273.1.Security Analysis Methods273.1.1.Attacks on operating systems installed with current settings283.1.2.Attacks on operating systems with firewall settings323.1.3.Attacks on operating systems with antivirus installed343.1.4.Attacks on operating systems with firewall settings and antivirus installed.……………………………………………………………………………………..364.KALİ LINUX PREPARATION FOR ATTACK394.3.Kali - First Attack with Linux and Bypass Antivirus594.4.First Contact to Victim Computer Without Firewall Settings63Firewall (Free BSD based PfSense) Installation and Settings on Victim (Target) computer644.6.Ping of Death Attack and Firewall Defense with Kali774.7.How to Install Kali Linux on Windows 10825.RESULTS 946.CONSEQUENCES98RESOURCES100CURRICULUM VITAE104Item Metadata only Adaptive methods for photorealistic image synthesis(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Çavuş, Muhammet Sencer; Baran, Mehmet Kadir; Bilgisayar Mühendisliği (İngilizce) Anabilim DalıFotogerçekçi imaj sentezlemede kullanılan ışık yayılımı simülasyonu algoritmalarında verimli örnekleme çözülememiş bir problemdir. Bu tezde öncelikle ışık yayılımı simülasyonunun temellerini ve verimli örneklemeye engel olan zorlukları açıklıyoruz. Bu zorluklara çare olmaya aday olan bir yaklaşım olan uyarlanabilir önem örnekleme üzerinde duruyoruz. Bunun için, daha önce yayınlanmış, uyarlanabilir önem örneklemeyi mümkün kılan ışık yolu yöneltme metodlarını inceliyoruz. Bu yöneltme metodlarının çoğunun sadece sahne yüzeylerindeki noktalara gelen radyansı yaklaşık olarak değerlendirdiği ve bu yaklaşık değere göre örnekler oluşturduğunu belirtiyoruz. Bu yaklaşım, ışığı her yöne dağıtan yüzeyler için göreceli olarak iyi çalışsa da, bu yolla oluşturulan örnekler parlak yüzeyler için işe yaramaz hale gelebiliyor, çünkü parlak materyaller bakış açısına bağlı olduğundan, gelen ışığın sadece belli bir kısmı yansıyor. Bu tezde, daha önce yayınlanmış ağaç tabanlı bir yöneltme metoduna, bakış açısına bağlı ışık yayılımını hesaba katması için yapılan basit bir ilaveyi sunuyoruz. Önceki metodda olduğu gibi, sahne uzayı uyarlamalı olarak bölgelere bölünüyor. Her bölgeye, gelen radyansı kaydeden bir dörtlü ağaç iliştiriliyor. Bizim metodumuzda bu dörtlü ağaçlar sadece ışığı her yöne dağıtan yüzeyler için kullanılıyor. Ek olarak, her bölgeye, bakış yönlerinin uzayını bölen, ve gelen radyansı kaydeden dörtlü ağaçlar içeren bir dörtlü ağaç iliştiriyoruz. Bu dörtlü ağaçlar da parlak yüzeyler için kullanılıyor. Yaptığımız ilaveyle, çok sayıda parlak yüzey bulunduran sahnelerde iyileşmeler ve bakış açısına bağlı ışık yayılımı bulundurmayan sahnelerde asgari düzeyde ek hafıza kullanımı gözlemliyoruz.--------------------Efficient sampling in light transport simulation algorithms used for photorealistic image synthesis remains an unsolved problem. In this thesis, we first explain the basics of light transport simulation and main challenges that prevent efficient sampling. We emphasize adaptive importance sampling, which is a promising approach to overcome these challenges. Thus, we review previously published light path guiding methods that enable adaptive importance sampling. We state that most of these guiding methods only approximate incident radiance at points of scene's surfaces and generate samples according to this approximation. This approach works relatively well for diffuse surfaces. However, samples generated in this way at points on glossy surfaces may become invalid, since only a subset of incident light is reflected as glossy materials are view-dependent. In this thesis, we propose a simple extension to a previous tree-based guiding method to make it aware of view-dependent light transport. As in the previous work, spatial domain of the scene is adaptively partitioned into regions. To each of these regions, a quadtree that records incident radiance is attached. In our method these quadtrees are used only for diffuse surfaces. We attach to each spatial region an additional quadtree that partitions the space of view directions and stores quadtrees that record incident radiance. These quadtrees are then used for glossy surfaces. With our extension, we observe improvements in scenes with many glossy surfaces and minimal memory overhead in scenes without view-dependent light transport.Item Metadata only Ağ analizi ve zaman serisi yöntemleri ile patent verisi analizi(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020) Özata, Hatice Işık; Demir, Önder; Doğan, Buket; Bilgisayar Mühendisliği Anabilim DalıHem özel hem kamu kurumları stratejik yatırımlar yapabilmek ve çalışmalarını hangi yönde ilerletmeleri gerektiğini öğrenebilmek için gelişmekte olan teknolojilere ilişkin ön bilgilere büyük ilgi duyarlar. Gelişmeleri izlemek ve yönelimleri takip etmek için patent dokümanlarından teknoloji tahminleri yapmak son zamanlarda ortaya çıkan ve parlayan bir araştırma alanıdır. Bugüne kadar farklı alanlarda teknoloji tahmini yapıp sonuçlarını paylaşan birçok çalışma yapılmıştır. Ancak günümüzün en önemli konularından olan bilgi güvenliği için teknoloji tahmini alanında yapılan çalışmalar kısıtlıdır. Son zamanlarda bilgi güvenliği hem yazılım, hem donanım hem de insanı ilgilendiren karmaşık bir yapı haline gelmiştir. Bunun sonucunda, bilgi güvenliği alanında ortaya çıkan yeni teknolojiler hızla artmaktadır. Bu çalışmada da son on yılda alınan patentlerden bilgi güvenliğini ilgilendirenler veri seti olarak hazırlanmış ve çalışmanın devamında veri setindeki patentler ağ analizi ve zaman serisi analizi yöntemleriyle incelenmiştir. Ağ analiziyle yıl bazında analizler yapılıp hangi yıl hangi ülkenin hangi patent sınıfıyla bu alana yöneldiği izlenmiştir. Aynı zamanda ağ analizi tüm veri seti için de yapılmış olup, son on yılın bilgi güvenliği alanında en çok patent alan ülkesi ve en çok patente sahip sınıfı belirlenmiştir. Patentler sınıflandırma sistemi sayesinde teknik alanlara göre ayrılmaktadır.Zaman serisi analizinde frekans değerine farklı bir bakış açısıyla yaklaşıp, veri setinde en çok kullanılan dokuz patent sınıfı frekans olarak kullanılmış ve bu şekilde yapılan zaman serisi analizi sonuçları paylaşılmıştır. Zaman serisi analizi için farklı yöntemler denenmiş, 2019 yılı için en yakın tahmini yapan metodun 2020 yılı için yaptığı tahminleri dikkate alınmıştır. Değerlendirmemiz önerilen zaman serisi analizi yönteminin 2019 yılı ilk 6 ayı için bilgi güvenliği alanında alınan patentlerin patent sınıflarına ait patent sayılarını %98 doğrulukla hesaplayabileceğini ortaya koymaktadır.--------------------Both private and public institutions are very interested in prior knowledge of emerging technologies in order to make strategic investments and learn how to advance their work. Technology forecasting from patent documents to follow developments and follow trends is a recent and shining field of research. Until today, many studies have been conducted in different fields that make technology forecasts and share their results. However, studies in the field of technology forecasting for information security, which is one of the most important issues of today, are limited.Recently, information security has become a complex structure that concerns both software, hardware and people. As a result, new technologies emerging in the field of information security are increasing rapidly.In this study, among the patents obtained in the last decade, those concerning information security were prepared as a data set, and the patents in the data set were examined by network analysis and time series analysis methods.With the network analysis, year-based analyzes were made and it was monitored which year which country and which patent class directed to this field. At the same time, the network analysis was performed for the entire data set, and the country with the most patents and the class with the most patents in the field of information security of the last decade was determined. Patents are divided according to technical areas thanks to the classification system.In the time series analysis, approaching the frequency value from a different perspective, the most used nine patent class frequencies in the data set were used and the results of the time series analysis made in this way were shared. Different methods were tried for time series analysis, and the estimates made for 2020 by the method that made the closest estimate for 2019 were taken into account. Our evaluation reveals that the proposed time series analysis method can calculate the number of patents belonging to patent classes of patents received in the field of information security for the first half of 2019 with 98% accuracy.Item Metadata only Ağır metal analizleri için çevre dostu yeşil bir ön zenginleştirme yöntemi geliştirilmesi(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2021) Aracıer, Esra Duygu; Kök Yetimoğlu, Ece; Aydın Urucu, Oya; Kimya Anabilim DalıMatris etkisi ve eser miktarda metallerin ölçüm duyarlılığının az olması sebebi ile ağır metallerin çevre örneklerinden analizi AAS ile oldukça zordur. Bu zorluğu aşmak adına ön zenginleştirme yöntemleri geliştirilmiştir. Bu yöntemlerde analizi istenen metal iyonu, örnekten ayrılır ve ayrı bir faz içinde derişik hale getirilip analiz edilir.Son yıllarda birçok mikroekstraksiyon yöntemi geliştirilmiştir. Geleneksel ekstraksiyon yöntemlerinden farklı olarak bu yeni geliştiren mikroekstraksiyon yöntemleri çözücü atığı oluşturmadığından, daha doğal kimyasallar kullanıldığından yeşil kimya olarak adlandırılan yeni çalışmalara da katkı sağlamaktadır. Ayrıca bu yöntemlerin hızlı uygulanabilir ve pratik olması da analizi gerçekleştiren kişi açısından zaman kaybını azaltmaktadır. Aynı zamanda az çözücü kullanıldığından ekonomik olmaları da çok büyük avantajdır.Bu çalışmada yeni geliştirilen Derin Ötektik Çözücü Mikroekstraksiyon yöntemi ile Pb(II) iyonlarının tayini gerçekleştirilmiştir. Pb(II) iyonlarının analizi oldukça hassas bir yöntem olan Elektrotermal Atomik Absorbsiyon Spektrometresi ile yapılmıştır. Yönteme ait tüm analitik parametreler (pH, ligand, ekstraksiyon çözeltisi miktarı, THF miktarı) optimize edilmiştir. Yapılan çalışmalara göre; gözlenebilme limiti 0,071 µg L-1, tayin sınırı ise; 0,236 µg L-1 olarak bulunmuştur. Yöntemin validasyonu SPS-SW1 standart referans maddesinin analiziyle kontrol edildi. Bunun yanında geliştirilen önzenginleştirme yöntemi, kurşun iyonlarının tayini için göl ve dere sularına başarı ile uygulanmıştır.Geliştirilen bu yöntem ile farklı su örneklerindeki Pb(II) iyonlarının analizi oldukça hızlı ve kolay gerçekleşmektedir.--------------------Determination of Pb(II) ions was carried out with this newly developed Deep Eutectic Solvent Microextraction method. All analytical parameters of the method have been optimized. Thanks to this method, analysis of heavy metals in different environmental and water samples is very fast and easy. Analysis of heavy metals from environmental samples is quite difficult with AAS due to matrix effect. Preconcentration methods have been developed to overcome this difficulty. In these methods, the metal ion desired to be analysed is separated from the sample and analyzed by being concentrated in a separate phase.Many types of microextraction methods have been developed in recent years. Unlike traditional extraction methods, these newly developed micro-extraction types also contribute to new studies called green chemistry, since more natural chemicals are used, since they do not generate solvent waste. In addition, the fact that these methods can be applied quickly and practically prevents the loss of time for the person performing the analysis. One of the great advantages of these methods is that they are economical because very little solvent is used.In this study, a new micro-extraction method aimed at separation and preconcentration of Pb(II) ions with Electothermal Atomic Absoprtion Spectrophotometer (ETAAS) was developed. The method has been applied to various environmental and water samples and all analytical parameters (pH, ligand, extraction solution amount, THF amount) have been optimized.According to the studies limit of detection and limit of quantification were found 0.071µg L-1, 0.236 µg L-1 respectively.The validation of the method was checked by analysis of the SPS-SW1 reference material. In addition, the current preconcentration method has been successfully applied to lake and stream waters for the determination of lead ions.Item Metadata only Akıllı şehirlerde atık yönetimi amaçlı akıllı çöp kutusu tasarımı(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2021) Azaddar, Hadi; Kemalettin Terzi, Ümit; Varbak Neşe, Seçil; Elektrik-Elektronik Mühendisliği (Türkçe) Anabilim DalıAKILLI ŞEHİRLERDE ATIK YÖNETİMİ AMAÇLI AKILLI ÇÖP KUTUSU TASARIMIGünümüzde birçok büyük şehir git gide akıllı şehir haline dönüşmekte ve birçoğu ise dönüşüm yolundadır. Akıllı trafik, akıllı aydınlatma, akıllı enerji ve akıllı atık yönetimi şehirlerin ayrılmaz bir parçası haline dönüştürülmüştür. Atık Yönetim Sistemi (AYS) belediyelerde birçok önemli bölümlerden biridir. Günümüzde, bu sektör de profesyonel toplama maliyetlerini azaltmaya devam etmekte, çalışanların yoğunluğunu azaltmakta, operasyon verimliliğini ve yatırım getirisini arttırmaktadır. AYS’nin verimli olmaması, ciddi çevresel sorunlara ve maliyet sorunlarına neden olmuştur. Nesnelerin İnterneti (IoT) teknolojisine yönelik çalışmaların artışı nedeniyle, IoT hizmetler çok çeşitli alanlarda kullanılmaktadır. Bu nedenle, bu çalışmada atık miktarını azaltmak için IoT tabanlı ve Küresel Pozisyon Sistemi (GPS) yöntemli akıllı çöp sistemi önerilmektedir. Mobil cihazlardaki son teknolojik ilerleme, çeşitli sensörlü iletişim modülleri, Kablosuz Bağlantı Alanı (Wi-Fi) ve Uzun Vadeli Evrim (LTE) gibi iletişim ağ teknolojileri ile birlikte, IoT önemli akademik ilgi alanları kazandırmıştır. Katı atık toplama sürecinin tümünün izlenmesi ve odaklanması bir sistemdir. Gerçek zamanlı çöp arabalarının verimlilikleri ve tüm çöp kamyonlarının faaliyetleri takip edilmektedir. Bu yöntemle şehirler akıllı IoT tabanlı donanım ve yazılım çözümler ile atık toplama maliyetlerini % 75-85’e kadar azaltabilmektedir.--------------------SMART TRASH BIN DESIGN FOR WASTE MANAGEMENT IN SMART CITIESToday, many large cities are gradually transforming to smart cities, and most of them are on the way of transformation. Smart traffic, smart illumination, smart energy, and smart waste management became the integral part of the cities. Waste Management System (WMS) is one of the significant parts of municipalities. This sector is continuing to decrease the professional collection costs, minimizing the business volume of the employees, and increasing the efficiency of operations and the return on investment. Inefficiency of WMS causes significant environmental problems, and cost problems. IoT services have been actualized in various fields due to a lapse of model regarding the Internet of Things (IoT) technology. For this reason, the method of Global Positioning System (GPS), that is an IoT based smart waste system, is being suggested in this study in order to decrease the amount of waste. IoT has provided significant academic fields of interest along with the recent technological progress in mobile devices, and with communication network technologies such as various sensor communication modules, Wireless Fidelity (Wi-Fi), and Long-Term Evolution (LTE). Monitoring and addressing the whole solid waste collection process is a system. The efficiencies of garbage trucks, and their activities are followed-up. By this method, the cities are able to decrease the waste collection costs up to 75-85% through IoT based hardware and software solutions.Item Metadata only Al2 o3 (alumina) nanopartiküllerinin triticum aestivum l. (buğday) kökleri üzerinde morfolojik, sitotoksik ve genotoksik etkileri(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2014) Yanık, Fatma; Vardar, Filiz; Biyoloji Anabilim Dalı Biyoloji ProgramıÖZETAl2O3 (Aluminyum oksit) Nanopartiküllerinin Triticum aestivum L. (buğday) Kökleri Üzerinde Morfolojik, Sitotoksik ve Genotoksik Etkileri Nanoteknolojinin gelişimi ile çevre kirliliğine sebep olan üretilmiş metal oksit nanopartiküllerinin miktarı artmaktadır. Nanopartikül miktarının artması ile birlikte toksisite ile ilgili değerlendirmeler önem kazanmaktadır. Aluminyum oksit (Al2O3) nanopartikülü kişisel bakım ürünlerinde olduğu gibi endüstride yaygın bir kullanım alanına sahiptir. Bu çalışmada farklı konsantrasyonlardaki (5, 25 ve 50 mg/ml) Al2O3 çözeltisine 24, 48, 72 ve 96 saat süreyle maruz bırakılan buğday (Triticum aestivum L.) köklerinde meydana gelen morfolojik, sitotoksik ve genotoksik değişikleri ortaya koymak amaçlandı. 96 saat sonunda Al2O3 nanopartikülleri kök uzunluğunu 5 mg/ml’de %40.2, 25 mg/ml’de %50.6 ve 50 mg/ml’de %54.5 oranında düşürdü. Kök uzunluğunun inhibisyonu ile alternatif stres cevaplarını ilişkilendirmek için köklere sitokimyasal analizler uygulandı. Kökler, hücredeki değişiklikler için toluidin mavisi, lignin birikimi için floroglusin ve kalloz depolanması için anilin mavisi ile boyandı. Elde edilen sonuçlara göre 96 saat sonunda Al2O3 nanopartikülleri kök korteks hücrelerinde lignin birikimi, kalloz depolanması, hücrede vakuolleşme ve bozukluklara sebep olduğu belirlendi. Ayrıca Bradford protein miktarı sonuçlarına göre nanopartikül 96 saat sonunda kontrolle karşılaştırıldığında total proteinde düşüşe sebep olmuştur. Nanopartikül uygulaması oksidatif stres faktörü olan peroksidaz aktivitesini önemli derecede artırdı. Bunun yanında agaroz jel sonuçları Al2O3 nanopartiküllerinin, programlı hücre ölümünün önemli belirteçlerinden biri olan DNA fragmentasyonuna sebep olduğunu ortaya çıkardı. Sonuç olarak; direkt Al2O3 nanopartikülü uygulaması buğday köklerinde morfolojik, hücresel ve moleküler değişikliklerle sonuçlanan belirgin fitotoksisiteye neden oldu. Bu çalışma aynı zamanda nanopartikülleri de içeren atıkların giderilmesindeki ekolojik sorumluluğun ihtiyacını vurgulamakta, ve nanopartiküllerin çevre ve tarımsal sistemlerdeki etkileri üzerine daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulduğunun altını çizmektedir. Anahtar sözcükler: Aluminyum oksit nanopartikülü, buğday, kök uzaması, peroksidaz aktivitesi, DNA fragmentasyonu.ABSTRACTMorphological, Cytotoxic and Genotoxic Effects of Al2O3 (Alumina) on the Roots of Triticum aestivum L. (wheat)The development of nanotechnologies has increased the amount of manufactured metal oxide nanoparticles emerging environmental pollution. In view of increasing amount of nanoparticle, their toxicity assessment becomes important. Aluminum oxide (Al2O3) nanoparticles have wide range of applications in industrial as well as personal care products. The present study aims to reveal the morphological, cytotoxic and genotoxic responses of wheat (Triticum aestivum L.) roots, exposed to different concentrations of Al2O3 nanoparticles (0, 5, 25 and 50 mg/ml) at 24, 48, 72 and 96 h time periods. Al2O3 nanoparticles reduced the root elongation by 40.2% in 5 mg/ml, 50.6% in 25 mg/ml and 54.5% in 50 mg/ml after 96 h. To correlate the root elongation inhibition with the alternative stress responses, cytochemical analysis were performed. The roots were stained with toluidine blue for cellular alteration, phloroglucinol for lignin accumulation and aniline blue for callose deposition. The results indicated that Al2O3 nanoparticles caused lignin accumulation, callose deposition, cellular vacuolization and cellular damage in the root cortex cells after 96 h. Furthermore, Bradford protein assay results indicated that the nanoparticle reduced the total protein content with respect to control after 96 h. The nanoparticle treatment increased the peroxidase activity significantly which is considered to be oxidative stress factor. Moreover, agarose gel results revealed that Al2O3 nanoparticles caused DNA fragmentation which is one of the important markers of programmed cell death. In conclusion, direct exposure to Al2O3 nanoparticles causes significant phytotoxicity in wheat roots culminating in morphological, cellular and molecular alterations. This study also emphasizes the need for ecologically responsible disposal of wastes containing nanoparticles and highlights the necessity for further study on the impacts of nanoparticles on agricultural and environmental systems.Key words: Aluminum oxide nanoparticles, wheat, root elongation, peroxidase activity, DNA fragmentation.Item Metadata only Aldehit fonksiyonelitesine sahip polimerik yüzeye antikorların kovalent olarak immobilizasyonu(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2017) Muhsir, Makbule Pelin; Demir, Serap; Çakmakçı, Emrah; Kimya Anabilim Dalı Biyokimya ProgramıÖZETAldehit Fonksiyonelitesine Sahip Polimerik Yüzeye Antikorların Kovalent Olarak İmmobilizasyonuProstat kanseri, erkeklerde en sık tanı konan kanser türüdür. Erken tanı konan prostat hastasının iyileşme oranı oldukça yüksektir. Günümüzde prostat kanserine yönelik genel kabul görmüş biyobelirteç kan serumundaki Prostat Spesifik Antijen (PSA) düzeyinin belirlenmesidir. Prostat kanseri için bir serum belirleyicisi olarak klinik yararı açık bir şekilde kanıtlanmış olan PSA, hassas ve özgül olmasına rağmen mükemmel bir tarama testi değildir. Prostat kanserinin varlığını kesin olarak belirleme özgüllüğü ve duyarlılığı düşüktür HOX-genlerinin kanser durumunda Engrailed-2 ekspresyonu üzerinde çalışmalar yapılmış ve bu genin ürünü olan proteinin sadece prostat kanseri hücreleri tarafından salgılandığı gösterilmiştir. Bu bulgular ışığında yapılan çalışmaların ilk sonuçları idrarda EN2 protein varlığının prostat kanseri için tanısal bir biyobelirteç olabileceğini göstermektedir. İdrardaki EN2 miktarının prostat kanserine yüksek oranda bağlı olduğu %88,2 spesifiklik ve %66 oranında duyarlılık ile prostat kanserini belirlediği rapor edilmiştir.Tez çalışmasında tiyol-en süspansiyon fotopolimerizasyon yoluyla amin fonksiyonelitesine sahip manyetik nano boyutlu parçacıkları (MNP) sentezlendi. Sentezlenen MNP’lerin bir kısmı glutaraldehit ile aktive edilerek aldehit fonksiyonelitesine sahip parçacıklar elde edildi. Amin ve aldehit fonksiyonelitesine sahip MNP’lerin yapısal özellikleri ve yüzey morfolojileri taramalı elektron mikroskop, taramalı geçirimli elektron mikroskop, termogravimetrik analiz, zayıflatılmış toplam yansıma fourier dönüşümü kızılötesi spektroskopisi ile incelendi. Tiyol-en süspansiyon fotopolimerizasyondan sonra, düzgün manyetit nanoparçacıklarının ortalama çapının ~ 15 nm'den ~ 32 nm'ye yükseldiği görüldü. Amin ve aldehit fonksiyonelitesine sahip MNP’lere, prostat kanseri teşhisinde üstünlükleriyle öne çıkan EN2 proteinin tayin edilmesinde kullanılmak üzere EN2’nin antikoru immobilize edildi. Hazırlanan yapay çözeltilerdeki biyobelirteç seviyesi enzim bağlı immünosorbent yöntemi ile saptandı. Çalışmamızda fiziksel immobilizasyonda bağlanma 0,54 mg antikor/g MNP, kovalent immobilizasyonda bağlanma 1,775 mg antikor/g MNP olarak hesaplandı. Bu şekilde tez çalışmamızda farklı özelliklerde polimerik destekler kullanarak elde edilen EN2 sonuçları tartışılarak olası biyobelirteç yapımında uygun destek ortamı tayin etmeye çalışıldı.--------------------ABSTRACTCovalent Immobilization of Antibodies on Aldehyde-Functionalized Polymeric SurfaceProstate cancer is the most common type of cancer diagnosed in men. The rate of healing of early diagnosed prostate is very high. The currently accepted biomarker for prostate cancer is the determination of the level of prostate specific antigen (PSA) in the blood serum. PSA, which has been clinically proven as a serum marker for cancer, is not a perfect screening test, although it is sensitive and specific. It has been shown that the expression of HOX-genes in cancer (EN2) expression is specific and the sensitivity of the prostate cancer is precisely determined and the protein of this gene product is secreted only by the prostate cancer cells. The first results of studies on these findings indicate that the EN2 protein presence in the urine is diagnostic for prostate cancer. It has been reported that EN2 in the urine is highly associated with prostate cancer, with 88.2% specificity and 66% sensitivity to prostate cancer.In the thesis study, magnetic nano-sized particles (MNP) with amine functionality were synthesized through thiol-ene suspension photopolymerization. Some of the synthesized magnetic nano-sized particles were activated with glutaraldehyde to obtain aldehyde functionalized particles. Structural properties and surface morphologies of amine and aldehyde functionalized MNPs were investigated by scanning electron microscopy, scanning transmission electron microscopy, thermogravimetric analysis, attenuated total reflection fourier transform infrared spectroscopy. After thiol-ene suspension photopolymerization, the average diameter of the neat magnetite nanoparticles increased from ~15 nm to ~32 nm. The MNPs with amine and aldehyde functionality were immobilized to the EN2 antibody for use in determining the EN2 protein, which was distinguished by their superiority in diagnosing prostate cancer. The biomarker level in the artificial solutions prepared was determined by enzyme-linked immunosorbent assay. In our study, binding in physical immobilization was calculated as 0,54 mg antibody/g MNP, binding in covalent immobilization 1,775 mg antibody/g MNP. In this way, we tried to determine the appropriate support medium for possible biomarkers by discussing EN2 results obtained using polymeric supports in different aspects of our thesis study.Item Metadata only Amino modifiye polietilen tereftalat (PET) nanofiberlerin hazırlanması ve atık su arıtma performanslarının araştırılması(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2018) Ayra, Yaşar Can; Kahraman, M. Vezir; Yalçın, Bahattin; Kimya Anabilim Dalı Organik Kimya ProgramıTemiz suya erişebilirlik dünyanın her yerinde karşımıza çıkan önemli bir problemdir. Bu problemin başlıca sebepleri endüstriyel ve evsel atıklar ile hızlı kentleşmedir. Atık su parametrelerinin toksikolojik olarak en önemli etmeni anorganik kirleticiler olan ağır metallerdir. Ağır metaller, organik kirleticilerden farklı olarak biyobozunur değildirler ve biyokütle ile transferi oldukça hızlı olmaktadır.Çevresel etkisi büyük olan bir diğer problem ise polimerik malzemelerin oluşturduğu atık kirliliğidir. Polietilen tereftalat çok yaygın olarak kullanılan bir poliesterdir. Son tüketici kullanımına bağlı olarak polietilen tereftalat polimerinden üretilen içme suyu şişeleri ciddi bir atık sorunu oluşturmaktadır. PET'in alışılagelmiş geri dönüşüm yöntemleriyle moleküler ağırlığının düştüğü, ekonomik olarak sınıf kaybettiği, ek sarf bileşene ve/veya ek enerji sarfiyatına ihtiyacı bilinen bir gerçektir. Bu çalışmada bu iki problemin beraber çözümü ile birlikte atık PET içme suyu şişelerinin yüksek katma değerli ürüne dönüştürülmesi amaçlanmıştır. Bu doğrultuda hedef kirlilik olarak ağır metal kirleticileri belirlenmiş ve PET polimeri nanofiber eldesinden önce modifikasyon yöntemi kullanılarak polietilen imin ile modifiye edilmiştir. Süzme işlemi üretilen nanofiberlerin adi süzgeç kağıdının destek tabaka olarak kullanılmasıyla gerçekleştirilmiştir. Filtre performansları süzme öncesi ve sonrası çözelti örneklerinin İndüktif Olarak Eşleştirilmiş Plazma Kütle Spektrometresi ile analiz edilmesiyle belirlenmiş ve kıyaslanmıştır. Nanofiber morfolojisi Taramalı Elektron Mikroskobu görüntüleri ile incelenmiştir. Amino modifiye ve modifiye olmayan nanofiberlerin kimyasal yapıları Fourier Dönüşüm Kızılötesi Spektroskopisi ve Enerji Dağılımı Spektrometresi ile analiz edilmiştir. Nanofiber malzemenin ıslanabilirliği temas açısı ölçümü ile ortaya konulmuştur. Malzemelerin termal karakteri Termal Gravimetrik Analiz ile aydınlatılmıştır. Amino modifiye PET nanofiberlerin alüminyum, kurşun ve bakır metali tutuculuğunda yüksek kapasiteye sahip olduğu tespit edilmiştir.--------------------Clean water accessibility is a global problem that caused by rapid urbanization, industrial and domestic waste water. Inorganic contaminants such as heavy metals are the preeminent factor in toxicological perspective. Unlike organic contaminants, heavy metals are not biodegradable and they have an inevitable attribute like quite rapid biomass transfer.Another problem with a huge environmental impact is the pollution caused by polymeric materials. Polyethylene terephthalate is a widely used polyester. PET water bottles, depending on the end use, constitute a serious waste problem. It is a well-known fact that conventional recycling methods for PET cause the reducing of molecular weight and loss of economical product grade. Also, these recycling methods depend on high energy consumption and/or additional chemical agents.In this study, it was aimed to solve these environmental problems side by side, while waste PET water bottles are being converted into high value-added goods. Within this scope, heavy metal contaminants were chosen as the main problem to be solved and PET polymeric nanofiber was modified with polyethylene imine by pre-modification method. The filtration process was applied with the use of basic filter paper as a supporting layer.The amount of heavy metal concentration in waste water were investigated by Inductively Coupled Plasma Mass Spectrometry and compared before and after the filtration process. Nanofiber morphology investigated by Scanning Electron Microscope images. Amino modified and unmodified nanofibers chemical properties analyzed by Fourier Transform Infrared Spectroscopy and Energy Dispersive Spectroscopy. Nanofiber wettability performance detected by contact angle measurement. Thermal properties of nanofibers determined by Thermal Gravimetric Analysis. It was observed that amino modified nanofibers have a high capacity for aluminum, copper and lead metal uptake performance.Item Metadata only Aml12 hepatosit hücre soyunda klopidogrel'in mitokondriyal aktiviteye olan etkisinin araştırılması(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2019) Karabay, Miray Cahide; Süsleyici, Belgin; Biyoloji Anabilim DalıİÇİNDEKİLER SAYFA TEŞEKKÜRiÖZETivABSTRACTvSEMBOLLERviKISALTMALARviiŞEKİL LİSTESİxTABLO LİSTESİxi1. GİRİŞ11.1. Karaciğer Dokusu ve Hepatositin Görevleri11.1.1. Hepatosit toksisitesi31.1.1.2. Mitokondriyal disfonksiyon kaynaklı hepatotoksisite61.1.2. P450 enzim sistemi61.1.2.1. P450 enziminin ilaç metabolizmasındaki rolü71.1.2.2. P450 enzim sistemi ve toksisite ilişkisi71.1.3. Trombositler71.1.4. Klopidogrel101.1.4.1. Klopidogrel kullanımı ve çalışma mekanizması121.1.5. Klopidogrelin hücre etkileşimi131.1.5.1. Klopidogrel tedavisinde hepatotoksisite131.1.6. Mitokondri yapı ve fonksiyonları141.1.6.1. Mitokondri ve mitokondrinin ilaç kaynaklı karaciğer hasarındaki rolü161.1.6.2. Mitokondri fonksiyonlarının doğrudan inhibisyonu171.1.6.3. Reaktif metabolit kaynaklı MMD171.1.6.4. Klopidogrel kaynaklı hücre ölümü182. MATERYAL VE YÖNTEM212.1. Materyaller212.2. Yöntem232.2.1. Sitotoksisite testi232.2.2. XTT test prensibi232.2.3. XTT ve MTT testleri arasındaki farklılıklar242.2.4. XTT - mitokondriyal aktivite tayini262.2.4.1. Hepatosit hücre kültürü262.2.4.2. Hücre sayımı262.2.4.3. Hepatositlerin 96 kuyucuklu mikroplakalarda alt kültürü272.2.4.4. Mikroplakalardaki hücre kültürünün klopirogrel’e maruz bırakılması282.2.4.5. XTT’ nin maruziyet plakalarına uygulanması ve spektrofotometrik ölçüm yapılması312.2.5. Sonuçların değerlendirilmesi333. BULGULAR VE TARTIŞMA343.1. Bulgular343.2. Tartışma374.SONUÇLAR415. KAYNAKÇA43ÖZGEÇMİŞ ÖZETAML12 HEPATOSİT HÜCRE SOYUNDA KLOPİDOGREL’İN MİTOKONDRİYAL AKTİVİTEYE OLAN ETKİSİNİN ARAŞTIRILMASIKlopidogrel güçlü bir antitrombotik olup, trombosit agregasyonunu inhibe eden tienopiridin türevidir vetrombotik olayların önlenmesinde kullanılır. Klopidogrel, diğer kardiyovasküler ilaçlara nazarantedavide daha başarılı sonuçlar verdiğinden, destek ilaçlara olan ihtiyacın indirgendiği ve yan etkilerin de azaldığı ortaya çıkmıştır.Gastrointestinal bozukluklar, kanama, kızarıklık ve ishal gibi rahatsızlıklar Klopidogrel’in yan etkileridir, fakat hepatotoksisite, trombotik trombositopenik purpura, pansitopeni, sistemik inflamatuar yanıt sendromu gibi komplikasyonlar da gözlemlenmiştir. Ancak literatürde Klopidogrel kaynaklı hepatotoksisite netliğe kavuşmamıştır. Buna bağlı olarak çalışmamız; mevcut çalışmalarda uygulanan Klopidogrel dozlarının alt, üst ve ara dozlarından faydalanarak sitotoksisite ve mitokondriyal hasarın ne ölçüde olduğunu belirlemeyi amaçlamaktadır.Mevcut çalışmada Mus musculus kökenli AML12 hepatositleri25, 50, 150, 200, 250, 300, 400 μMKlopidogrel dozlarına maruz bırakılarak XTT testi uygulandı. Deneyin doğrulanması ve daha fazla doz uygulayabilmekiçin test, iki ayrı mikroplakada çalışıldı. Birinci mikroplakadaki hepatositlere 400, 300, 200 ve 25 μM Klopidogrel dozları uygulandı ve elde edilen sonuçlarGraphPad Prism 8programıyla inhibisyon konsanstrasyon değeri 97.39, logaritmik inhibisyon konsanstrasyon değeri ise 1.989 bulundu. İkinci mikroplakaya ise 400, 250, 150, 50 μM Klopidogrel dozları uygulanarak inhibisyon konsanstrasyon değeri 171.3, logaritmik inhibisyon konsanstrasyon değeri ise 2.234 bulundu.Çalışma sonuçlarından yola çıkılarak 25 μM Klopidogrel dozunun sitotoksisiteye neden olmadığı,50 μM konsantrasyonunda ise sitotoksisitede ciddi bir artış gözlemlendi. 150, 200, 250, 300, 400 μM Klopidogrel dozlarında ise sitotoksisitenin %100’e kadar arttığı ve özellikle 300 ve 400 μM dozlarda sitotoksisitenin stabilkaldığı tespit edildi.--------------------INVESTIGATION OF THE EFFECTS OF CLOPIDOGREL IN AML12 HEPATOCYTE CELL LINE OVER MITOCHONDRIAL ACTIVITYClopidogrel is a potent antithrombotic drug and is a thienopyridine derivative which inhibits platelet agregation. Clopidogrel is used in the prevention and intervention of thrombotic events in high-risk patients. Clopidogrelhas been shownto be more successful than other cardiovascular drugs, the need for supportive drugs and also side effects are decreased.Gastrointestinal disorders, bleeding, redness and diarrhea are side effects of Clopidogrel but complications such as hepatotoxicity, thrombotic thrombocytopenic purpura, pancytopenia, systemic inflammatory response syndrome were also observed. However, in the literature, clopidogrel-induced hepatotoxicity has not been clarified. The aim of this study, was to determine the extent of cytotoxicity and mitochondrial damage by using lower, upper and intermediate doses of Clopidogrel doses.In this study, AML12 hepatocytes of Mus musculus were exposed to 25, 50, 150, 200, 250, 300, 400 μM Clopidogrel doses and XTT test was applied. The test was run on two separate microplates to ensure the accuracy of the assay and to apply for more doses.400, 300, 200 and 25 μM Clopidogrel doses were applied to the hepatocytes in the first microplate. The results showed that the concentration of inhibition was 97.39 and the logarithmic inhibition concentration was 1.989 by GraphPad Prism 8 program. Clopidogrel doses of 400, 250, 150, 50 μM were applied to the second microplate and inhibition concentration value was found as 171.3 and logarithmic inhibition value was found 2.234.Based on the results of this study, we observed that 25 μM Clopidogrel did not have any effect on cytotoxicity but a significant increase in cytotoxicity was observed at 50 μM concentration. At doses of 150, 200, 250, 300, 400 μM Clopidogrel, cytotoxicity was increased to almost 100% and cytotoxicity was found to be more stable especially at 300 and 400 μM doses.Item Metadata only Aml12 hepatosit hücre soyunda klopidogrel’in lizozomal aktiviteye olan etkisinin araştırılması(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2019) Çarpar, Ece; Süsleyici, Belgin; Biyoloji Anabilim DalıİÇİNDEKİLER ÖZET .............................................................................................................................. iii ABSTRACT.................................................................................................................... iv SEMBOLLER ................................................................................................................. v KISALTMALAR ........................................................................................................... vi ŞEKİL LİSTESİ........................................................................................................... viii TABLO LİSTESİ ............................................................................................................ x 1. GİRİŞ ........................................................................................................................... 1 1.1. Genel Bı̇lgı̇ler......................................................................................................... 1 1.1.1. Tromboz.......................................................................................................... 1 1.1.2. Antitrombosit tedaviler ................................................................................... 2 1.1.2.1. Antitrombosit tedavide kullanılan ajanlar ............................................... 3 1.1.2.2. Antiplatelet ajanlar................................................................................... 4 1.1.2.3. ADP reseptör antagonistleri..................................................................... 5 1.1.2.4. Klopidogrel .............................................................................................. 8 1.1.3. Karaciğer ve ilaca bağlı hepatotoksisite ......................................................... 9 1.1.3.1. Sitokrom P450 enzim sistemi ................................................................ 10 1.1.3.2. Klopidogrel’in hepatotoksik etkileri ...................................................... 11 1.1.4. Lizozom ........................................................................................................ 13 1.1.4.1. Lizozomal membran geçirgenliği ve hücre ölümündeki rolü ................ 14 1.2. Amaç ve Önem .................................................................................................... 16 2. MATERYAL VE YÖNTEM ................................................................................... 17 2.1. Kullanılan Kimyasal Madde ve Kitler ................................................................. 17 2.2. Kullanılan Alet ve Cihazlar ................................................................................. 17 2.3. AML12 Hepatosit Hücre Kültürü ........................................................................ 18 2.4. Nötral Kırmızı Sitotoksisite Testi ........................................................................ 19 2.4.1. Nötral kırmızı sitotoksisite test protokolü .................................................... 20 2.4.2. Nötral kırmızı sitotoksisite test sonuçlarının değerlendirilmesi ................... 23 3. BULGULAR VE TARTIŞMA................................................................................. 25 3.1. Bulgular ............................................................................................................... 25 3.2. Tartışma ............................................................................................................... 28 4. SONUÇLAR .............................................................................................................. 32 KAYNAKÇA ................................................................................................................. 33 ÖZGEÇMİŞ iii ÖZET Aml12 Hepatosit Hücre Soyunda Klopidogrel’in Lizozomal Aktiviteye Olan Etkisinin Araştırılması Çalışmamızda kardiyovasküler hastalıkların tedavisinde sık kullanılan antiplatelet ajanlardan biri olan Klopidogrel’in farklı dozlarının AML12 hepatositlerinde lizozomal aktiviteyi ne yönde etkilediği araştırıldı. Çalışmamızda Kopidogrel’in farklı dozlarının lizozomal aktiviteye etkisinin belirlenmesi amacıyla Mus musculus kökenli AML12 hepatositleri kullanıldı ve nötral kırmızı sitotoksisite testi uygulanarak, farklı konsantrasyonlarda uygulanan Klopidogrel dozlarının lizozomal aktivite ve hücre canlılık oranlarına etkisi araştırıldı. 24 saat uygulanan farklı Klopidogrel konsantrasyonlarının AML12 hepatositlerinin lizozomal membran geçirgenliğine olan etkileri 540 ve 690 nm dalga boylarında spektrofotometrik ölçümlerinin yapılması ile belirlendi ve GraphPad Prism 7.04 programı kullanılarak IC50 değeri 108,5 μM olarak saptandı. 200 μM ve üzeri Klopidogrel konsantrasyonlarının letal etkiye sahip olduğu, doz konsantrasyonu düştükçe hücre canlılık oranının arttığı tespit edildi. 25 ve 50 μM‘lık Klopidogrel konsantrasyonlarının hafif sitotoksisiteye sebep olduğu sonucuna ulaşıldı. 100 μΜ’lık Klopidogrel konsantrasyonunda orta derecede sitotoksisite, 200 μM ve üzeri konsantrasyonlarda ise şiddetli sitotoksisite saptandı. Elde ettiğimiz veriler, kardiyovasküler hastalıkların tedavi edilmesi amacı ile kullanılan Klopidogrel’in düşük dozlarının bile hepatotoksisite ve karaciğer hasarına yol açabileceğini düşündürmektedir. Literatür taramalarımıza göre araştırmamız AML12 hücre soyunda Klopidogrel’in değişen dozlarının lizozomal aktivite ölçümüne göre sitotoksik etkisini gösteren ilk çalışma olma niteliği taşımaktadır--------------------Investigation of the Effects of Clopidogrel in AML12 Hepatocyte Cell Line over Lysosomal Activity In our study, different doses of Clopidogrel, one of the most frequently used antiplatelet agent in the treatment of cardiovascular disease, were investigated to explore the lysosomal activity in AML12 hepatocytes. Neutral red cytotoxicity test was applied to AML12 hepatocytes originated from Mus musculus to determine the effect of different doses of Clopidogrel on lysosomal activity and cell viability. The effects of various Clopidogrel concentrations applied for 24 hours on lysosomal membrane permeability of AML12 hepatocytes were evaluated by spectrophotometric measurements at 540 and 690 nm wavelengths and the IC50 value was found as 108.5 μM using GraphPad Prism 7.04 programme. Clopidogrel concentrations of 200 μM and above were found to have lethal effects, besides the decrease on dose concentration increased cell viability. We conclude that Clopidogrel concentrations of 25 and 50 μM may cause weak cytotoxicity, whereas 100 μM may lead to moderate cytotoxicity. Our data have led us to think that even low doses of Clopidogrel used in the treatment of cardiovascular diseases may result in hepatotoxicity and liver damage in patients with cardiovascular diseases. According to our literature review, our study is a unique research showing the cytotoxic effects of varying doses of Clopidogrel over lysosomal activity in AML12 cell line.Item Metadata only An adaptive weak estimation method based on stochastic learning(Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2021) Coşkun, Ahmet Kutalmış; Tümer, Borahan; Bilgisayar Mühendisliği (İngilizce) Anabilim DalıDinamik sistemler, konu ve zamana bağlı olarak değişen doğaları nedeniyle oldukça karmaşık ve zorlayıcı sistemlerdir. Günümüzde, dünyada karşılaşılan sistemlerin ve olayların büyük bir bölümünün dinamik karakterde olması, bahsedilen sistemlerin analizini ve modellemesini kaçınılmaz ve oldukça ilgi çekici kılmaktadır. Bu tip sistemler, öğrenen algoritmanın bilinmeyen zamanlarda oluşabilecek yeni durumlara uyum sağlayabiliyor olmasını gerektirmektedir.Olasılıksal Öğrenmeye dayalı Zayıf Tahmin yöntemi (SLWE), geçmiş bilgiyi unutabilme ve yeni durumlara uyum sağlayabilme özelliği sayesinde, durağan olmayan sistemlerin getirdiği zorluklarla başa çıkabilen önemli bir yöntemdir. Bu yöntem, hedef parametrenin her zaman güncel olan bir tahminini, çarpımsal bir güncelleme kuralı ile, her gözlemden sonra bir önceki tahmini düzelterek sürdürür. Bununla birlikte, sabit bir öğrenme oranı kullanılması nedeniyle, esneklik ve kararlılık arasında bir ödünleşim ile karşı karşıyadır.Bu çalışmada, ani değişimler içeren bir istatistiksel dağılımı nitelendiren parametrelerin, bu dağılımdan elde edilen örnekler ile tahmin edilmesi problemi çerçevesinde; SLWE bir seçkisiz yürüyüş olarak modellenmiş ve istatistiksel bir model elde etmek için tahminlerin asimptotik davranışının teorik analizi üzerinde çalışılmıştır. Elde edilen model kullanılarak, keşif ve istifade öğrenme modları arasında geçiş yapmak için durağanlıktaki değişiklikler tespit edilmektedir. Hem sentetik hem de gerçek dünya verileri kullanılarak yapılan deneysel değerlendirmeler, önerilen yöntemin hedef parametreyi %15 ila %50 daha az hata ile izlediğini göstermektedir.--------------------Dynamic systems are highly complex and hard to deal with due to their subject- and time-varying nature. The fact that most of the real world systems/events are of dynamic character makes modeling and analysis of such systems inevitable and charmingly useful. Working with such systems require the learning algorithm to be able to adapt to new conditions that might occur at unknown times.One promising estimation method that is capable of unlearning past information to deal with non-stationarity is SLWE by Oommen and Rueda (2006). This method maintains an always up-to-date estimate of the target parameter by employing a multiplicative update rule that adjusts previous estimate based on the current observation. However, due to using a constant learning rate, it faces a trade-off between plasticity and stability, which is also referred to as exploration versus exploitation dilemma in some contexts.In this study, considering the problem of estimating parameters that characterize a statistical distribution that involves abrupt changes, SLWE is modeled as a random walk and asymptotic behavior of estimates is theoretically analyzed to obtain a statistical model. Utilizing this model, changes in stationarity is detected to switch between exploratory and exploitative learning modes. Experimental evaluations on both synthetic and real world data show that the proposed method tracks the target parameter with 15% to 50% less error.