Tez Koleksiyonu / Thesis Collection
Permanent URI for this community
Browse
Browsing Tez Koleksiyonu / Thesis Collection by Department "Adli Tıp Anabilim Dalı"
Now showing 1 - 14 of 14
Results Per Page
Sort Options
Item Metadata only Adli Tıp Kurumu’nda değerlendirilen olgularda saptanan anestezi hataları ve önlenebilirliği(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2006) Ertan, Ayşegül; Yaycı, Nesime; Adli Tıp Anabilim DalıÖZETYurt dısında oldugu gibi ülkemizde de tıbbi uygulama hata iddialarında belirgin artısgörülmektedir. Ancak anestezi uygulamasına baglı hata nedenleri ve alınacakönlemler konusunda yapılan çalısmalar literatürde son dönemde yer almayabaslamıstır. Bu çalısmada, öncelikle saglık çalısanlarını anestezi uygulaması nedeniile ortaya çıkan istenmeyen sonuçlar ve hata nedenlerinin önlenebilirligi konusundabilgilendirmek ayrıca basarılı risk yönetimi uygulanmasına katkıda bulunmakamaçlanmıstır.Adli Tıp Kurumu'nda hatalı anestezi uygulama iddiası bulunan ve bu yöndebilirkisilik kararı verilen olgular degerlendirilmistir. 1996-2005 yıllarında anestezitıbbi uygulama hata iddiası ile düzenlenen bilirkisilik karar sayısı 123 olup, yargılamasonuçları bilinmemekle birlikte, iddiaların kabaca 2/3’ünün temelsiz oldugusaptanmıstır. Hataların sık görüldügü alanlara bakıldıgında; özel hastane ve radyolojiünitelerindeki uygulamaların yarısı, muayenehanelerdeki uygulamaların ise tamamıhatalı bulunmustur. Anestezi uzmanı sorumlulugundaki uygulamaların 1/3'ü, operatörsorumlulugunda anestezi teknisyeni ile yapılan uygulamalarının yarısından fazlası,anestezi dısı diger brans hekimlerin uygulamalarının ise neredeyse tamamı hatalıolarak degerlendirilmistir. Hatalar en sık, preoperatif hazırlıgın yapılmaması veyayetersiz yapılması (%42.5) ve hava yolu güvenliginin saglanamamasından (%20)kaynaklanmaktadır. Ayrıca, ameliyat sırası ve daha az oranda da ameliyatın basladıgıdönemde ortaya çıkan istenmeyen sonuçlarda hatalı uygulamalar görülmektedir.Hataların yogunlastıgı dönemler anestezi güvenliginde riskli alanları göstermektedir.stenmeyen sonuçların meydana gelmemesi için; anestezi uzman sayısı artırılmalı,ameliyathane dısı uygulamalarda ise, anestezi donanımı açısından gerekli egitim,yasal düzenlenme ve denetim mekanizmaları olusturulmalıdır. Ayrıca anesteziuygulaması sırasında tam bir monitorizasyon saglanmalı, acil durumlar için her zamanuyanık ve donanımlı olunmalı, risk yönetimi ile ilgili geri bildirim, kontrol listeleri vesimülatörlü egitim uygulamaları yaygınlastırılmalıdır.Anahtar kelimeler: Anestezi, tıbbi uygulama hatası, insan hataları, ekipmanyetersizligi, adli tıp SUMMARYDETERMINED ANESTESIA MALPRACTICE IN EVALUATEDCASES IN FORENSIC MEDICINE INSTUTION AND THEIRPREVENTIBILITYSignificant increase in the medical malpractice claims have been observed both in ourcountry and in abroad. However, studies about reasons of faults due to anesthesiapractice and measures to be taken are located only at the recent literature. The aim ofthis study is to inform health workers about the unwanted results due to anesthesiamalpractice and about the preventability of faults besides contributing to successfulrisk management application.Cases that were claimed of faulty anesthesia application and had decision of expertisein Forensic Medicine Institution were evaluated. There were 123 expertise reportsarranged because of the claim of anesthesia malpractice between 1995 and 2005.Although the results of the trials were not known, it was established that roughly twothird of the claims were groundless. When the areas that malpractices mostly occurredwere investigated; it was established that half of the applications in private hospitalsand radiology units and all of the applications in private practices were faulty. Onethird of applications within the responsibility of anesthesiologists, more than half ofthe applications driven by anesthesia technicians within the responsibility of surgeonsand approximately all of the applications driven by non-anesthesiologist specialistswere evaluated as faulty. Faults mostly originated from the absence or insufficiency ofpreoperative preparation (42.5 %) and from the absence of provision of airway safety(20 %). Besides those, malpractices are observed in unwanted results occurring duringthe operation and at the beginning of the operation period.Periods which the faults were intensified shows the risky areas in anesthesia safety.For preventing the occurrence of unwanted results, the number of anesthesiologistsshould be increased and necessary educational, legal and inspectional measuresshould be constituted for outside the operation room applications. Besides, fullmonitorisation should be applied during anesthesia, workers should be fully equippedand awake for emergency situations, feed-back for risk management, check lists andeducational applications using simulators should become widespread.Key words: Anesthesia, medical malpractice, human faults, insufficiency of theequipment, forensic medicin.Item Metadata only Adli Tıp Uzmanı’nın DNA incelemelerindeki yeri(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2005) Ocak, Semra; Yaycı, Nesime; Adli Tıp Anabilim DalıItem Metadata only Av tüfeği atışlarında ara hedeflerin saçma dağılımına etkisi(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2007) Karapirli, Mustafa; Aksoy, M Ercüment; Adli Tıp Anabilim DalıItem Metadata only Av tüfeği namlu uzunluğunun saçma dağılımına etkisinin değerlendirilmesi(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Bilgi, Sefer; Yaycı, Nesime; Adli Tıp Anabilim DalıÖZETAv tüfeği ile ölüm olaylarında her zaman saldırıda kullanılan silah bulunamayabilir. Bu gibi durumlarda olay yeri verilerinin ve hedefteki atış bulgularının değerlendirilmesi ile kullanılan silahla ilgili ipuçlarına ulaşılabilmektedir. Saçma tanelerinin, tapanın vs hedef üzerindeki dağılımına veya etkisine göre yaklaşık olarak atış mesafesi tayini yapılabilmektedir. Bu çalışmanın amacı av tüfeği namlu uzunluğunun, hedefte görülen tahribata göre saçma dağılımına etkisini belirlemektir. Çalışmada namlu boyu 61 cm olan av tüfeğinin, namlusu ucundan itibaren 10 ar cm arayla toplam 6 kez kesilmiştir. Bu çalışmada 2 farklı saçma türü ile 2 farklı mesafeden hedefe atışlar yapılmıştır. Av tüfeğine bağlı kriminal olayların büyük kısmı 2 metreye kadar olan mesafede gerçekleştiğinden bu çalışmada da 100 cm ve 150 cm mesafeler tercih edilmiştir. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların yanısıra namlu uzunluklarına göre hedef özellikleri değerlendirmelerinde Kruskal Wallis test, ikili karşılaştırmalarında ise Mann Whitney U test kullanılmıştır. Anlamlılık değeri p<0.05 olarak değerlendirilmiştir. Namlu uzunluğuna göre yapılan atışlarda hedef özellikleri açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır (p<0,01). Çalışma sonucunda namlu boyunun değişmesi ile birlikte hedefteki defektin özelliğinin de değiştiği saptanmıştır. Olay yerinde bulunan silah veya silahların yapısı değerlendirilmeden önce sadece hedef özelliklerine bakarak atış mesafesi tayini yapılmaması gerekmektedir.ANAHTAR KELİMELER: Av Tüfeği, Kesik Namlu, Hedef, Saçma Tanesi, Fişek, Balistik.ABSTRACTDeath cases with a shotgun weapon used in the attack may not be available at all times. In such cases, with the evaluation of the findings of the crime scene and the findings of target shooting, it is possible to reach tips about the used gun. According to distribution or effect of pellets, wad, etc.. on the target, determination can be made about the shooting distance. The aim of this study is to determine the effect of the length of the shotgun barrel to pellet spread according to destruction of the target. In this study, the shotgun which has 61 cm barrel length, has been cut totally 6 timeswith 10 cm’s range from the muzzle. In this study, shots were made from two different distance with two types of pellets. Because of most of the crimes with the shotgun has been made up to 2 meters distance, in this study its prefered to made shotguns from 100 cm and 150 cm distances. While the evaluation of the study data, in addition to descriptive statistical methods, the Kruskal Wallis test is used at evaluation of the target properties according to barrel length and the Mann Whitney U test is used at binary comparisons. Significance level is was evaluated at p<0.05. Shots made according to length of the barrel, statistically significant difference was found in terms of target properties(p<0,01). At the result of the study, its identified that when the length of the barrel has changed, the property of the destruction at the target has changed also. Before the evaluation of the weapons or weapons’ construction which found at crime scene, determination of the shooting distance should not be made by only looking at the target characteristics. KEYWORDS : Shotgun, Cutted Barrel, Target, Pellets, Cartridge, Ballistics.Item Metadata only Çocuk istismarının madde kullanımına etkisi(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2002) Çakıcı, Mehmet; Aksoy, Ercüment; Adli Tıp Anabilim DalıÖZETÇocukluk çağında yaşanan travmalar içerisinde istismar, sürekliliği ve boyutları düşünüldüğünde en ciddi travma şeklidir. Çocuk istismarının uzun dönemde ortaya çıkan en önemli psikososyal sekeli ise alkol ve uyuşturucu madde kötüye kullanımı olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) lise gençliğinde çocuk istismarının yaygınlığı, nedenleri ve madde kullanımı üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Bu amaçla KKTC'deki bütün liselerin ikinci sınıf öğrencileri (15-16 yaş grubu) çalışmaya alınmış, 2513 lise ikinci sınıf öğrencisinden 2215'ine anket uyguLanmıştır. Çocuk istismarı duygusal istismar, fiziksel istismar ve ihmal davranışlarının sıklığını ve şiddetini araştıran sorularla değerlendirilmiş, madde kullanımı ile ilgili sorular ise ESPAD soru formundan yararlanılarak hazırlanmıştır. Çalışma sonucunda her öğrenciden birinin (%49.7) hayatı boyunca en az bir kez anne veya babasının kendisine tokat attığını, %5.5'inin ise sık sık bu şekilde cezalandırıldığını belirtmiştir. Öğrencilerden %19'u en az bir kez anne ve babası tarafından yumruk veya tekme ile, %13.2'si sopa, kemer gibi sert bir cisim ile dövdüğünü, %5.7'si kendisinin yakarak, %8.1'i kilitlenerek ve/veya hapsedilerek cezalandırıldıklarını belirtmişlerdir. Öğrencilerin %11.2'si anne ve babasının kendisini rahatsız eden bir takma isimle çağrıldığını, %6.6'sı ise kendisine yönelik aşağılayıcı sıfatlar kullanıldığını, %19.2'si sık sık sevgi ve ilgi görmediğini, %5.3'ü ise hastalandığında geçerli bahane olmaksızın doktora götürülmediğini bildiriyordu. İstismara uğrayan çocuklar okulu daha az seviyor, dersleri daha ağır buluyor, daha fazla devamsızlık yapıyordu ve sınıfta kalma oranları daha yüksekti. Bu çocuklar kendilerini daha mutsuz ve yalnız hissediyorlar, kendilerini daha az seviyorlar ve hayatı daha anlamsız buluyorlardı. Ağır fiziksel ve psikolojik istismara ve ağır ihmal davranışlarına maruz kalan çocuklarda sigara, alkol ve uyuşturucu madde kullanımı daha fazla görülmekteydi. KKTC'de çocuk istismarı ile ilgili yapılan bu ilk çalışma, çocuk istismarının madde kullanımı gibi ciddi sosyal sekellerinin bulunduğunu ve KKTC'de önlenmesi gereken bir sorun olduğunu göstermektedir. SUMMARYTHE EFFECT OF CHILD ABUSE ON DRUG ABUSEChild abuse is one of the most serious psychological traumas of childhood period. Alcohol and drug abuse is one of the long-term psychosocial problems associated with child abuse. This study aims to show the prevalence of child abuse in Northern Cyprus, its causes and its relation with drug abuse. For this aim, all grade two high school students (15-16 years old age group) in Northern Cyprus were taken in the study and 2215 students of all 2513 grade two students participated the survey study. Child abuse was assessed by questions enquiring the frequency and severity of emotional abuse, physical abuse and neglect. Drug abuse was assessed by related questions of ESPAD questionnaire. The study showed that one of every two students (49.7%) was slapped by his parents at least once in his lifetime, 5.5% was punished in this way very often. 19% of the students was kicked or fisted at least once by his parents, 13.2% was beaten with a hard object like a belt or a stick, 5.7% was burned, 8.1% was locked at a room, at least once in their lifetime. 11.2% of the students were called by a disturbing nick name by their parents, 6.6% were belittled, 19.2% reported that they often could not receive love and attention from their parents, 5.3% were not taken to hospital when they were ill. The children who were abused were less likely to love school, they found lessons hard, their attendance to school was poor and their failing class was higher. These children felt unhappy and isolated more, they loved themselves less and found life meaningless. Children who were severely abused and neglected used more cigarette, alcohol and drugs compared to other children. This study shows a positive relationship between child abuse and drug abuse and being the first study about child abuse in Northern Cyprus, it shows us that child abuse is also a problem in our country like in all cultures and prevention programs should be formed.Item Metadata only Çocuk istismarının öfke- ifade tarzına etkisi(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2002) Çakıcı, Ebru; İnanıcı, Mehmet Akif; Adli Tıp Anabilim DalıÖZETBu çalışmada anne-baba tarafından uygulanan fiziksel istismarın çocukların agresyon düzeyi ve öfke ifade etme yollarını nasıl etkilediği araştırılmaktadır. Araştırmaya Kadıköy-İstanbul'daki 7430 lise ikinci sınıf öğrencisi arasından tabakalı örneklem ile 2177 öğrenci her liseden seçilerek alınmıştır. Öğrencilere üç bölümden oluşan bir anket uygulanmıştır. İlk bölüm öğrencilerin sosyodemografik özelliklerini araştırmaktadır. İkinci bölümde çocuğun aile içinde maruz kaldığı fizik istismar sıklığı yaşam boyu ve son 1 yıl içinde olarak araştırılmaktadır. Anketin üçüncü ve son bölümü Spielberger tarafından geliştirilen Durumluk Sürekli Öfke Ölçeği'ni (DSÖÖ) içermektedir. Bu ölçekten öfke-iç, öfke-dış, öfke-kontrol ve öfke-toplam alt puanları elde edilmektedir.Çalışmada her iki öğrenciden birinin (%55.5) yaşam boyu en az bir kez anne-babası tarafından tokatlandığı belirtilmektedir. Yaşam boyu en az bir kez sert cisimle dövülme oranı % 10.5'dir. Hayat boyu sık sık fizik istismara uğradığını bildiren öğrencilerin oranı %10.2'dir. Aile içinde fiziksel istismar yaygınlığı ile ilgili bulduğumuz oranlar Türkiye'de yapılan diğer çalışmalar ile paralellik göstermektedir.Bütün istismar tiplerinde, istismar sıklığının artması ile toplam öfke ve içe yöneltilen öfke puanlarında anlamlı yükselme tespit edilmiştir. Dışa yöneltilen öfke puanı da istismar tiplerinin çoğunun sıklığının artması ile anlamlı olarak yükseliyor bulunmuştur. Öfke-kontrol puanının ise bazı istismar tiplerinin sıklığı arttıkça azalma eğiliminde olduğu tespit edilmiştir. Araştırma sonuçları aile içinde fizik istismara uğrayan çocukların agresyon düzeylerinin, istismar sıklığı ile ilişkili olarak yükseldiğini ve bu çocukların öfkelerini daha zor kontrol ettiğini göstermektedir. Öfke-toplam ve öfke-dış puanlarında yükselme ve öfke-kontrol puanında azalma diğer çalışmalarda gösterilen bu çocukların erişkinlikte çocuk ve eşlerine karşı daha sık istismar davranışında bulunduğu, daha çok psikiyatrik rahatsızlık ve madde kullanım riskine sahip olduğu bulgularına bir açıklama oluşturabilir. Öfke-iç puanındaki yükselme ise artan depresyon ve intihar riskini açıklayabilmektedir. Çocuk istismarının önlenmesi bu tip uzun dönem problemleri azaltabilir.SUMMARYTHE EFFECT OF CHILD ABUSE ON ANGER EXPRESSIONThis study investigates how physical abuse by parents effect children's aggression level and anger expresion. A stratified sample of 2177 students were taken from 7430 grade two high school students in Kadıköy-İstanbul from each high school. The survey form had 3 parts. At the first part, sociodemographic features of the students were investigated. At the second part of the survey the frequency of physical abuse the children exposed to by their parents were assessed for life-span and for the last 1 year. The third part of the survey contained State-Trait Anger Expression Inventory-STAXI prepared by Spielberger. This scale gives subscores for anger-control, anger-out, anger-in and anger-total.The study shows that one of the two students (55.5%) have been slapped by their parents at least once in their life-time. Life-time frequency of being beaten by a hard object is 10.5%. The ratio of the students that claim to be often physically abused by their parents is 10.2 %. The prevalence of physical abuse within family found in our study is similar to other studies conducted in Turkey.In each type of physical abuse, anger-total and anger-in subscores were found to increase with the increase of abuse frequency. Anger-out subscore was also found to increase with the increase of abuse frequency in most types of physical abuse. Anger-control subscore was found to decrease as the frequency of abuse increased in some types of physical abuse. The results of our study shows that agression level of children physically abused by their parents increases relatively with the increasing frequency of abuse and these children are less likely to control their anger. Increase of anger-total and anger-out, and decrease of anger-control subscores may present an explanation of the foundings of other studies that show such children abuse their partners or children more often when they are adults, the risk for psychiatric diseases and substance abuse is higher. The increase of anger-in subscore may be an explanation for increased risk of depression and suicide. Prevention of child abuse may decrease such long-term problems.Item Metadata only Elektrik akım lezyonu, alev yanığı ve künt travmalara bağlı deri lezyonlarının histolojik ayırımında bilgisayarlı görüntü analizi tekniği(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2007) Akyıldız, Elif Ülker; İnanıcı, M Akif; Adli Tıp Anabilim DalıÖZETElektrik çarpması ile meydana gelen ölümlerde deri lezyonunun görülmesi ve bu alandan alınan dokunun patolojik incelemesi tanıyı koydurur ancak elektrik yanıklarında izlenen morfolojik değişiklikler alev yanıkları ve abrazyon türü lezyonlarda da izlenmektedir. Bu çalışmada, elektrik çarpması, alev yanığı ve abrazyon türü deri lezyonlarında deriye ait mikroskopik kesitler ışık mikroskobu ile incelenerek ayırıcı tanıda yardımcı olabilecek histopatolojik özellikler araştırılmış, ayrıca deriye ait mikroskopik kesitler Bilgisayarlı Görüntü Analizi tekniği ile değerlendirilerek bu yöntemin adli tıp pratiğinde yararlı olup olmayacağı tartışılmıştır.Bu amaçla ev ya da iş yerinde elektrik kaynağı ile derinin sıkı teması sonucu meydana gelmiş elektrik çarpması ile ölen 30 olgu, yangında ölen ve derisinde alev yanığı saptanan 30 olgu ve trafik kazası sonrası tedavi görmeden ölen, derisinde abrazyon izlenen 30 olgu 3 grup halinde incelenmiş, olgulardan alınan deri örnekleri histolojik ve morfometrik özellikleri açısından karşılaştırılmıştır. İntraepidermal ayrışma en sık elektrik çarpması lezyonlarında, subepidermal ayrışma ise en sık alev yanıklarında izlenmiştir. Epidermal nekroz sıklığı abrazyon grubunda diğer iki gruba göre anlamlı olarak düşük bulunmuştur. Epidermal hücrelerde nükleer uzama şiddetinin en yüksek olduğu grup elektrik çarpması grubudur. Bu hücrelerde hiperkromazinin en belirgin olduğu ve dermisde homojenizasyon derinliğinin en fazla olduğu grup ise abrazyon grubudur. Bilgisayarlı görüntü analizi ile epidermal hücre nükleusunda maksimum eksenin en yüksek ölçüldüğü grup elektrik çarpması grubu, minimum eksenin en yüksek ölçüldüğü grup abrazyon grubudur. Günümüze kadar daha çok tümör patolojisinde kullanılan bir kriter olan “nükleer form faktör“ elektrik çarpması lezyonlarında anlamlı olarak yüksek bulunmuş, ayırıcı tanıda değerli bir kriter olduğu ortaya çıkmıştır. Anahtar kelimeler: Elektrik çarpması, alev yanığı, abrazyon, morfoloji, bilgisayarlı görüntü analiziSUMMARYComputerized Image Analysis in histological differantiation of skin lesions due to electrocution, flame burns, and blunt traumaPathological examination of skin lesion may lead to diagnosis in deaths due to electrocution, however, morphological changes in electrical burns are also observed in flame burns and abrasion-type lesions. In this study, microscopic sections of skin exposed to electrocution, flame burns, and abrasion-type lesions are examined under light microscope in order to investigate histopathological features which could be useful in differential diagnosis. In addition, microscopic sections of skin are evaluated by Computerized Image Analysis method and the efficiency of this method in forensic medicine practice is discussed. For this purpose, 30 cases died due to electrocution caused by contact of skin with an electrical source at home or work place; 30 cases died in a fire and showing flame burns on skin; and 30 cases died in a traffic accident without being treated and showing abrasions on skin are examined in 3 groups, and skin samples taken form the cases are compared considering histological and morphometric features. Intraepidermal blister formation is most frequently seen in electrocution lesions, whereas subepidermal blister formation is most frequently observed in flame burns. Compared to the other two groups, frequency of epidermal necrosis is found significantly lower in the abrasion group. Electrocution group is the group with the highest intensity of nuclear elongation in keratinocyte. Abrasion group is the group with the most pronounced hyperkromatic nucleus in keratinocyte and the most pronounced homogenization in dermis. Using the Computerized Image Analysis method, maximum axis in keratinocyte nucleus is measured highest in the electrocution group, whereas minimum axis is measured highest in the abrasion group. The criteria “nuclear form factor”, so far mainly used in tumor pathology, is found significantly higher in electrocution lesions, and proved to be a valuable criteria in differential diagnosis. Key words: Electrocution, flame burn, abrasion, morphology, computerized image analysis.Item Metadata only Farklı sosyoekonomik katmanlarda tibia uzunluğundan boy tahmini(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2014) Pelin, Can; Aksoy, Ercümet; Adli Tıp Anabilim DalıÖZETAmaç: Özellikle adli olgularda güvenilir nitelikte bir kimliklendirmenin gerçekleştirilebilmesi için boy uzunluğu büyük önem taşımaktadır. Matematik yöntemle gerçekleştirilen boy tahminlerinde bir kemikten ya da vücut bölümünden alınan ölçümün boya oranı göz önünde bulundurulmaktadır. Ancak vücut oranları aynı toplum içinde dahi çeşitli etkenlere bağlı olarak farklılıklar gösterebilir. Bu çalışmada kimliklendirilecek olan bireyin dahil olabileceği olası sosyoekonomik katmanı da göz önünde bulundurarak boy tahminine ilişkin daha doğru sonuçlara ulaşmaktır.Katılımcılar ve Yöntem: İki aşamada gerçekleştirilen çalışmada ilk aşamada tibia uzunluğu, ikinci aşamada ise el boyutları aynı doğrultuda değerlendirilmiştir. Çalışmanın ilk aşamasına 735, ikinci aşamaya ise 403 birey katılmıştır. Herhangi bir kalıtsal yada kazanılmış malformasyonu olan bireyler çalışmaya dahil edilmemiştir. Sosyoekonomik katman anne eğitim düzeyi göz önünde bulundurularak değerlendirilmiştir.Bulgular: Boy tahmini bağlamında tibia uzunluğuna dayanılarak oluşturulan regresyon eşitliklerinin güvenilirliği erkeklerde R2 = 0,618, kadınlarda ise R2 = 0,394 olarak bulunmuştur. El boyutları değerlendirildiği zaman boy tahminine yönelik en güvenilir sonuçlara el uzunluğuna dayanılarak oluşturulan regresyon eşitlikleri ile ulaşılmıştır. Erkekler için R2 = 0,365 – 0,395, kadınlar için R2 = 0,347 – 0,336 olarak saptanmıştır. Sonuç: Anne eğitim düzeyi göz önünde bulundurularak oluşturulan gruba özgü regresyon eşitlikleri kullanıldığı zaman tahminlerin isabet dereceleri pratik kullanımda araştırmacılara katkı sağlayacak anlamlı bir farklılığın bulunmadığını vurgulamaktadır.Anahtar sözcükler: Tibia uzunluğu, el boyutları, anne eğitimi, boy tahminiSUMMARYAim: In forensic cases for a reliable identification body height is of importance for the investigators. For the estimations by using mathematical method the ratios of an isolated bone or body part to stature gains importance. However body ratios may change due to several environmental factors even in the same population. The main aim of the present study is to do more accurate estimations by using socioeconomic group specific regression equations. Subjects and Method: In the first stage of the present study tibia length and in the second stage hand dimensions were evaluated related with stature estimation. 334 male and 401 female, a total of 735 individuals were participated in the first stage, 148 male and 255 female, a total of 403 individuals were participated in the second stage. The individuals who have congenital or acquired malformations were excluded from the study. Mother education was taken in to consideration in order to evaluate socioeconomic status.Results: Determination co-efficiencies for the regression equations based on tibia length was R2 = 0.618 for males and R2 = 0.394 for females. Group-specific equations were also calculated taking mother education in to consideration. However it was observed that these equations did not increase the accuracy of the estimations. When hand dimensions were evaluated equations based on hand length have the most accurate estimations. For male R2 = 0.365 – 0.395, for females R2 = 0.347 – 0.336. Similarly group specific regression equations based on hand length were also calculated. However it was observed that the formulae did not cause an increase in the reliability of the estimations. Conclusion: Group-specific regression formulae, calculated taking mother education in to consideration, do not help investigators to make more accurate estimations in practice. Keywords: Tibia length, hand dimensions, mother education, stature estimationItem Metadata only Kafa travmalarında diffüz akson zararının saptanması, tanıda beta amiloid prekürsör proteinin yeri(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2007) Karayel, Ferah; Sav, Aydın; Adli Tıp Anabilim DalıÖZETKafa travmalarında mortalite ve morbiditeyi etkileyen en önemli nedenlerden biri diffuz akson zararıdır (DAZ). Çalışmanın amacı, Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi’nde otopsileri yapılan ve kafa travması geçirdiği bilinen olgularda; prospektif olarak beyinden alınan örneklerde DAZ’nı makroskopik ve mikroskopik olarak araştırıp, yaşam süreleri ve otopsideki diğer travma bulgularıyla ilişkilendirmektir.Çalışmada değerlendirilen 70 olgunun 64’ü (%91,4) erkek, 6’ı (%8,6) kadın olup, en büyük grubu travmadan sonra 3-24 saat yaşayan olgular (%28,6) oluşturmaktadır. Kafa travmasına neden olan travmanın türü ele alındığında trafik kazaları %54,4 oranla ilk sırada yer almaktadır.Beyinde hematoksilen eozinle (HE) ile boyanmış kesitlerin mikroskopik olarak incelenmesinde toplam 22 olguda (%31,4), immünhistokimyasal olarak uygulanan beta amiloid prekürsör protein (β-APP) ile yapılan değerlendirmede ise toplam 33 olguda (%47,1) DAZ saptanmıştır. Akson zararı saptanan beyin bölgeleri incelendiğinde; olguların tümünde (%100) korpus kallozumda, % 77,2 oranda rostral beyin sapında, % 63,6 oranında kapsüla internada, % 9 oranında parasagital beyaz cevherde akson zararının bulgusu olan akson soğanları görülmüştür. Akson zararının morfolojik bulgularının travmadan sonraki yaşam süreleri ile ilişkileri değerlendirildiğinde; HE ile zararın morfolojik bulgularının en erken 12 saat civarında, β-APP ile yapılan değerlendirilmede ise en erken 4-5. saatlerde ortaya çıktığı görülmüştür. 3 saat ve daha az süre yaşayan hiçbir olguda ne HE ne de β-APP yöntemiyle akson zararı saptanmamıştır. Posttravmatik yaşam süresiyle ilişkili olarak β-APP yaygınlık ve yoğunlukları artmış olup, en yoğun β-APP pozitifliği 8 günden daha uzun yaşayan olgularda görülmüştür.Kafa travmasına yol açan travma türü ve postmortem interval ile, ayrıca otopside saptanan saçlı deri lezyonları, kafatası kırığı, kanama, kontüzyon gibi parametrelerle beyinde saptanmış olan akson zararının gelişimi arasında anlamlı ilişki kurulamamıştır.Sonuç olarak, travmanın türüne bakılmaksızın kafa travması geçirmiş tüm olgularda DAZ’nın varlığı göz önünde bulundurularak beynin makroskopik ve mikroskopik olarak ayrıntılı incelenmesi gerekmektedir.Anahtar kelimeler: Otopsi, kafa travması, diffüz akson zararı, β-APPSUMMARYThe detection of diffuse axonal injury in head traumas, the role of beta amyloid precursor protein in diagnosisOne of the most important factors affecting mortality and morbidity in head trauma cases is diffuse axonal injury (DAI). The aim of this study is to prospectively study DAI both macroscopically and microscopically in brain samples obtained from head trauma cases whose autopsies were carried out in Mortuary department of the Council of Forensic Medicine. We also aimed to analyze the relationships between the DAI, survival time and other traumatic findings in autopsy.Of the 70 cases involved in this study, 64 (91,4 %) were male and 6 (8,6 %) were female and those having 3-24 hours survival time after the trauma constituted the most crowded group (28,6 %). Traffic accidents were found to be the major trauma type with a frequency of 54,4 %.While DAI was detected in 22 cases (31,4 %) by microscopic examination of Hematoxyline- Eosin (HE) sections, it was detected in 33 cases (47,1 %) by evaluation of the immunohistochemical Beta-Amyloid Precursor Protein (β-APP) treated sections. When the regions of the brain were taken into consideration in DAI cases, axonal bulbs as a finding of the axonal injury were detected to be in corpus callosum in all cases (100%), rostral brainstem in 77,2 %, internal capsule in 63,6 % and parasagittal white matter in 9 % of the cases. In evaluation of the relation of the morphological findings of axonal injury to the survival time after the trauma, the early morphological findings of the injury was demonstrated to be present at about 12 hours by an examination with HE but at 4-5 hours by an examination using β-APP. In none of the cases with a survival time of 3 hours or less, axonal injury was detected by using the both techniques. There seemed an increase of the density and degree of widespread in relation to survival time after the trauma and the most intensive β-APP positivity was detected in the cases with a survival time of over 8 days. The relationship between the development of axonal injury in the brain and type of head trauma, post-mortem interval, scalp lesions detected at autopsy and other parameters such as skull fracture, bleeding and contusion was insignificant.In conclusion, in all head trauma cases, regardless of the type of the trauma, DAI must be taken into consideration and the brain must be thoroughly examined both macroscopically and microscopically.Keywords: Autopsy, head trauma, diffuse axonal injury, β-APPItem Metadata only Kalp kökenli ani doğal ölüm otopsilerinde kardiyovasküler sistem skorlaması standardizasyonunun rolü(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2009) Akçay Turan, Arzu; Aksoy, Ercüment; Adli Tıp Anabilim DalıItem Metadata only Ölüm ya da ölü doğumla sonuçlanan tıbbi uygulama hatalarına yaklaşımda adli otopsinin rolü(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2006) Pakiş, Işıl; Yaycı, Nesime; Adli Tıp Anabilim DalıÖZETGelişen teknoloji ve bilimsel ilerlemeler doğrultusunda tıbbi uygulamalarda gelişmeler olmasına rağmen, son yıllarda tıbbi uygulama hatası iddialarında belirgin artış izlenmektedir. Çalışmada Adli Tıp Kurumunda tıbbi uygulama hatası iddiası ile incelenen, ölümle ya da ölü doğumla sonuçlanan olgular değerlendirilmiştir. 2001-2005 yılları arasında Adli Tıp Kurumu 1. ve 3. İhtisas Dairesi’nde değerlendirilen tıbbi uygulama hatası iddiası bulunan ve ölümle ya da ölü doğumla sonuçlanan olgu sayısı 525 olarak bulunmuştur. Olguların 303’ü erkek, 215’i kadın olup, 7 olguda cinsiyet belirtilmemiştir. Olgular sorumlu tutulan klinik birimlere göre değerlendirildiğinde; en büyük grubu acil birimine başvuran olgular (%28) oluşturmaktadır. Hastanede kalış süreleri göz önüne alındığında en büyük grubu 0-24 saat arası tedavi gören olgular (%51,6) oluşturmaktadır. Olguların % 92’sinde (482 olgu) tıbbi uygulama hatası kararı verilmiş, 43 olguda (%8) ise değişik nedenlerle karar verilememiştir. Otopsinin tıbbi uygulama hatalarına karar vermeye etkisini araştırmak amacı ile otopsi yapılmış olgularda; otopsi tanısı ile klinik tanı arasındaki uyum araştırılmıştır. Klinik tarafından en sık tanı hatası saptanan hastalıklar; aort anevrizma rüptürü, myokard infarktüsü ve pnömoni olarak bulunmuştur. Tıbbi uygulama hatası kararının sonucu ile otopside major değişiklik saptanması arasındaki ilişki değerlendirildiğinde, otopside major tanı değişikliği saptanan grupta, major değişiklik saptanmayan gruba göre anlamlı yüksek olarak tıbbi uygulama hatası varlığı yönünde karar verilmiştir. Otopsinin kalitesi ile otopsiyi yapan hekimin niteliği arasındaki ilişki incelendiğinde otopsi denetim formuna göre otopsinin kalitesi adli tıp uzmanı tarafından yapılan otopsilerde istatistiksel anlamlı olarak yüksek bulunmuştur.Sonuç olarak otopsi tıbbi uygulama hatası iddiası olan olgularda karar aşamasında etkin bir yöntemdir. Ancak otopsinin belli bir standartta olması ve otopsiyi yapan hekimin niteliği de önemli etkenlerdir. Anahtar kelimeler: Tıbbi uygulama hatası, otopsi, denetim formu, kalite, adli tıp.SUMMARYTHE ROLE OF LEGAL AUTOPSY IN THE INVESTIGATION OF STILLBIRTH AND DEATH CASES DUE TO MEDICAL MALPRACTICE Technological and scientific developments resulted in significant improvements in medical practice; however medical malpractice claims increased as well in recent years. Cases of stillbirth and death referred to the Council of Forensic Medicine with the claim of medical malpractice are included in this study. The number of related medical malpractice cases investigated in the 1st and 3rd Boards of the Council between the years 2001-2005 was 525. 303 of the cases were male, 215 female, and in 7 of the cases the gender was not identified. Considering the responsible clinical units, the majority of the cases were from the emergency unit (28%). Taking the duration of hospitalization into account, the major group was the group hospitalized for 0-24 hours (51.6%). Medical malpractice was concluded in 92% of the cases, whereas 43 cases (8%) remained inconclusive for various reasons. Concordance between clinical diagnosis and autopsy findings is investigated in order to evaluate the impact of autopsy in the investigation of medical malpractice cases. The most common errors in diagnosis are aortic aneurysm rupture, myocardial infarct, and pneumonia. Considering the relationship between medical malpractice adjudication and major discrepancies determined at the autopsy, conclusion of medical malpractice is found significantly higher in the group showing major discrepancies. Considering the relationship between the quality of the autopsy and the qualification of the physician performing the autopsy assessed by means of autopsy audit form, the quality of autopsy is found significantly higher in autopsies performed by forensic medicine experts. In conclusion, autopsy is an effective tool in the investigation of cases with the claim of medical malpractice. However, the high standard of the autopsy as well as the competency of the performing physician are determining factors. Keywords: medical malpractice, autospy, audit form, quality, forensic medicine.Item Metadata only Solunum havasında alkol düzeyini etkileyen etmenler(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2009) Uysal, Cem; İnanıcı, M Akif; Adli Tıp Anabilim DalıItem Metadata only Termal ve elektrik akımlarının meydana getirdiği lezyonların ayırıcı tanısı(Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1996) Aksoy, M. Ercüment; yok; Adli Tıp Anabilim DalıItem Metadata only Tıbbi uygulama hataları ve adli tıp açısından incelenmesi(Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2000) Kayabeyoğlu, İlker; Polat, Oğuz; Adli Tıp Anabilim Dalı"Malpraktis" kavramı diğer adıyla "tıbbi uygulama hatası" latince de "mala praxis" sözcüğünden köken almıştır. Bu kavramın anlamı profesyonel olarak çalışanların kötü ya da hatalı uygulamaları sonucunda, bir hizmet alanın zarar görmesi durumudur. Medikal olarak bakıldığında tıbbi hizmet alan hastanın zarar görmesi durumuna ise medikal malpraktis ya da "Tıbbi Uygulama Hatası" denir.Çalışmamızda, tıbbi uygulama hatalarının ortaya çıkmasını kolaylaştırıcı olduğu ve müdahalelerle önleyici gelişmeler sağlanabileceği düşünülen bazı konularda, sağlık ocaklarında görev yapan 148 pratisyen hekim ve 66 uzman hekimin değerlendirmeleri alınmıştır.Buna göre, çalışma ortamı, eğitim, ekipman ve personel yeterliliği bakımından iki grup ve iki çalışma koşulu arasında anlamlı farklılık olmakla birlikte; genel olarak hekimlerin benzer değerlendirmelerde bulundukları saptanmıştır. Hekimlerin genel olarak hasta ve hasta yakınlarının tutumlarından hoşnutsuzluk içinde oldukları, gerekli saygıyı görmedikleri, mesleki bilgilerinden kaynaklanan hakların kendilerine teslim edilmediğini düşündükleri gözlenmiştir. Yine de sağlık ocakları şartlarında çalışan pratisyen hekimlerin, II.basamak sağlık hizmetleri sunan uzman doktorlara nazaran daha zor şartlar içerisinde hekimliklerini sürdürdükleri çalışmanın sonuçlarında tespit edilmiştir.Saptanan tablonun, tıbbi uygulama hatalarının ortaya çıkmasını kolaylaştırıcı bazı riskler taşımakta olduğu ifade edilebilir. SUMMARYMalpractice, is originated from the noun "mala praxis", which means the mistake of a professional, and the position where the client or customer has been harmed by the action of the professional. If this occurs in the medical field, this state is called "medical malpractice".In our study some of the factors thought to be preventable risk factors of malpractice were asked to the physicians, 148 practitioners and 66 specialists.Significant difference was observed between physician groups in eduactional, equipment and personel competency. However in general, the groups demonstrated similar approaches to the questions. They generally complain about the approaches of patient and their relatives and think that their professional rights are not respected well enough. In conclusion the working conditions of general practitioners are much more under stress in comparison to the specialized doctors in the hospitals. The indicators to that statement are in the study results.It can be stated that the professional environment described by the physicians may be accepted as carrying some risks for malpractice.