Browsing by Department "Acil Tıp Anabilim Dalı"
Now showing 1 - 20 of 22
Results Per Page
Sort Options
Item Metadata only Acil servise baş dönmesi şikayeti ile başvuran periferik vertigo hastalarında ayırıcı tanıda manyetik rezonans görüntülemenin tanısal yeri(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2012) Akoğlu, Ebru Ünal; Altınok, Arzu Denizbaşı; Acil Tıp Anabilim DalıItem Metadata only Acil servise başvuran erişkin hiperglisemik hastalarda insülin infüzyonuna akut faz reaktanlarının yanıtı(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2010) Yeşil, Onur; Altınok, Arzu Denizbaşı; Acil Tıp Anabilim DalıÖZETHiperglisemi, diyabetik hastalarda acil servise sık başvuru nedenlerinden biridir. Bu hastalara acil serviste insülin infüzyonu sık olarak kullanılan bir tedavi yöntemi olmaktadır. Hiperinsülineminin inflamatuar bir süreç olduğu ve insülin infüzyonunun bu inflamatuar süreci gerilettiği düşünülmektedir.İnsülinin endotelyal hücre ve mononüklear lökositlerde antiinflamatuar , antiplatelet ya da antitrombotik ve vazodilatasyon etkileri vardır. Karşıt olarak glukoz ve makronütrienlerin akut oksidativ ve inflamatuar stresi arttırıcı etkileri vardır.Enfeksiyon, doku hasarı, immünolojik tepkimeler ve inflamatuvar süreç organizmada kısa sürede (saatler ya da günler içinde) ortaya çıkan sistemik bir yanıta yol açar. Bu yanıta genel olarak akut faz yanıtı denir. Akut faz reaktanlarının çoğu inflamasyonu azaltmaya ve doku tamirine yardımcı olur. Akut faz reaktanları inflamasyon devam ettiği süre boyunca sentezlenirler. Bu çalışmadaki amacımız acil servise başvuran ve hiperglisemi tanısıyla insülin infüzyonu alan hastalarda akut faz reaktanlarının yanıtını incelemektir.Marmara Üniversitesi Hastanesi Acil Tıp Anabilim Dalı Acil Servisi’ne Ocak 2009-Ocak 2010 tarihleri arasında başvuran, çalışmaya katılmayı kabul eden, tedavide insülin infüzyonu verilen, 18 yaş üstü, yetişkin 50 hasta çalışmaya alınmıştır. Hastalardan 0, 12 ve 24. saatlerde kan örneği alınmış ve bu örneklerden TNF-α, IL-1β, IL-6, IL-10, CRP, fibrinojen ve prokalsitonin düzeyleri ölçülmüştür. Hiperglisemik hastalarda inflamasyon göstergesi olan serum akut faz reaktanları yüksek bulunmuş ve insülin infüzyonu ile bu reaktanların seviyelerinin değiştiği gösterilmiştir. ANAHTAR SÖZCÜKLER: Hiperglisemi, insülin, akut faz reaktanları ABSTRACTHyperglycemia is a common cause of admission to emergency service among diabetic patients. Insülin infusion is frequently used treatment modality for these patients. It’s thought that hyperinsulinemia is an inflamatory process and insulin infusion alleviates this process.Insulin has anti-inflamatory, anti-platelet or anti-thrombotic and vasodilatory effect on endothelial cells and mononuclear leukocytes. Conversly, glucose and macronutrients aggreviates acute oxidative and inflamatory stress.Infection, tissue damage, immünologic reactions and inflamatory process result in a rapid (within hours to days) systemic response . This response is usually called as acute phase reaction. Most of the acute phase reactants help to reduce the inflammation and facilitate tissue repair. Acute phase reactants are synthesized though out the inflammatory process.In this study, we investigated the effect of insülin infusion on acute phase reactants among patient presenting to emergency department with hyperglycemia.50 volunteers, over eighteen years old patients, admitted to Marmara Univercity Hospital Emergency Department between January 2009-January 2010 to recieve insulin infusions are included in this study. Blood samples are collected from patients in the beginning of infusion on 12th and 24th hours to measure the TNF-α, IL-1β, IL-6, IL-10, CRP, fibrinogen and procalcitonin levels. As a result, it is shown that these acute phase reactants are high in hyperglycemic patients and insulin infusion changes their levels.KEY WORDS: Hyperglycemia, insulin, acute phase reactantsItem Metadata only Acil servise başvuran hastaların memnuniyetini etkileyen faktörlerin incelenmesi(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2011) Kabaroğlu, Kerem Ali; Onur, Özge; Acil Tıp Anabilim DalıÖZETHastanelerin de temel amacı, hastalarına sağlıklarını yeniden kazandırırkenaynı zamanda varlıklarını sürdürerek rekabet güçlerini artırmaktır. Günümüzde bununtek koşulu, hasta ve hasta yakınlarının beklentilerini etkin bir biçimde analiz ederekhizmet beklentilerini önceden görebilmekten, bu beklentileri aşarak onları memnunedecek hizmeti sunabilmektir. Bu nedenle acil servise gelen hastaların memnuniyetinietkileyen faktörleri saptamak amacı ile İstanbul Haydarpaşa Numune Eğitim veAraştırma Hastanesi Acil Servisine başvuran hastalara anket çalışması yapılmıştır.Çalışmamızda acil serviste hasta memnuniyetini en fazla etkileyen faktörlerin doktordavranışı, hemşire davranış ve bakım kalitesi algısı, personelin temizliği, acilealınma şekli, hastayı ilk karşılayan kişi, acile ulaşım kolaylığı, muayene odasınaulaşım kolaylığı, muayeneye kadar geçen süre, mekanın temizliği, yönlendirmetabelaları, aydınlatma açısından yeterliliği, gözlemdeki takibin kalitesi, Acil Tıp Kliniğitarafından acil servisin yönetilmesi ve hastaların bu kliniğin sabit ekibi tarafındantakip edilmesi, tetkiklerle ilgili doyurucu bilgi verme, taburculuk esnasında hastayaverilen bilginin yeterli algılanması, laboratuvar ve radyolojik tetkik sürelerininkısaltılması olduğu saptanmıştır. Bu gibi çalışmalar sadece acil servislesınırlandırılmamalı, hastanenin diğer bölümlerine de yaygınlaştırılmalıdır.ANAHTAR SÖZCÜKLER: Hasta memnuniyeti, Acil servis, Acil tıp, Kaliteetrieve the health of their patients but alsoto increase competition power for preserving their presence. Today, the only way ofthis is to analyze the expectations of patients’ and their relatives’, to see the serviceexpectations before to present the service that will satisfy them. For this reason todetermine the factors influencing emergency service patient satisfaction, we prepareda survey study to apply in İstanbul Haydarpaşa Numune Research and TrainingHospital Emergency Department. In the study results, we found that main factors thatinfluence the patient satisfaction were the attitude of the doctors, the attitude andcare quality of nurses, the hygiene of personnel, the way of admission of the patientto the emergency service, the first person who welcomes the patient, the ease ofarrival at emergency service, the ease of arrival at the examining room, the timepassed to be examined by the doctor, the hygiene of the hospital, the guidencesignboards, the adequacy of light support, the quality of observation room, themanagement of emergency service with emergency department and the follow up ofthe patients by a staff team, giving enough information about the surveys, the level ofthe information during hospital discharge, shortening the lenght of time for radiologyand laboratory research. These studies must not be confined to emergency servicesand must be generalized to all departments of the hospitals.KEY WORDS: Patient satisfaction, Emergency service, Emergency medicine, QualityItem Metadata only Acil servise başvuran multitravmalı hastaların kanlarında alkol tespit edilip edilmemesine bağlı olarak travma skorlarındaki değişimin araştırılması(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Urgan, Oğuz; Onur, Özge Ecmel; Acil Tıp Anabilim DalıÖZET:Amaç: Travma, genç nüfus için en önemli ölüm nedenlerindendir. Bu çalışmadaki amacımız, acil servise multitravma nedeniyle başvuran hastalarda, travma skorlama sistemlerinden de faydalanarak, kan alkol düzeyine göre travma skorlarında ve dolayısı ile travma şiddetlerinde değişim olup olmadığını tespit etmektir. Gereçler ve yöntem: Çalışmaya travma nedeniyle acil servise başvuran 18 yaş üzeri hastalar alındı. Kan alkol düzeyi (KAD) 50 mg/dl altında olan hastalar KAD (-) olarak, 50 mg/dl üzerinde olanlar hastalar ise KAD (+) olarak sınıflandırıldı. Travma puanlaması olarak Glasgow Coma Scale (GKS), Abbreviated Injury Severity Score (AIS), Injury Severity Score (ISS), Early Warning Score (EWS) ve Revised Trauma Score (RTS) kullanıldı. Hastaların yaş, cinsiyet, travma türleri ve alt türleri, vital bulguları, GKS, EWS, RTS, AIS ve ISS değerleri ile KAD arasındaki ilişki incelendi.Bulgular: Çalışmaya multitravması olduğu saptanan 102 hasta alınmıştır. Hastaların 81’i erkek (% 79,41), 21’i kadındır (% 20,59). Çalışmaya alınan 102 hastadan 18’inin (% 17,65) KAD (+) olduğu, 84 hastanın ise KAD (-) olduğu; 89’unun (% 87,26) künt travma, 13’ünün (% 12,74) ise penetran yaralanmaları nedeni ile AS başvurusu olduğu saptanmıştır. Yaş dağılımları, penetran ve künt travma çeşitleri ve hastaların vital bulguları (SKB, DKB, Nabız, SS) ile KAD arasında anlamlı bir ilişki gözlemlenmemiştir. KAD (-) ve KAD (+) olan hasta gruplarının GKS grupları ile arasında anlamlı bir fark gözlemlenmiştir. GKS skoru 14-15 aralığında olan kişilerin büyük çoğunluğunun KAD (-) olan hasta grubuna ait olduğu görülmektedir. KAD (+) olan 18 kişilik grubun sadece 2 tanesinde GKS’si 14-15 aralığında olup, 16 hastanın GKS’sinin 13 ve altında olduğu bulunmuştur. Baş - boyun, abdomen bölgelerine olan travmaların AIS’ları açısından künt ve penetran travma grupları arasında anlamlı farklılık gözlemlenmiştir. AIS’ları ile KAD arasında AIS yüz bölgesi hariç istatistiksel olarak anlamli bir ilişki saptanamamıştır. ISS 25 üzerinde olan hastaların KAD’leri ile, ISS 25 altında olan hastaların KAD’leri arasında anlamlı bir fark gözlemlenmemiştir. RTS’ları, KAD düzeyine göre değerlendirildiğinde gruplar arasında anlamlı bir farklılık gözlemlenmemiştir. Çoklu travma hastalarının ciddiyetini öngörmede ISS ve EWS arasında pozitif yönde güçlü ve anlamlı bir korelasyon vardı.Sonuç: Alkol alımı, travma oluşumu için önemli bir risk faktörü iken; kan alkol düzeyine göre travma skorlarında değişim olup olmadığını tespit etmek için yaptığımız çalışmamızda; KAD ile hastaların anatomik ve fizyolojik skorlama sistemlerinden AIS, ISS, EWS ve RTS arasında anlamlı bir ilişki olmadığı ortaya çıkmıştır. Anahtar kelimeler: acil servis, kan alkol düzeyi, travma şiddeti, travma skorlama sistemleriABSTRACT:Objective: Trauma; is one of the most important causes of death in young population. In this study we aimed to determine the effect of blood alcohol levels (BAL) of multitrauma patients on trauma severity by using trauma scoring systems.Methods: The study included patients who applied to emergency department (ED) for a trauma and older than 18 years. Blood alcohol level (BAL) values less than 50 mg/dl were classified as BAL(-), and those more than 50 mg/dl were classified as BAL(+). We used Glasgow Coma Scale (GCS), Abbreviated Injury Severity Score (AIS), Injury Severity Score (ISS), Early Warning Score (EWS) and Revised Trauma Score (RTS) for trauma scoring. The relationship between BAL and patients’ age, sex, trauma type, vital signs, GCS, EWS, RTS, AIS and ISS values are examined.Results: In this study 102 multitrauma patients examined. 81 of them were male (% 79,41) and 21 of them (% 20,59) were female. From a total of 102 patients who had applied to ED; 18 (% 17,65) patients had BAL (+), 84 (% 87,26) patients had BAL (-); 89 (% 87,26) patients had blunt, 13 (% 12,74) patients had penetrating trauma. There is no significant relationship found between BAL and age distributions, penetrating or blunt trauma types, patients’ vital signs (SBP, DBP, HR, RR) There is a significant difference observed between BAL (-) and BAL (+) patients with GCS groups. It is seemed that most of the patients who have a GCS between 14 to 15 are in the BAL (-) group. In BAL (+) group which has 18 patients; there was only 2 patients whose GCS is between 14 to 15. Rest of 16 patients also had a GCS as 13 or below. There is also a significant difference between blunt and penetrating trauma groups’ head-neck and abdomen traumas’ AIS values. There is no statistically significant relationship was found between BAL and AIS values of these patients except the face area. There is no significant difference observed between patients BAL’s who had an ISS score above 25 or below 25. Also RTS evaluated with BAL and no significant difference was found between groups. A positive, powerfull and significant correlation between ISS and EWS to envisage the severity of multitrauma patients was observed.Conclusion: Although alcohol intake is an important risk factor for trauma; our current study which searchs blood alcohol levels and its changes in trauma scores showed us that there is not a significant relationship between BAL and AIS, ISS and RTS which are related to trauma patients’ anatomic and physiological trauma scores.Key words: emergency department, blood alcohol level, trauma severity, alcohol, trauma scoring systemsItem Metadata only Acil servise konversiyon bozukluğu ile başvuran hastalarda sosyal uyum kendini değerlendirme ölçeğinin uygulanması(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Şinasi, Dr. Mehmet Mustafa; Onur, Özge Ecmel; Acil Tıp Anabilim DalıÖZETKonversiyon bozukluğu; belirtileri telkinle ortaya çıkan ve telkinle kaybolansomatik ve psişik çeşitli belirtiler topluluğu, duyu ya da istemli motor işlevlerinietkileyen, nörolojik ya da diğer bir genel tıbbi durumu düşündüren, bir ya da birdenfazla semptomun eşlik ettiği psikiyatrik bir bozukluktur. Bu semptomların psikolojiketkenlere eşlik ettiği düşünülür, çünkü bu semptomların başlamasından önceçatışmalar veya diğer stres etkenleri vardır. Psikiyatride Hastalıkların Tanımlanmasıve Sınıflandırılması Elkitabı, Yeniden Gözden Geçirilmiş Dördüncü Baskı (DSMIV-TR) kriterlerine göre konversiyon bozukluğu; somatoform bozukluklar altındasınıflandırılmıştır. Bu çalışmada konversiyon tanısı alan hastaların sosyal uyumproblemi olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmamıza Ocak 2012 –Ocak 2013 yılları arasında Marmara Üniversitesi Acil Tıp Kliniği’ne başvuran,konversif davranışlar sergileyen ve altta yatan organik problemi ekarte edilenhastalar alındı. Çalışma konversif bozukluk sebebiyle acil servise başvuran hastalarınsosyal uyum problemlerinin olup olmadığı araştırılması için prospektif olarakplanlandı. Çalışma hastalarının sosyal uyum problemi varlığı durumunun aynı bölgetoplumundan farklılık gösterip göstermediğinin değerlendirilebilmesi için sağlıklıgönüllülerden kontrol grubu oluşturuldu. Sosyal uyum problemi varlığınınaraştırılması için Sosyal Uyum Kendini Değerlendirme Ölçeği kullanıldı. Belirlenmişbir puanlama sistemine göre puanlanan anketler ile hastaların uyum problemlerininolup olmadığı araştırıldı. Onam vermeyenler veya sonradan vazgeçenler çalışmadışına çıkarıldı. 125 hastadan oluşan bir çalışma grubu ve 60 hastadan oluşan birkontrol grubu oluşturuldu. İstatistik analizler SPSS 15,0 programı ile yapıldı.İstatistik analizlerde ki-kare testi kullanıldı. İstatistik anlamlılık sınırı olarak %95Güven aralığında p<0,05 alındı. Çalışmamız sonucunda kontrol grubu ilekıyaslandığında konversif bozukluğu olan hastalarda herhangi bir sosyal uyumproblemi veya depresif durumun farkına rastlanmadı.iiiİNGİLİZCE ÖZETConversion is a disorder of a group of somatique and psychic symptoms whichis determined and cured by inculcation, that effects sense and voluntary motorfunctions, gives the impression of a neurological/general medical condition, andaccompanied by one or more symptoms. These symptoms are thought to beaccompanied by psychological factors because of the fact that there are conflicts andother stress factors beforehand. According to Handbook of Definition andClassification of conditions/disorders/illnesses in psychology (updated 4. Edition)(DSM-IV-TR) conversion disorder is classified under the somatoform disorders. Thisstudy aims to research whether patients with conversion disorder diagnosis have asocial adaptation problem underneath. Our study includes patients with conversivebehavior without any organic problems which has been admitted to MarmaraUniversity Emergency department from January 2012 – until January 2013. Theresearch has been planned prospectively in order to research whether emergencypatients with conversion disorder diagnosis have a social adaptation problemunderneath. To determine whether this situation differ from the local community, agroup of healthy volunteers has been generated as a control group. To be able toresearch the presence of social adaptation problems, “Self Social AdaptationAssessment Scale” has been used. A survey with certain grade criteria has beenapplied. Patients without consent have been discarded from the study. A group of125 patients has been formed as a study group and a group of 60 patients has beenformed as a control group. Statistical analysis has been done by SPSS 15.0 programalong with qui-square test. Significance level limit of %95 and confidence intervalp<0,05 has been used as standards. According to our study, when compared tocontrol group, patients with conversive disorder do not show any differences ofsocial adaptation problem or depressive situation.ivItem Metadata only Acil servise nöbet şikayetiyle başvuran hastalarda S100B proteininin düzeyi ve dağılımı(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2010) Doğan, Fatma Sarı; Altınok, Arzu Denizbaşı; Acil Tıp Anabilim DalıItem Metadata only Acil servise senkop ile başvuran hastalarda, serum S100B protein düzeyi yüksekliği ile ilişkili değişkenlerin belirlenmesi(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2008) Akoğlu, Haldun; Denizbaşı, Arzu; Acil Tıp Anabilim DalıItem Metadata only Acil servise serebrovasküler hastalık nedeniyle başvuran kişilerde plazma aldosteron düzeyinin araştırılması(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2008) Abdurrahmanoğlu, Chassan; Denizbaşı, Arzu; Acil Tıp Anabilim DalıItem Metadata only Acil servise solunum sıkıntısı ile başvurup pulmoner emboli tanısı alan hastalarda bakılan c-reaktif protein düzeyinin well’s skoru ve pulmoner emboli ağırlık indeksi skorlama sonuçlarıyla klinik korelasyonunun incelenmesi(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Salçın, Emre; Denizbaşı, Arzu; Acil Tıp Anabilim DalıÖZET: Amaç: PE tanısında CRP’nin tek başına anlamı olmasa da tanıdan sonra prognozu öngörmede kullanımının faydalı olduğu önerilmektedir. Amacımız CRP düzeyi ile PESI ve Well’s skoru arasında ilişki olup olmadığını, CRP düzeyinin prognozu belirlemede bir belirteç olarak kullanılıp kullanılamayacağını belirlemektir. Gereçler ve yöntem: Bu araştırma, Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Servisine, belirlenen süre içerisinde, solunum sıkıntısı ile başvuran hastalardan Well’s Skoru orta ve yüksek risk grubunda saptanıp çekilen PBTA sonucu PE saptanan hastalarda eş zamanlı CRP düzeylerinin incelenmesi amacı ile prospektif olarak yapılmıştır. Hastaların yaşları, cinsiyetleri, hikayeleri, fizik muayene bulguları ve risk faktörleri kayıt altına alındıktan sonra, PESI prognoz skorları hesaplandı ve acilde sonlanım şekilleri kaydedildi. Temel tanımlayıcı istatistiklerin yanı sıra CRP ile Wells’ ve PESI skorlarının korelasyon analizi yapıldı. Bulgular: Çalışmamıza toplam 313 hasta alınmıştır. Bu hastaların 173’ü (% 55.27 ) kadın hastadır. Wells’ risk skoru orta risk olanlarda CRP düzeyi ortalaması 69,55 ± 4,96 (%95 GA; 59,77 – 77,32) iken Wells’ skoru yüksek risk olanlarda CRP düzeyi ortalaması 129,73 ± 15,96 (%95 GA; 97,51 – 161,96) olarak saptanmıştır (pearson correlation; p<0,001). PESI risk sınıfı 1 olan grupta CRP ortalaması 25,58 ± 37,21 (%95 GA; 9,08 – 42,08) iken PESI risk sınıfı 5 olan grupta CRP ortalaması 105,22 ± 97,21 (%95 GA; 88,68 – 121,77) olup anlamlı fark vardır (ANOVA; p<0,001). ROC analizine göre aktif malignite varlığı açısından CRP’nin ayırt ettirici doğruluğu (EAA) 0,728 (SH: 0,33) olup (p<0,001; %95 GA: 0,663-0,794) CRP düzeyinin 7,45 mg/dl ve altında olması %95 Sensitivite ile malignite olasılığını ekarte ettirir. CRP düzeyi <11,1 mg/l olduğunda, 0,747 ± 0,028 (%95GA: 0,693-0,801) doğrulukla (EAA) ve %95 sensitivite ile hastanın ek pnömoni tanısı olup olmadığını belirleyebilecek bir ölçektir (p<0,001). Sonuç: CRP, PE hastalarında prognozu öngörmede önemli bir belirteç olarak kullanılabilir. Ayrıca PE hastalarında CRP düzeyi, aktif bir malignite olup olmadığını ya da pnömoni varlığını güçlü bir şekilde ayırt edebilmektedir. Anahtar kelimeler: Pulmoner emboli, C-reaktif Protein, PESI, prognoz ABSTRACT: Objective: C-reactive protein (CRP) is suggested to be useful for predicting patients' prognosis in Pulmonary embolism (PE). In this study, we aim to investigate the correlation between CRP levels, and pulmonary embolism severity index (PESI) and Well's score, and also to discuss the efficacy of CRP for determining prognosis in PE patients. Methods: This prospective single centered study was held in Marmara University Department of Emergency Medicine. During the time period of the study, pulmonary CT angiograms (PCTA) were performed on patients who presented with respiratory distress and whose Well's Score was found to be at moderate or high risk. CRP levels were measured concurrently from patients who were diagnosed with PE in PCTA. Age, sex, patient history, physical examination findings and risk factors were recorded for each patient along with PESI score and patient outcome. Basic descriptive statistical analysis and correlation analysis between CRP levels and PESI and Well's scores were performed. Results: 313 patients were included. 173 (55.27%) were female. While mean CRP level for patients whose Well's score showed moderate risk was 69,55 ± 4,96 (95% CI; 59,77 – 77,32), it was 129,73 ± 15,96 (95% CI; 97,51 – 161,96) for patients with a high risk score (pearson correlation; p<0,001). Mean CRP level for patients who were class I in PESI was 25,58 ± 37,21 (95% CI; 9,08 – 42,08) and 105,22 ± 97,21 (95% CI; 88,68 – 121,77) for patients who were class V, which was statistically significant (ANOVA; p<0,001). According to ROC analysis, area under curve (AUC) for CRP in presence of active malignancy was 0,728 (Standart Error: 0,33) (p<0,001; 95% CI: 0,663-0,794) and a CRP level ≤7,45 mg/dl exluded the possibility of malignancy with 95% sensitivity. CRP was found to be a marker for concurrent pneumonia when below 11,1mg/dl with 95% sensitivity and 0,747 ± 0,028 (95% CI: 0,693-0,801) accuracy (AUC) (p<0,001). Conclusion: CRP can be valuable for predicting prognosis in PE. Also CRP levels can be used to distinguish between active malignancy and pneumonia in patients with PE. Key words: Pulmonary embolism, c-reactive protein, PESI, prognosisItem Metadata only Acil serviste geçici iskemik atak tanısı konan hastalarda kısa dönem inme riski belirlemede ABCD² risk skorlama sisteminin kullanımı(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2010) Özpolat, Çiğdem; Altınok, Arzu Denizbaşı; Acil Tıp Anabilim DalıÖZET-AMAÇ: Geçici iskemik atak (GĐA) geçiren hastalarda kısa dönemde özelliklebirinci haftada inme geçirme riski belirgin olarak artmıstır. GĐA geçiren hastaların kısadönem inme riskini değerlendirmek üzere gelistirilen ABCD2 skoru kısa dönem inmeriskini belirleyen bir risk değerlendirme yöntemidir. Bu çalısmanın amacı, acil servisebasvurup GĐA tanısı alan hastalarda ABCD2 risk skorlamasına göre risk gruplarında3. gün inme riskini belirlemek ve ABCD2 risk skorlamasının 3. gün inme riskiaçısından prediktif değerinin incelenmesidir.MATERYAL-METOD: Çalısma süresince acil servise basvuran eriskin hastalardanGĐA tanısı alan hastalar çalısmaya alınarak, ABCD2 skorları hesaplandı ve 0-3 puanalan hastalar düsük riskli, 4-5 puan alanlar orta riskli ve 6-7 puan alanlar yüksek riskliolarak gruplandırıldı. Bulguların değerlendirilmesinde istatiksel analizler için PASW(Predictive Analytic Software) programı kullanıldı. ABCD2 risk skorlama sisteminin 3.günde inme geçirmedeki duyarlılığını değerlendirmede ROC eğrisi kullanıldı.SONUÇLAR: Çalısmaya dahil edilen toplam 64 hastadan düsük riskli olanlarınhiçbirinde inme gözlenmezken orta riskli hastaların inme geçirme riski %12,1, yüksekrisk grubundaki hastaların inme geçirme riski %22.2 hesaplandı. Farklı ABCD2 riskskorlarının 3.gün inme riskini öngördürmedeki duyarlılık ve özgüllükleri belirlenerekçizilen ROC eğrisinde c istatistiği:0,76 %95 GA:0,64 – 0,67, p<0,01 hesaplandı ve buçalısma popülasyonu için skoru dikotomize edecek en uygun esik değer 4 olarakbelirlendi.TARTISMA: Sonuç olarak, acil servise basvurup GĐA tanısı alan hastalar, ABCD2skoruyla değerlendirildiklerinde, skorları 4 ve 4’ün üzerinde olanların oldukça artmıskısa dönemli inme riskine sahip oldukları, skoru 4’ün altında olan grubun inme riskininise oldukça düsük olduğu görüldü. Hesaplanan ABCD2 skoru >4 olan hastalarınyatırılarak altta yatan etiyolojisine yönelik tetkiklerin yapılarak uygun tedavininbaslanması gerekmektedir.ANAHTAR SÖZCÜKLER: ABCD2 skoru, geçici iskemik atak, inme, riskiiiABSTRACTOBJECTIVE: Transient ischemic attack (TIA) patients have markedly elevated riskof stroke in short term, especially within first week of TIA. ABCD2 score is a riskstratification method developed to predict the risk of stroke among patients with TIA.The aim of this study is to determine the 3 day stroke risk of patients presenting toemergency department (ER) with TIA and evaluate the predictive value of ABCD2score for these patients.MATERIAL and METHOD: Patients with diagnosis of TIA were included in the studyand divided into low (0-3 points), medium (4-5 points) and high (6-7 points) riskgroups according to their ABCD2 scores. Statistical analyses were performed byusing Predictive Analytic Software (PASW) Statistics. The sensitivity of ABCD2scoring system on estimation of the risk of stroke in 3 days was evaluated by receiveroperating characteristic (ROC) curve.RESULTS: Of the 64 patients included in the study, none of the low risk group hadstroke. Stroke risks of medium and high risk group patients were calculated as 12.1% and 22.2 % respectively. Sensitivity and specificity of each ABCD2 score for 3rdday stroke risk was calculated. In the ROC curve generated by these calculations,the c statistics was determined as 0,76, 95% CI: 0.64-0.67, p<0,01 and the mostappropriate cut-off score to dichotomise the study group was determined as four.DISCUSSION: This study concluded in that TĐA patients with an ABCD2 score of fouror higher had a markedly increased short-term stroke risk, while those with a lowerscore were quite safe for stroke in three days. It is appropriate to hospitalize thepatients with a score of four or more and investigate for underlying cause and treatfor it.KEY WORDS: ABCD2 score, transient ischemic attack, stroke, riskItem Metadata only Acil serviste pnömoni tanısı olan hastalarda alınan kan kültürlerinin diagnostik ve terapötik değeri(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2008) Erdede, Mustafa Örfi; Altınok, Arzu Denizbaşı; Acil Tıp Anabilim DalıItem Metadata only Hafif kapalı kafa travması yapılan sıçanlarda abrenomedullin uygulamasının nörojenik inflamasyon üzerine etkileri(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2011) Demir, Hasan; Onur, Özge Ecmel; Acil Tıp Anabilim DalıÖZETTravmatik beyin hasarı (TBH) dünyada, 45 yaş altı bireylerde mortalite ve morbiditenin başlıca nedenlerinden biridir. Travmanın primer (mekanik) etkisinden daha ziyade, bu direkt etkinin başlattığı sekonder hasar mortalite ve morbiditeden sorumludur ve teröpatik müdahalelere de duyarlıdır. Biz bu çalışmamızda, darbe-ivme modeli ile diffüz hafif kafa travması oluşturulan sıçanlarda, Adrenomedulin uygulanması ile sekonder hasarda önemli olan enflamatuar parametrelerin düzeylerini inceledik. Bu çalışmada MÜ-DEHAMER’den temin edilen Wistar Albino tipi, ağırlıkları 280-350gr arasında değişen 48 adet, eşit sayıda erkek/dişi sıçanlar kullanıldı. Sıçanlar 3 gruba ayrıldı. 1. gruba (Sham opere), sadece skalp disseksiyonu yapıldı. 2. gruba (KKT- SF), kapalı kafa travması yapılıp serum fizyolojik 0.1 ml /kg intraperitoneal verildi. 3. gruba (KKT-AM), kapalı kafa travması yapılıp Adrenomedulin 12 mcg/kg intraperitoneal uygulandı. Modifiye kapalı hafif diffüz kafa travması, darbe- ivme modeli ile tanımlanan 300 gr ağırlık 1 metre yükseklikten bırakılarak oluşturuldu. Sıçanların travma sonrası 1., 6., 24. saatteki plazma örnekleri alınarak TNF-α, IL-1β ve IL-6 düzeylerine bakıldı. 24. saatte, dekapitasyon öncesi sıçanların nörolojik durumlarını değerlendirmek için, modifiye bederson nörolojik muayene skorlaması kullanıldı (0: en iyi, 20:en kötü). Dekapitasyon sonrası ise beyin doku örneklerinden MPO, GSH, MDA ölçümü yapıldı. Histolojik preparatlar hazırlanarak ışık mikroskobu ile nörodejenerasyon açısından histopatolojik inceleme yapıldı. Beyin doku MPO düzeyinde Adrenomedulin verilen grupta istatiksel açıdan anlamlı artış saptandı (p≤0,05). GSH ve MDA düzeylerinde anlamlı farklılık saptanmadı. Gruplar arasında TNF-α, IL-1β ve IL-6 düzeylerinde istatiksel açıdan anlamlı farklılık saptanmadı. İstatiksel açıdan anlamlı olmasa da, KKT-SF grubunda TNF-α’nın 24. saat düzeyinde 6. saate göre azalma olurken, KKT-AM grubunda artış saptandı (p>0.05). Beyin doku örneklerinin ışık mikroskobu incelemesinde, Adrenomedulin uygulanan grupta KKT-SF grubuna göre daha az nöronal hasar saptandı. Bederson nörolojik muayene skoru KKT-AM grubunda KKT-SF grubundan düşük saptandı. Bu fark istatistiksel açıdan anlamlı olarak değerlendi. (p≤0,05).AM tedavi grubunda enflamatuvar belirteçlerin yüksek saptanmasına rağmen, sıçanların nörolojik tablosunda iyileşme görülmesi ve histopatolojik dejeneratif değişikliklerin az olması, AM’nin nöroprotektif etkisinin sitokinlere bağlı enflamatuvar ve oksidatif faktörlerden daha ziyade, başka değişkenlere bağlı olabileceğini düşündürmektedir.ANAHTAR SÖZCÜKLER: Kapalı kafa travması, Adrenomedulin, İnflamasyon, SUMMARYIn the world traumatic brain injury is one of the major causes of morbidity and mortality in people under the age of 45. Rather than the primary mechanical effect of the trauma, the effect initiated by this direct impact causes the secondary damage which is responsible for the mortality and morbidity. This secondary damage is also sensitive to therapeutic interventions. In this study we reviewed the effect of adrenomedullin on the important inflammatory parameters of secondary brain damage in the rats in which we made mild head injury by the impact-acceleration model.In our study we used Wistar Albino type 48 rats, which are supplied from MÜ-DEHAMER. Their weights are ranging between 280-350gr, female and male rats are equal in number. The rats were divided into 3 groups. Only scalp dissection was performed to the first group (Sham operated). A closed head injury was performed to the second group (KKT-SF) and then 0.1 ml/kg saline was injected intraperitoneally. A closed head injury was performed to the third group (KKT-AM) and then adrenomedullin 12 mcg/kg was injected intraperitoneally. Modified, diffuse, mild closed head injury was defined by impact-acceleration model and created by leaving a mass of 300gr from a height of 1 meter. Blood samples were obtained from the rats after the head injury, in the 1., 6. and 24. hours and examined for TNF-α, IL-1β and IL-6 levels. In the 24th hour, before dekapitation, we used modified bederson scoring of neurological examination to evaluate the neurological status of rats (0; the best, 20; the worst). After dekapitation we studied MPO, GSH and MDA levels from the brain tissue samples. Histological preparations were prepared and examined for neurodegeneration by the light microscope. In the adrenomedullin group, brain tissue MPO levels were increased and this increase was statistically significant (p≤0.05). But the change in GSH and MDA levels were not statistically signicantly. Group analyses for TNF-α, IL-1β and IL-6 levels were not statistically significant, too. Even though it is not statistically significant, TNF-α levels in the 24. hour were decreased when compared to the 6. hour TNF-α levels in the KKT-SF group, but increased in KKT-AM group (p>0.05). The examination of brain tissue samples under the light microscope showed that the neuronal damage was less in adrenomedullin group when compared to the KKT-SF group. Bederson neurological examination score was found less in KKT-AM group than in KKT-SF group. This was statistically significant (p≤0.05) .Despite the high detection of inflammatory markers in the adrenomedullin treatment group, neurological recovery seen in rats and the presence of reduced histopathological degenerative changes, shows that adrenomedullin’s neuroprotective effect may be due to other variables rather than the inflammatory cytokines and oxidative factors. KEYWORDS: Closed Head Trauma, Adrenomedullin, InflammationItem Metadata only Hastane afet planlaması, hastane acil durum komuta sistemi ve Marmara Üniversitesi Hastanesi’nde uygulaması(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2004) Türeli, Derya; Tezel, Erdem; Acil Tıp Anabilim DalıItem Metadata only Kardiyopulmoner resüsitasyon yapılan hastalarda kardiyak ultrason ile bakılan ventrikül hareketinin prognozla olan ilişkisinin araştırılması(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Özen, Can; Akoğlu, Haldun; Acil Tıp Anabilim DalıÖZET Amaç: Kardiyopulmoner resüsitasyon (KPR) kardiyak arrest (KA) geçiren hastalara uygulanan temel ve ileri yaşamsal destek işlemlerinin bütünüdür. Uzamış resüsitasyonun hem uzun süreli sağ kalıma etkisinin olmadığı hem de hastane taburculuğu sırasında nörolojik sekele neden olduğu bilinmektedir. Son yıllarda bazı girişimsel olmayan işlemlerle KPR sonucu sağkalım belirteçleri incelenmektedir. Bunun için kullanılan metodlardan biri de kardiyok ultrasonografi (USG)’dir. Biz de çalışmamızda KPR işlemi öncesinde USG ile bakılan ventrikül duvar hareketi (VHD) varlığının spontan dolaşımın dönüşü (SDD), hastane yatışına kadar ve 1 ay sonundaki sağkalım ile olan ilişkisini araştırmayı amaçlamaktayız. Gereçler ve yöntem: Çalışma retrospektif, tek merkezli olarak tasarlanmıştır. 1 Ocak 2014 - 31 Temmuz 2014 tarihleri arasında acil servisimize KA olarak getirilen veya acil servisteki takibi sırasında KA görülen, 18 yaş üzeri, gebe olmayan hastalar dahil edilmiştir. 2010 AHA kılavuzuna uygun olarak yapılan KPR uygulamasını engellemeden, Focus Assessed Transthoracic Echo (FATE) protokolü ile ventrikül duvar hareketi değerlendirilmiş, önceden hazırlanmış formlara hastaların demografik bilgileri, başvuru ritmi, KA yeri, SDD elde edilip edilmediği ve SDD’ne kadar geçen süre ile birlikte kaydedilmiştir. 1 ay sonra hasta yakınları telefon ile aranarak hastaların son durumu ile ilgili bilgiler kaydedilmiştir. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 147 hastanın verileri tam olan 129’u çalışmaya dahil edildi. Hastaların 46’sı (%35,6) kadın ve 83’ü (%64,4) erkek olup ortalama yaş Ortalama yaş 65,18 ± 16,3’dür (%95 GA 62,34-68,02) hesaplandı. SDD olan hastaların oranı %45,7 (n=59) olup %54,3’ünde (n=70) ise KPR işlemine yanıt alınamadı. VDH görülen 77 (%59,7) hastanın 56’sında (%72,7), VDH görülmeyen 52 (%40,3) hastanın ise sadece 3’ünde (%5,8) SDD sağlanabildi. Bu oranların arasında belirgin derecede istatistiksel fark tespit edildi (ki-kare; p<0,001). VDH değerlendirmesinin SDD elde edilmesini öngördürme açısından duyarlılığı 0,95 (%95GA: 0,95-0,99) özgüllüğü 0,70 (%95GA:0,58-0,80), pozitiföngördürücü değeri 0,73 (%95GA:0,62-0,82), negatif öngördürücü değeri 0,94 (%95GA:0,83-0,98), pozitif olabilirlik olasılığı (+LR) 3,16 (%95 GA: 2,20-4,55) ve negatif olabilirlik olasılığı (-LR) 0,07 (%95 GA: 0,02-0,22) olarak belirlendi. VDH görülen 77 (%59,7) hastanın 43’ünde (%55,8), VDH görülmeyen 52 (%40,3) hastanın ise sadece 1’inde (%1,9) hastaneye yatacak kadar sağkalım sağlanabilmiş olup oranlar arasındaki fark istatistiksel olarak belirgin derecede anlamlı olarak gözlendi (ki-kare; p<0,001). VDH değerlendirmesinin hastaneye yatabilecek kadar sağkalım sağlanmasını öngördürme açısından duyarlılığı1,00 (%95GA: 0,87 – 1,00) özgüllüğü 0,54 (%95GA: 0,43 – 0,64), pozitif öngördürücü değeri 0,41 (%95 GA:0,31 – 0,53), negatif öngördürücü değeri 1,00 (%95 GA:0,91-1,00), pozitif olabilirlik olasılığı (+LR) 2,16 (%95 GA: 1,74-2,67) ve negatif olabilirlik olasılığı (-LR) 0 olarak belirlendi. Sonuç: Çalışmamızda, VDH görülmeyen hastaların, başlangıç ritminden bağımsız bir şekilde, tüm resüsitayon çabalarına rağmen, neredeyse hiçbirinde SDD elde edilememiştir. SDD elde edilip hastane yatışı yapılan 3 hastanın hepsi de hastanede yaşamını yitirmiştir. Bu verilere göre KPR başlangıcında VDH görülmeyen hastaların hastane taburculuğuna olanak verecek bir sağkalım şansı olmadığı çıkarımı yapılarak resüsitasyon işleminin erken sonlandırılması düşünülebilir. Anahtar kelimeler: acil servis, kardiyak ultrasonografi, kardiyopulmoner resüsitasyon, ventrikül duvar hareketi,ABSTRACT Goal: Cardiopulmonary resuscitation (CPR) is a combination of basic and advanced interventions in order to obtain spontaneous circulation in cardiac arrests. Prolonged resuscitations are reported to have no effect on long term survival and cause neurological deficits. Recent studies suggest use of non invasive methods such as cardiac ultrasonography (US) to determine positive outcomes of CPR. In our study, our goal is to investigate the correlation between the presence of ventricular wall motion (VWM) in US prior to CPR and the return of spontaneous circulation (ROSC), survival in hospital admission and survival after 1 month. Methods: In our retrospective, single center study, adult CA patients who presented with CA or developed CA during their stay in emergency department between January 1st 2014 and July 31st 2014 were enrolled. Cardiac US was performed before CPR, which followed 2010 AHA protocols, without intervening the process. Focus Assessed Transthoracic Echo (FATE) was used as US protocol. Presence of VWM was assessed and recorded on forms along with demographical data, initial rythm, CA location, presence of ROSC and time until ROSC obtained. 1 month survival was assessed with phone interviews. Results: 129 patients with full data out of 147 patients were included in our study. 46 (35,6%) were female and 83 (64,4%) were male. Mean age was 65,18 ± 16,3 (%95 CI 62,34-68,02). 45,7% (n=59) had ROSC after CPR while 54,3% (n=70) didn’t respond resuscitation. ROSC was obtained in 56 (72,7%) of 77 patients with VWM and 3 (5,8%) of 56 patients without VWM which is statistically significant (p>0.001). Presence of VWM is 95% (%95CI: 0,95-0,99) sensitive and 70% (95% CI: 0,58-0,80) spesific for ROSC with a positive predictive value of 0,73 (95% CI:0,62-0,82), negative predictive value of 0,94 (95% CI:0,83-0,98), positive likelihood ratio (+LR) of 3,16 (95% CI: 2,20-4,55) and negative likelihood ratio (-LR) of 0,07 (95% CI: 0,02-0,22). 43 (55,8%) of 77 patients with VWM and 1 (1,9%) of 52 patients without VWM survived until hospital admission which was statistically significant (p<0,001). Presence of VWM was 100% (95% CI: 0,871,00) sensitive and 54% (95% CI: 0,43 – 0,64) spesific for survival until hospital admission with a positive predictive value of 0,41 (95% CI: 0,31 – 0,53), negative predictive value of 1,00 (95% CI: 0,91-1,00), positive likelihood ratio (+LR) of 2,16 (95% GA: 1,74-2,67) and negative likelihood ratio (-LR) of 0. Conclusion: In our study, no patients without VWM in US survived until hospital admission, and only 3 of them had ROSC in emergency department. This data suggests no patients with absence of VWM before CPR survives until hospital discharge and this may be an indication to end resuscitative efforts early in these patients. Keywords: Cardiopulmonary resuscitation, cardiac ultrasonography, Emergency Department, ventricular wall motionItem Metadata only Lateral servikal bilgisayarlı tomografide ölçülen vertebral ve prevertebral yumuşak doku mesafelerinin yaş ve cinsiyete göre Türkiye popülasyonundaki normlarının belirlenmesi(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Ömercikoğlu, Serhad; Onur, Özge Ecmel; Acil Tıp Anabilim DalıÖZET:Amaç: Acil serviste vertebra travması olan hastalarda kraniovertebral ve servikotorasik bileşkeler BT ile daha net değerlendirilir. Bu bölgede yapılan PVYD mesafe ölçümlerinin patoloji varlığında etkilenebileceği öne sürülmektedir. Bu çalışmanın amacı acil servise başvurup servikal BT çekilen hastaların retrospektif olarak taranması ve predental, basion-dental ve prevertebral yumuşak doku mesafelerinin hesaplanarak bu değerlerin normal ve patoloji saptanan hastalardaki aralıklarının belirlenmesidir. Gereçler ve yöntem: Çalışma süresince acil servisine travma nedeni ile başvuran ve servikal BT çekilip raporlanan erişkin hastalara ait kayıtlar retrospektif olarak taranarak; tüm hastaların predental, basion-dental ve PVYD mesafeleri ölçüldü. Bulguların değerlendirilmesinde istatiksel analizler için SPSS v15.0 veNCSS istatistik programları kullanıldı. Patoloji olan ve olmayan hastalardaki ortalama değerler bulunarak yaş ve cinsiyete göre istatistiksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya dahil olan 500 hastanın 488’inin BT’leri normal iken ; 12 hastada patoloji raporlanmış ve bu hastaların ölçülen değerleri, patolojik olmayanların üst limit değerlerini geçmediği saptanmıştır. Patoloji olmayanhastalarda predental ve basion dental mesafeleri yaşla birlikte daralırken; C6 ve C7 PVYD mesafeleri ise yaş ile birlikte artmaktadır. Cinsiyetlere göre mesafelerinebakıldığında C3 ve C5 seviyelerinde anlamlı bir fark bulunamazken, Predental, Basion dental, C1, C2, C6 ve C7 düzeylerinde erkeklerde, C5 düzeyinde ise kadınlarda daha geniş bulunmuştur.Sonuç: Çalışmamızda Türk toplumundaki normal servikal omurgalar önü prevertebral yumuşak doku mesafelerini saptadık. Çalışmamızda patoloji saptananhasta sayısı az olduğundan; normal grup ile aralarında bu ölçümlerde anlamlı fark bulunamamıştır. Bu nedenle daha fazla patoloji saptanan hastanın yer aldığı çalışmalara ihtiyaç vardır. Sonuç olarak servikal vertebra önündeki yumuşak doku kalınlıklarının yaş arttıkça ve erkek cinsiyette arttığı, her vertebra önünde de ayrınormaller olduğu Anahtar kelimeler: acil servis, prevertebral yumuşak doku mesafeleri,predental mesafe, basion – dental mesafe, bilgisayarlı tomografi, lateral servikal görüntülemeABSTRACT:Goal: Both the intersections of cervical and thoracic vertebrae and cervicalvertebrae and cranium are assessed better by CT in emergency department (ED). Thethickness of prevertebral soft tissue (TOPST) in these regions is claimed to beeffected by trauma. In this retrospective study, our goal was to survey cervical CTsof ED patients and measure predental space, basion-dental space and TOPST in allpatients in order to determine a normal and a pathological range for thesemeasurements.Materials and Methods: All trauma patients who presented in ED during thetime period of the study were surveyed and those with an official report of cervicalspine CTs from radiology were included in the study. Predental spaces, basion dentalspaces and TOPSTs were measured for all patients. SPSS v15.0 and NCSS softwareswere used for statistical analyses. Mean values for all measurements were calculatedfor both normal CT scans and those with pathological findings. These values wereevaluated for both sexes and different age groups.Results: 500 patients were included in the study. 488 cervical spine CT scanswere reported to be normal and 12 has pathological findings. Mean values in the CTscans with pathological findings were calculated to be below upper limit. Predentalspace and basion dental space measurements were found to be diminishing withincreasing age. On the other hand, TOPST of C6 and C7 were measured to beincreasing with age. When measurements were studied according to sex, nostatistical significance were found in TOPST of C3 and C5, but predental, basiondental, C1, C2, C6 and C7 measurements were higher in males while C4measurements were higer in females.Discussion: In our study, normal ranges of TOPST for cervical vertebrae inTurkish population were determined. No statistical significance were found betweenmeasurements of normal CT scans and scans with pathological findings. This may bedue to the low number of pathological CT scans in our study. Therefore, furtherstudies with a larger population who have pathological CT findings are needed. As aresult, thickness of prevertebral soft tissue were found to be increasing in male sexand with increaing age. Normal values for each cervical vertebra were shown to bedifferent and those values were recorded.Keywords: emergency department, thickness of prevertebral soft tissue,predental space, basion dental space, computerised tomography, lateral cervical spine imagingItem Metadata only Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine başvuran varfarin kullanım öyküsü olan hastalarda, INR değerleriyle komplikasyon gelişim risk ilişkisinin ortaya konması(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2008) Eroğlu, Serkan Emre; Denizbaşı, Arzu; Acil Tıp Anabilim DalıÖZETYenidoğanda ağrı ve etkileri konusunda, 1980’den bu yana birçok çalışma yapılmış, böylece ağrı hakkındaki bilgilerimiz artmıştır. Yenidoğanların prosedürel nedenlere bağlı ağrılarının giderilmesinde kullanılan birçok farmakolojik ve nonfarmakolojik yöntemler vardır. Çalışmamızın amacı; sağlıklı yenidoğanların venöz kan alımı sırasında verdikleri ağrı yanıtlarını değerlendirmek ve işlem sırasında kullanılacak olan sukroz ve topikal EMLA uygulamasının ağrıyı azaltmadaki etkilerinin karşılaştırılmasıdır. Bu çalışma; Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Yenidoğan Bakım Odasında, Haziran – Temmuz 2009 tarihleri arasında deneysel olarak yapıldı. Çalışma kapsamına toplam 60 bebek alındı. Bunlardan birinci grubu 30 yenidoğandan oluşan %24’lük oral sukroz solüsyonu, işlemden 2 dk önce ve işlemden hemen önce 1’er ml verilen grup, ikinci grubu (n=30) ise %5’lik topikal anestetik (prilocain-lidokain) krem olan EMLA grubu oluşturdu. Bu grupta yenidoğanların işlem alanı üzerine işlemden 60dk önce en fazla 1 gr krem uygulandı ve üzeri şeffaf bir örtü ile örtüldü. Araştırma verileri; yenidoğan doğum özelliklerini, yenidoğan ve ailelerine ilişkin özelliklerini, yenidoğanın işlem öncesi, sırası ve sonrasındaki fiziksel değişikliklerini içermektedir. Yenidoğanların işlem öncesi, sırası ve sonrası ağrı puanlarını saptamak için NIPS(Neonatal Infant Pain Scale) kullanıldı. Her iki grup yenidoğanın fiziksel özellikleri ve ailesel özellikleri açısından homojendir. İşlem öncesi sukroz grubunun NIPS puan ortalaması 0.76 ± 1.86, EMLA grubunun ise 2.56±2.89 olarak belirlendi ve gruplar arasında sukroz grubu lehine anlamlı bir ilişki bulundu. İşlem sırasında, sukroz grubunun NIPS puan ortalaması 1.80 ± 2.49 iken EMLA grubunun 4.10 ± 2.78 olduğu görüldü. Sukroz grubunun NIPS puan ortalaması EMLA grubundan istatistiksel olarak düşük bulundu. İşlem sonrasında sukroz ve EMLA gruplarının NIPS puan ortalamaları sırasıyla 1.36 ± 2.37 ile 2.50 ± 2.96 olarak bulundu ve farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı görüldü. Her iki grup arasında yenidoğanların, ağrılı işlem öncesi, sırası ve sonrasında; oksijen saturasyonu, kan basıncı ve kalp tepe atımları arasında anlamlı bir fark olmadığı görüldü. Sonuç olarak; sağlıklı yenidoğanlarda %24’lük oral sukroz solüsyonu, %5’lik EMLA topikal kreme göre daha etkili olduğu söylenebilir. Anahtar Kelimeler: Ağrı, EMLA, Sukroz, Venöz yolla kan alma, YenidoğanSUMMARYTHE EFFECTIVENESS OF ORAL SUCROSE AND TOPICAL EMLA APPLICATION IN REDUCING NEONATAL PAIN DURING VENEPUNCTURESince 1980’s, there has been a significant increase in our knowledge of pain in neonates and many clinical trials have been published. Many pharmacological and no pharmacological methods are currently available to reduce the procedural pain in neonates. The aim of our study is to determine the pain responses of healthy neonates during venepuncture and to compare the effectiveness of oral sucrose and topical EMLA application in reducing neonatal pain. This study was performed between June 2009 and July 2009 at the Maltepe University, Medical Faculty Neonatal Care Unit. Our study included 60 healthy neonates. In the first group consisted of 30 neonates, oral sucrose (concentration 24%) was used in oral doses in the order of 1mls of 24% sucrose in commencing 2 minutes before and just before the procedure. In the second group (n=30), lidocaine-prilocaine 5% cream (EMLA) which is a topical anesthetic, was applied (1g) to puncture site and covered with occlusive dressing, 60 minutes prior to venepuncture. Data collecting questionnaire included the birth characteristics of neonates, demographical features of parents and the physical changes observed in subjects before, during and after the procedure. To determine the pain score in neonates before, during end after he procedure, Neonatal Infant Pain Scale (NIPS) was used. There were no significant differences in birth characteristics between groups. Before the venepuncture; sucrose-treated infants had lower NIPS scores than EMLA applied neonates (0.76±2.89 and 2.56±2.89, respectively). During the procedure, NIPS scores of sucrose treated group was statistically lower than that of EMLA applied group (1.80±2.49 and 4.10±2.78, respectively). After the procedure there was no significant difference in NIPS scores between groups (1.36±2.37 and 2.50±2.96, respectively).There were no significant differences in oxygen saturation, blood pressure and heart rate between groups; before, during and after the procedure. In conclusion; in our study we found that oral sucrose (concentration 24%) solution is more effective than the local anesthetic cream EMLA in reducing pain from venepuncture in healthy newborns.Key words: Pain, EMLA, Sucrose, Venepuncture, NeonateItem Metadata only Medikal uyarılara rağmen, muayeneden sonra acil servisi terk eden hastaların özellikleri(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2009) Sarıtemur, Murat; Denizbaşı, Arzu; Acil Tıp Anabilim DalıItem Metadata only Minör kafa travmalı hastalarda kraniyal tomografi değişiklikleri(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Tezel, Selin; Onur, Özge Ecmel; Acil Tıp Anabilim DalıÖZETAmaç: Travmatik Beyin Hasarı(TBH) 45 yaş altı popülasyonda tüm dünyada en sık mortalite ve morbidite nedenlerindendir. Kafa travması sıklıkla düşme ve trafik kazaları sonrası oluşmaktadır. Bu faktörler TBH’nı en büyük halk sağlığı sorunlarından biri haline dönüştürmektedir. Biz de bu çalışmada acil servislerde çok büyük bir hasta yükünü oluşturan minör kafa travmalarını değerlendirmeyi hedefledik. Metodlar: Çalışmamız Marmara Üniversitesi Hastanesi Acil Tıp Kliniği’nde Ağustos 2011- Ağustos 2012 tarihleri arasında prospektif olarak gerçekleştirildi. Hastaların başvuru şekilleri, ilk BBT’leri, bir ay sonraki kontrol BBT’leri ve sonuçları analiz edildi. Analiz için SPSS 16.0 programı kullanıldı. Çalışmanın sonuçlarının değerlendirilmesi için Ki-kare ve Mcnemar analiz yöntemleri kullanıldı ve p<0,05 anlamlılık değeri olarak alındı.Sonuçlar: 1015 hastalık minör kafa travması başvurusunda Kanada BBT çekilme kuralları ile 428 hastaya BBT uygulandı. Bir ay sonraki randevularına gelen sadece 72 hasta çalışamaya dahil edildi. Hastaların sadece 17(%23,6)’ sinin BBT’sinde travmatik bulguya rastlandı. Bu hastaların %19,4’ ü sefal hematomdu, saptanan önemli patolojiler ise 6 kraniyal kemik (%8,3) ve 3 nazal kemik (%4,1) fraktürüydü. Burada önemli olan ve ancak BBT ile ortaya çıkarılabilen bulgular subdural (2), epidural (1) ve subaraknoid (1) kanamalardı. Ancak bu sayılar istatistiksel olarak anlamlı değillerdi. Bu dört vakadan birinde travma sonrası epileptik nöbet izlendi. Bu dört vaka beyin cerrahisi kliniği tarafından yatırıldı. Bir ay sonra ilk BBT’ leri temiz olan bu 52 hastaya kontrol BBT çekildi. Kontrol BBT’leri de bir ay sonra yine temizdi.Tartışma: BBT KT’ının tipini ve ciddiyetini tespit etmede ve tedaviyi planlamada kullanılan ilk ve en önemli tanısal metoddur. Eğer nörolojik tablo bozulursa BBT cerrrahi müdahale edilebilirliği açısından endikedir. Ancak hastanın durumun değerlendirmede BBTlerin aşırı kullanımı nedeniyle sadece maliyetler artmaktadır. Bizim çalışmamızda da kontrol BBT’ler gereksiz bulundu. SUMMARYObjectives: Traumatic brain injury (TBI), across to earth before the age 45 is one of the biggest reason for mortality and morbidity. Head traumas usually occur after falls and motor vehicle accidents. These facts makes TBI one of the biggest problems of public health. The aim of the study is to evaluate the minör head traumas which is one of the biggest admission reasons to the emergency units. Methods: Our study was performed prospectively at the Department of Emergency Medicine(ER), Marmara University, between August 2011- August 2012. The presentations, first CCT, control CCTs after one month and outcomes of these patients are analyzed. SPSS16.0 used for analysis. The Chi-square and Mcnemar tests were used for the statistical analysis. The statistical difference p<0.05 is considered as significant.Results: Between 1015 patient using Canada head CT rules, CCT is obtained to 428 of the minor head trauma admission. Just 72 patients came to their appointments one month later is included. Traumatic evidence was detected in 17(%23,6) patient’s CCT. In these patients, %19,4 cephal hematoma was detected and remarkable findings are 6(%8,3) cranial fracture, 3(%4,1) nasal fracture. The significant findings that only can be detected via CCT was subdural (2), epidural (1) and subarachnoid hematomas. However these findings are not statistically significant. Epileptic seizure was occured after head trauma in one of these four patients These four patients was hospitalised by neurosurgery department. After one month, a control CCT was taken to these 52 patients whose first CCT’s were clear. Control CCTs were also clear, after one month.Discussion: CCT is the first choice and most important diagnostic technique, for detecting the type and severity of the head trauma, and for planning the treatment. If neurological state deterioriates control CCT is indicated for surgical intervention. However just costs are increasing because of excessive use of CCTs for checking the patients condition. In our study control CCT is also found unnecessary.Item Metadata only MÜFT acil servise nefes darlığı ile başvuran ve ön tanı olarak konjestif kalp yetmezliği düşünülen hastalarda BNP düzeylerinin incelenmesi(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2007) Öztürk, Tuba Cimilli; Denizbaşı, Arzu; Acil Tıp Anabilim DalıItem Metadata only Multitravma hastalarında sonografik inferior vena cava /aort çapı indeksi ile bilgisayarlı tomografideki inferior vena cava / aort çapı indeksinin hematokrit ve kan basıncı ile korelasyonunun incelenmesi(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2016) Çelik, Ömer Faruk; Akoğlu, Haldun; Acil Tıp Anabilim DalıÖZET Ultrasonografi acil serviste hızlı ve ekonomik bir tanı aracı olarak yaygın olarak kullanılmaktadır. Travma hastalarının acil bakısında bir çok ultrasonografi protokolü bulunmaktadır. Volüm durumunun belirlenmesinde ve sıvı resüsitasyonunun yönetilmesinde ultrasonografik IVC çapı ölçümleri oldukça yararlıdır. USG‟nin travma hastalarında volüm durumunun belirlenmesi ve sıvı resüsitasyonunda yol gösterici olarak kullanılmasını sağlayacak tam olarak sistematik bir protokol bulunmamaktadır. Bu çalışmada, belirli bir sürede Marmara Üniversitesi Acil Servisine multitravma ile başvuran hastaların sonografik inferior vena cava/ aort çapı indeksi ile bilgisayarlı tomografideki inferior vena cava/ aort çapı indeksinin hematokrit ve kan basıncı ile korelasyonu incelenmiştir. Ağustos 2014-Aralık 2015 arasında dışlama kriterleriyle çelişmeyen 164 multitravma hastasının 140‟ı çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışmamızda BT ve USG IVC/AO çapı indeksleri arasında korelasyon tespit edilmiştir. IVC/AO çapı indeksinin hematokrit ve kan basıncı ile anlamlı bir korelasyonu bulunmamaktadır. ANAHTAR KELİMELER: Ultrasonografi, IVC/AO çapı indeksi, Multitravma, Hematokrit, Kan basıncı ABSTRACT Ultrasonography is widespreadly used as a fast and economic diagnostic tool in emergency departments. Many ultrasonographic protocols exist focused on emergent trauma patient care. Ultrasonographic IVC diameter measurements are usefull for determination of volume status and management of fluid resusitation. There is no fully systematic ultrasonographic protocol for determination of volume status and guiding fluid resusitation in trauma patients. The aim of this study was to analize the associassion between ultrasonographic infeior vena cava /aorta diameter index- computured tomography based inferior vena cava /aorta diameter index and correlation with blood pressure and hematocrit level. Patients with multitrauma admittid to Marmara University Hospital ED between August 2014- December 2015 enrolled in the study unless they have exclusion criteria. 164 patients meet icluding criteria, 140 of them were included the study. In our study, computured tomography based IVC/AO diameter index and ultrasonographic IVC/AO diameter index have correlation. IVC/AO index has no correlation with hematocrit and blood pressure. KEY WORDS: Ultrasonography, IVC/AO diameter index, Multitrauma, Hematocrit, Blood pressure