Akademik Arşiv / Academic Archive
Permanent URI for this community
Browse
Browsing Akademik Arşiv / Academic Archive by Rights "info:eu-repo/semantics/restrictedAccess"
Now showing 1 - 20 of 401
Results Per Page
Sort Options
Publication Metadata only 18F-FDG PET / CT findings of Rosai Dorfman Disease withdiffuse extranodal involvement(2020-10-22) FİLİZOĞLU, NUH; KESİM, SELİN; ENGÜR, CEREN ÖZGE; ÖZGÜVEN, SALİH; ÖNEŞ, TUNÇ; TUROĞLU, HALİL TURGUT; ERDİL, TANJU YUSUF; FİLİZOĞLU N., KESİM S., ŞAHİN C. Ö., Öksüzoğlu K., ÖZGÜVEN S., ÖNEŞ T., TUROĞLU H. T., ERDİL T. Y.Aim/Introduction: Rosai Dorfman disease (RDD) is a rare benign disease characterized by permanent massive lymphadenopathy mimicking malignant tumors. Extranodal involvement, including the skin, upper respiratory tract, salivary gland, bone, central nervous system and rarely kidneys, may occur in approximately 43% of patients. Although RDD can usually recover spontaneously, it may persist in some patients and mimic lymphoproliferative disorders clinically and visually. We present the 18F-FDG PET / CT findings of the patient with RDD with diffuse extranodal involvement. Materials and Methods: An 18F-FDG PET / CT examination was performed to investigate malignancy in a 57-year-old male patient with multiple cervical lymph nodes. Results: 18F-FDG PET / CT demonstrated 2.5 cm sized intense hypermetabolic lymph nodes in the bilateral cervical chain. Intense hypermetabolic soft tissue density lesions were observed in the subcutaneous fatty plans of the T12 vertebra left posterolateral section and the right lower quadrant of the abdomen. 12 mm sized mild hypermetabolic soft tissue density nodular lesion was seen in the right adrenal gland medial crust and 3x2.5 cm sized mild hypermetabolic soft tissue density nodular lesion was found in the left adrenal gland corpus. In the skeletal system, intense hypermetabolic lytic lesions compatible with metastasis were observed in the left occipital condyle, the posterior elements of the T6 vertebra, the C1 vertebra transvers process, the posterior part of the right acetabulum and the posterior part of the right iliac bone. Excisional biopsy was performed on the lymph node in the submandibular area and the lesion observed in the subcutaneous fatty plan in the right lower quadrant of the abdomen and the histopathology was found compatible with Rosai Dorfman disease. Conclusion: RDD, first described by Rosai and Dorfman in 1969, is a rare benign lymphoproliferative disease. RDD is usually manifested by cervical lymphadenopathy and typically mimics lymphoma. Diseases such as lymphoma, tuberculosis, sarcoidosis, reactive hyperplasia and nasopharyngeal carcinoma can be considered in the differential diagnosis. Extranodal disease is observed in approximately 43% of cases, most commonly in the skin, nasal cavity, eyes and bone. Although Rosai-Dorfman disease is usually self-limited, patients with extranodal involvement may have a more fulminant course and need active treatment. Since lesions show increased FDG uptake, 18F-FDG PET-CT may be useful in determining the extent of the disease, including lymph node involvement. Therefore, the present case emphasized the importance of 18F-FDG PET-CT scan in the diagnosis, staging and treatment selection of the disease. References: NonePublication Metadata only 2,6-distyrene substituted meso phenyl/carbazole BODIPY derivatives: Synthesis, Characterization and Optical Features(2023-08-23) ÖZDEMİR, MÜCAHİT; YALÇIN, BAHATTİN; KÖKSOY B., ÖZDEMİR M., ALTINIŞIK S., KOYUNCU S., YALÇIN B.4,4-difluoro-4-bora-3a,4a-diaza-s-indacene (BODIPY) compounds have emerged as an important central structure that has attracted attention by scientists in recent years with their strong absorption bands, high fluorescence quantum yields and interesting optical properties.. Its multifunctional structure facilitates the design and synthesis of molecules for the desired application. In particular, it has been reported in the literature that BODIPY derivatives substituted from the 2nd and 6th position are used in some applications such as optoelectronic materials [1], electrochemical sensors [2], energy casettes [3] and photopatterning studies [4]. In this study, BODIPY compounds containing styrene groups in the 2nd and 6th positions were synthesized and their structures were characterized by common characterization methods. In addition, the optical properties and crystal structures of the original molecules were studied.Publication Metadata only 2018 6. Sınıf fen bi̇li̇mleri̇ öğreti̇m programına ili̇şki̇n öğretmen görüşleri̇(2021-06-20) EMİNOĞLU KÜÇÜKTEPE, SEVAL; Eminoğlu Küçüktepe S., Gürdal B.u araştırmanın temel amacı 2018 yılında uygulamaya konan 6. Sınıf fen bilimleri öğretim programının, programın kazanım, içerik, öğrenme öğretme süreçleri ve ölçme değerlendirme süreçleriyle ilgili öğretmen görüşlerine başvurularak değerlendirilmesidir. Araştırmada karma modelden yararlanılmıştır. 2020-2021 eğitim öğretim yılında İstanbul’da görev yapan öğretmenler arasında kolay ulaşılabilir durum örneklemesine göre seçilmiş 156 fen bilimleri öğretmeni araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Araştırmada nicel verilerin toplanmasında Kuvvetliışık Bilaloğlu (2013) tarafından geliştirilen anketten, nitel verilerin toplanmasında açık uçlu sorulardan yararlanılmıştır. Anket aracılığıyla toplanan nicel verilerin analizinde SPSS 24 paket programındaki uygun yöntemler, açık uçlu sorularla toplanan nitel verilerin analizinde ise içerik analizinden faydalanılmıştır. Araştırma bulgularında öğretmen görüşlerinin kazanım, içerik, öğrenme-öğretme süreçleri ve ölçme değerlendirme boyutlarında çeşitli değişkenlere göre farklılaştığı sonuçlarına ulaşılmıştır. Fen bilimleri öğretmenlerinin 6. Sınıf fen bilimleri öğretim programını uygularken daha çok kurum imkanlarının yetersizliği ile ilgili sıkıntı yaşadıkları ve daha fazla süreye ihtiyaç duydukları görülmüştür.Publication Metadata only 6 Şubat Kahramanmaraş depremleri sonrasında gençlerin dinî inanç ve pratiklere yönelimlerinin incelenmesi(2023-10-18) ERDİNÇ, ZİYA; ERDİNÇ Z., TEMİZ Y. E., İNCE A.Afetler gibi yaşamı ciddi boyutlarda tehdit eden ani durumlar, insanın varoluşsal bir yapısı olan hayatta kalmaya odaklanır, insanı hayatta kalma ve üstesinden gelme becerileri geliştirmeye sevk eder. Doğal afetler hayatın normal akışını bozar, insanın hayatını kontrol etme imkanını elinden alır ve çok önemli toplumsal ve ruhsal problemler doğurur. Bireyler doğal afetler yaşadığında bunu çeşitli mekanizmalarla açıklamaya ve anlamlı hale getirmeye; muhtelif baş etme yöntemlerine başvurarak bu problemleri aşmaya çalışmaktadırlar. Dinî inanç ve pratiklere yönelim de deprem sonrası yaşanılan süreci anlamlandırma ve baş etmenin en önemli parçalarından biri olarak kendini göstermektedir. Tanrı ile arasındaki bağı diri tutmak, ibadetleri yerine getirmek ve özellikle toplu ibadetlere iştirak etmek deprem sonrasında başa çıkmaya önemli katkı sağlamaktadır (Küçükcan - Köse, 2000, 12-21, 81-82, 85). Yaşanılan büyük depremler sonrasında insanların dinî inanç ve pratiklere eğilimlerinde çok büyük artışların olduğu şeklinde toplumda genel bir kanaat bulunsa da yapılan araştırmalar bu artışın düşünüldüğü kadar fazla olmadığını göstermiştir. Örneğin 1999 yılında gerçekleşen Marmara Depremi üzerine yapılan bir araştırmaya göre, afetzedelerin %38’i dinî davranışlarında bir değişim gözlediklerini belirtirken %62’si ise dinî davranışlarında fark edilir bir değişim gözlemediklerini ifade etmişlerdir. Bazı bireylerin dinî pratiklere yöneliminde bir artış gözlense de daha çok zihinsel düzlemde bir değişim meydana gelmiştir. Deprem sonrası dinî pratiklerde gözlenen değişimin oranı ahlaki/manevi konularda düşünsel boyutta gözlenen artış kadar olmamıştır. Bunun yanı sıra bazı bireylerde de dinî pratikler açısından negatif bir yönelim gerçekleşmiştir. Örneğin bu bireylerden bazıları “teselli bulmak” veya “korkuyu yenmek” gibi amaçlarla alkol kullanmaya başladığını veya öncesinde alkol kullananların bir kısmı da kullanım düzeylerinde artış olduğunu belirtmişlerdir. Dolayısıyla yapılan araştırmada depremin dinî yönelimlerin artışı ve pratiklerin yerine getirilmesi noktasında toplumsal ölçekte bir değişim ve dönüşüme yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Küçükcan - Köse, 2000, 124-125, 131, 157-158). Marmara Depremi odaklı araştırma farklı yaş gruplarının genelinin eğilimini göstermesi bakımından kıymetli olmakla birlikte dinî inanç ve pratikler konusunda normal zaman dilimlerinde diğer yaş gruplarından farklı bir noktada duran gençlerin eğilimlerinin spesifik olarak belirlenmesi oldukça önemlidir. Türkiye’de dindarlık üzerine yapılan bir araştırmada Allah inancı konusunda yaş ilerledikçe Allah’a inanma oranının da arttığı, dolayısıyla gençlerin en düşük inanç düzeyine sahip oldukları; dinî pratiklerini yerine getirme noktasında ise oruç tutma bakımından yaş grupları arasında belirgin bir farklılık bulunmazken namaz kılma oranının 18-24 yaş grubu arasında %20, 35-44 yaş grubunda %43, 65 ve üstü yaş grubunda da %68 olduğu tespit edilmiştir (Nişancı, 2023, 30-31, 43- 44, 49). Gençlik biyolojik, psikolojik ve sosyolojik yönleri bulunan bir kavramdır. Gençlik tanımları hangi kriterin esas alınacağına göre değişebilmektedir. Diğer taraftan kavramın tanımı bölgesel ve kültürel faktörleri dikkate almayı gerektirmektedir. BM tarafından yapılan tanımlarda gençlik tanımı 25-30’lu yaşları içine alacak şekilde genişletilmektedir. (UNDP, 2014, 9). Gençlik ve Spor Bakanlığı da gençliğin biyolojik olmaktan ziyade sosyolojik olarak ele alınması gerektiğine vurgu yaparak, gençlik tanımının toplumların sosyoekonomik gelişimleri, kültür ve geleneklerine göre değişebileceğini ifade etmektedir. Bu çalışmanın hedef kitlesini oluşturan araştırma grubu 15-29 yaş grubudur. Nitel araştırma yönteminin kullanıldığı bu çalışma, olgubilim (phenomelogy) deseni merkeze alınarak gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemi olarak i) birinci derece yakını kaybeden; ii) ikinci derece yakınını veya aralarında kuvvetli bağın olduğu arkadaşını kaybeden veyahut enkaz altında kalan; iii) uzak akrabasını kaybeden, depremi bölgede yaşayan veya depremde maddi zarara uğrayan 15-29 yaş grubu gençlerden 90 kişi belirlenmiştir. Araştırmada başlıca veri toplama tekniği olarak gözlem ve görüşme teknikleri kullanılmıştır. Mülakatlar yarı yapılandırılmış görüşme şeklinde gerçekleştirilmiştir. Görüşme formu, araştırma ekibi tarafından literatür taraması ve kuramsal çerçeve kapsamında gerçekleştirilen çalışmalar ve alan uzmanlarının görüşleri neticesinde oluşturulmuş ve gerekli etik kurul izni alınmıştır. Araştırma kapsamında proje ekibi, araştırma sorularına cevap bulmak üzere depremin meydana geldiği bölgeye bizzat giderek, afete uğrayan gençlerle yüz yüze görüşüp her biri ortalama 25 dk süren mülakatlar gerçekleştirmiş, depremzede gençleri içerisinde yaşadıkları ortamda gözlemlemişlerdir. Mülakatlar gerçekleştirilirken katılımcılara araştırma hakkında ön bilgi verilmiş, çalışmaya gönüllü olarak katılmayı isteyenlerle görüşülmüş ve görüşmeler ses kayıt cihazı ile kayıt altına alınmıştır. Yarı yapılandırılmış görüşme tekniği ile elde edilen veriler saha araştırması tamamlandıktan sonra araştırma ekibi tarafından deşifre edilerek veri seti oluşturacak şekilde düzenlenmiştir. Bu araştırmanın sonuçlarına göre, gençlerin büyük çoğunluğu deprem sonrasında Allah’la ilişkilerinde kalbî ve düşünsel boyutta pozitif yönde bir gelişme olduğunu kaydetmişlerdir. Dinî ibadetler boyutunda ise katılımcıların bir kısmı dinî pratiklerinde özellikle de namaz kılmaya daha fazla dikkat ettiğini söylerken bazı gençler ise ibadetlerinde belirgin bir değişimin meydana gelmediğini dile getirmişlerdir. Allah’a inanmayan, negatif bir Tanrı tasavvuruna sahip olan veya depreme imtihan, uyarı, cezalandırma vs. hiçbir metafizik anlam yüklemeyen gençler depremden sonra dinî inanç ve pratikler yönünde bir değişim yaşamadıklarını ifade etmişlerdir. TÜBİTAK 1002 C Projeleri kapsamında desteklenen saha araştırmasının verilerinden faydalanılarak hazırlanan bu çalışmada, Türkiye’de 6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremden farklı düzeylerde etkilenmiş 15-29 yaş aralığındaki bireylerin doğal afetler sonrasındaki dinî inanç ve pratiklerindeki değişimler incelenmiştirPublication Metadata only 8. sınıf ingilizce dersi öğretim programının (2018) stufflebeam’in CIPP modeline göre değerlendirilmesi(2021-06-22) EMİNOĞLU KÜÇÜKTEPE, SEVAL; Kerimoğlu E., Eminoğlu Küçüktepe S.Araştırmanın amacı, 2018 8. sınıf İngilizce dersi öğretim programının Stufflebeam’in CIPP (bağlam, girdi, süreç, ürün) program değerlendirme modeli kullanarak öğretmen görüşlerine göre değerlendirmektir. Araştırma karma yöntem desenlerinden açıklayıcı sıralı desen kullanılarak yürütülmüştür. Araştırmanın nicel kısmında, 2018 8. sınıf İngilizce dersi öğretim programını uygulamış veya uygulamakta olan ve İstanbul’daki devlet okullarında görev yapan gönüllü 373 İngilizce öğretmenine anket uygulanmıştır. Ankete katılan öğretmenler arasından 12 İngilizce öğretmeniyle yarı yapılandırılmış görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Nicel verilerin analizinde betimsel istatistikler hesaplanmıştır. Nitel veriler içerik analizi yöntemiyle analiz edilmiştir. Bağlam değerlendirme boyutunda, öğretmenler programın kazanımlarını yeterli bulurken fiziki ortamlardaki yetersizliklerden bahsetmişlerdir. Girdi boyutunda, öğretmenler programın uygulanması için kendilerini oldukça yeterli görürken ders kitaplarının ve hizmet içi eğitimlerin yetersiz olduğunu belirtmişlerdir. Süreç boyutunda, öğretmen-öğrenci etkileşiminin yüksek düzeyde olduğu ancak sınıf mevcutlarının programın uygulanmasında sorun yarattığı ortaya çıkmıştır. Ürün boyutunda, öğretmenler ölçme-değerlendirme türleri ve araçlarını genel olarak isabetli bulurken dönem içindeki sınavların dört beceriyi eşit oranda ölçmediğini ifade etmişlerdir.Publication Open Access A case of alport syndrome with pregnancy-related atypical hemolytic uremic syndrome, andcrescentic glomerulonephritis(2021-05-01) BERKE MENTEŞE, İLAY; TUĞCU, MURAT; VELİOĞLU, ARZU; TUĞLULAR, ZÜBEYDE SERHAN; BERKE MENTEŞE İ., TUĞCU M., VELİOĞLU A., Nazlı İ., TUĞLULAR Z. S.BACKGROUND: Thrombotic microangiopathy (TMA) is one of the most important complications in pregnant patients with chronic kidney disease (CKD) causing clinical deterioration. However, little is known about the pregnancy course in women with Alport syndrome (AS). CASE: A 28-week pregnant, 22-year-old woman was admitted to our clinic because of widespread edema. Her medical history was notable only for hearing impairment. On examination, vital signs were normal except for the blood pressure (150/90 mmHg). There were diffuse crackles at the lung bases, and 3þ pitting edema in both legs. Lab results revealed heavy proteinuria with 11 gr/day and isomorphic erythrocytes with granular casts in microscopic urine examination. An emergency c-section was performed due to severe preeclampsia at 30 weeks’ gestation. After delivery, her edema did not improve, serum creatinine and lactate dehydrogenase levels elevated, anemia and thrombocytopenia developed (Table 1). Additional tests revealed negative Coombs test, schistocytes on peripheral smear and normal ADAMTS13 level. There was no pathology in serological studies. She received four sessions of plasmapheresis therapy, and with the diagnosis of aHUS, eculizumab therapy was started. Despite improving thrombocytopenia and anemia, serum creatinine levels continued to rise and her urine output decreased. A kidney biopsy was performed (Figure 1). In the light microscopy, 11 of 15 glomeruli had circumferential cellular crescents and 4 had partial cellular crescents. The sample had no findings consistent with TMA. No staining was seen with IgG, IgA, IgM, C3, C1q, j and k in immunofluorescence.Publication Metadata only A new series of 1,3,4-oxadiazole derivatives: Synthesis and evaluation of antimicrobial activity(2021-11-12) TOK, FATİH; TOK F., ÖZARDA M. G.Aim: Infectious diseases have become more and more life-threatening illnesses. Despite a large number of antimicrobial agents, deaths due to infectious diseases are increasing day by day. Antimicrobial drugs have remained insufficiently against some infectious diseases caused outbreaks such as Zika, Ebola, SARS and MERS coronaviruses during the last decades. Therefore, new antimicrobial agents are urgently needed. 1,3,4-Oxadiazole ring is an important pharmacophoric group which is exhibited a broad spectrum of pharmacological activity profile including their antibacterial, antifungal, antiviral, antimalarial, antitubercular properties (1). In this study, we aimed the synthesis of new 1,3,4-oxadiazole rings and evaluation of their antimicrobial activity. Methods: New 2,5-disubstituted-1,3,4-oxadiazoles were synthesized at three steps. All compounds were characterized with spectral methods such as IR, 1H-NMR, 13C-NMR and elemental analysis. The antimicrobial activity of 1,3,4-oxadiazoles was screened on four bacteria and three fungi according to our previous method (2). Enterococcus faecalis, Escherichia coli, Pseudomonas aeruginosa, Staphylococcus aureus were used for antibacterial activity; Candida albicans, Candida parapsilosis and Candida glabrata were used for anticandidal activity. Results: Minimum inhibitory concentration (MIC) was determined for test compounds and for the reference standards chloramphenicol, ketoconazole. The compound carrying methoxy substituent on the para position of the aromatic ring exhibited the same antibacterial activity as chloramphenicol against E. faecalis with a MIC50 value of 62.50 µM/mL. Conclusions: According to the results, we demonstrated that some compounds exhibit antimicrobial activities against tested microorganisms. Therefore, the oxadiazole nucleus is promising for new drug candidates.Publication Metadata only Adolesanların televizyondaki yiyecek-içecek reklamlarına maruziyetlerinin besin seçimlerine etkisi(2023-09-02) ERGÜN, AYŞE; Ülgen D., ERGÜN A., ERDİM L.Giriş/amaç: Televizyon kanallarında yapılan yiyecek ve içecek reklamlarının çoğunlukla sağlıksız (ör, şekerli kahvaltılık gevrekler, fast food yiyecekler, şekerlemeler, gazlı içecekler vb.) olduğu görülmektedir. Bu yiyeceklerin çoğu vitamin ve mineralden yetersiz, besin değeri düşük ve kalorisi yüksek özelliktedir. Çocuk ve adolesanların televizyondaki yiyecek-içecek reklamlarına maruz kalması onların reklam ürünlerine ilgi duymasına, deneme isteklerinin ve satın alma davranışlarının artmasına yol açabilmektedir. İşlenmiş hazır yiyecek ve içeceklerin fazla tüketimi birçok sağlık sorununa temel oluşturabilmektedir. Çalışma adolesanların televizyonda gösterilen yiyecek ve içecek reklamlarına maruziyetlerinin besin seçimlerine olan etkisini incelemek amacıyla yapıldı. Materyal ve metot: Bu tanımlayıcı araştırma Ekim 2018-Haziran 2019 tarihleri arasında İstanbul’un bir ilçesindeki 6 devlet ortaokulunda okuyan 655 5.-8. sınıf öğrencileri (9-15 yaş) ile yapıldı. Etik kurul izni ve kurum izni alındı. Öğrencilerin besin seçimlerini etkileyen televizyon izleme ve yiyecek-içecek reklamlarına ilişkin özellikleri Bilgi Formu ile toplandı. Bulgular: Öğrencilerin %90,1’inin televizyon izleme alışkanlığı vardı. Katılımcıların %38’inin hafta içi günlük televizyon izleme süresi 2 saat ve daha fazla iken bu süre hafta sonu %42,7 bulundu. Öğrencilerin %62,7’sinin televizyondaki reklamları izleme alışkanlığı vardı. %54,6’sı yiyecek-içecek reklamlarına ilgi duymakta, %75,6’sı hoşuna giden bir yiyecek-içecek ürününü satın almak istemekteydi. Öğrenciler, en beğendikleri yiyecek reklamlarının çikolata, kek, şeker, tatlı ve pasta (%58), içecek reklamlarının ise kola (%35,6) olduğunu belirtti. Öğrencilerin reklamını gördükten sonra ilk sırada satın aldıkları yiyecek ve içecek ürünlerinin sırasıyla çikolata, kek, şeker, tatlı ve pasta (%60,8) ile kola (%35,6) olduğu belirlendi. Sonuç: Bulgulara göre, uzun süre televizyona ve yiyecekiçecek reklamlarına maruz kalmanın araştırma kapsamındaki öğrencileri yanlış besin seçimine ittiği söylenebilir. Sağlık profesyonellerinin sağlıklı beslenme ve obezite önleme programlarına besin seçimi ve reklamların etkisi konusunu eklemesi sorunun çözümünde yararlı olabilir.Publication Metadata only Aile içi şiddete maruz kalmanın menstrüel özelliklere etkisinin incelenmesi(2022-09-25) CAN GÜRKAN, ÖZLEM; Geylani S., CAN GÜRKAN Ö.Amaç: Çalışma şiddete maruz kalan ve kalmayan kadınlar arasında menstrüel özellik, premenstrüel sendrom, menstrüel ağrı şiddeti yaşama durumları arasındaki farklılıkların değerlendirilmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki çalışmanın evrenini, Ocak 2022- Temmuz 2022 tarihleri arasında İstanbul' da bulunan bir Aile Sağlığı Merkezine kayıtlı 18- 49 yaş grubundaki kadınlar oluşturmuştur. Örnekleme kriterlerine uyan toplam 285 kadınla çalışma tamamlanmıştır. Araştırmanın, etik kurul izni Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Etik Kurulu'ndan (17.05.21-75), kurum izni ise İstanbul İl Sağlık Müdürlüğünden alınmıştır. Veriler, katılımcıların öz bildirimine dayalı olarak elde edilmiştir. Veriler Tanımlayıcı Bilgi Formu, Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Tarama Formu, Premenstrüel Semptom Ölçeği ve Görsel Değerlendirme Ölçeği kullanılarak elde edilmiştir. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalaması 33,21 ± 6,84 yıldır. Katılımcıların % 80'i ( n=228) son bir yılda eş şiddetine maruz kalmıştır. Son bir yıl içinde eş şiddetine maruz kalan katılımcıların menstrüel ağrı yaşama durumları Görsel Kıyaslama Ölçeği ile değerlendirildiğinde; şiddete uğrayanların 6,21± 2,40, uğramayanların 2,95±2,06 oranında menstrüel ağrı yaşadıkları ve gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu belirlendi (p=0,00). Son bir yıl içinde şiddete maruz kalan kadınların %42,5 (n=97) oranında; uğramayanların ise %1,8 (n=1) oranında şiddetli premenstrüel sendrom yaşadıkları ve gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık olduğu belirlendi (X2= 44,35; p=0,00). Sonuç ve Öneriler: Eş şiddetine maruz kalmanın menstrüel ağrı yaşama ve premenstrüel ağrı yaşama durumunu arttırdığı söylenebilir. Menstrüel ağrı şikayeti olan ve şiddetli premenstrüel şikayetler yaşayan kadınların hemşireler ve diğer sağlık profesyonelleri tarafından eş şiddetine maruz kalma durumları açısından değerlendirilmesi önerilir.Publication Metadata only Aile işletmelerinde iç kaynak bağımlılığı ve kurumsallaşma(2022-04-14) AŞKUN, OLCAY BİGE; BAL F., AŞKUN O. B.Aile işletmeleri, ülkemizdeki en uzun ömürlü ve en yaygın kurulan işletmeler arasında yer almaktadır ve aynı zamanda önemli ekonomik varlıkları ile tanınmaktadır. Aile işletmelerinde sürdürülebilirliğinin sağlanmasında ve yeni kuşaklara başarılı bir şekilde devredilmesindeki en önemli unsur ise kurumsallaşma kavramıdır. Bu çalışmada, aile işletmelerinin kurumsallaşması ve bu işletmelerde görülen bağımlılıklar ele alınmıştır. Çalışmanın amacı; aile işletmelerinde yaşanan iç kaynak bağımlılığının o işletmelerdeki kurumsallaşma düzeyi ile arasındaki ilişkiyi anlamak ve bağımlılık oluşturan kaynakları tespit ederek bu bağımlılıklarında türlerini belirlemektir. Çalışmada nitel analiz yöntemi uygulanmıştır. Gaziantep ve İstanbul illerinde olmak üzere iki aile işletmesinin yönetim kurulunda bulunan aile üyeleri ile görüşmeler yapılarak veriler toplanmıştır. Elde edilen veriler betimsel analiz yöntemi ile değerlendirilmiştir. Yapılan analizler sonucunda işletmelerde istenilen ve istenilmeyen iç kaynak bağımlılıklarının olduğu görülmüştür. Aile işletmelerinin kurumsallaşmasının, iç kaynak bağımlılığının azalmasında önemli bir role sahip olduğu bu çalışmanın sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Çalışmanın, Gaziantep ve İstanbul illerinde tekstil sektöründe yapılmış olması bu araştırmanın kısıtlarındandır.Publication Metadata only Aile sağlığı merkezine kayıtlı gebelerde sosyodemografik özelliklerin sağlıklı yaşam biçimi davranışlarına etkisi(2022-04-09) UZUNER, ARZU; Kılıç G., Doğan Kaya Y., Şahin S., Yılancı İ. D., Can E., Bakıryol E., Uzuner A.Giriş: Gebelik; fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan birçok değişikliğin yaşandığı, üreme çağındaki kadınların hayatınınönemli evrelerinden biridir. Bu dönemde benimsenen yaşam tarzının çocuk, anne ve hatta bütün ailenin sağlık veyaşam kalitesine uzun erimli etkisi olduğunu düşünülmektedir. Organların, sistemlerin oluştuğu, büyümenin vegelişimin hızlı olduğu fetal dönem, genetik ve çevresel pek çok faktörden etkilenir. Annenin yaşam biçimi, eğitimi,sosyal ve ekonomik durumu, beden ve ruh sağlığı çocuğun ileriki dönemde sağlığını ve hastalıklara yatkınlığını önemliölçüde etkileyen faktörlerdendir. Çalışmalar, gebelik sırasında yaşanan psikolojik sorunların, stresin ve yüksek kaygınınanne ve fetüs sağlığını olumsuz bir şekilde etkilediğini göstermektedir. Gebelerin kendilerine ve embriyoya zararverebilecek sorunlardan korunmak için sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemesi gerekmektedir.Sağlıklı yaşam biçimi davranışlarının (SYBD), kadınların tüm yaşam dönemlerinde sağlığın korunup geliştirilmesinde yerive önemi çok büyüktür. Anne ve yenidoğan mortalite ve morbidite oranlarını azaltma, sağlıklı bir doğum yapma veannenin gerek fiziksel gerekse ruhsal sağlığı açısından SYBD’nin geliştirilmesi önemlidir.Toplumun verisini doğrudan yansıtmak üzere birinci basamak sağlık merkezlerine kayıtlı nüfuslarda yapılacakaraştırmalara gereksinim vardır.Amaç: Aile sağlığı merkezine kayıtlı gebelerin sağlıklı yaşam biçimi davranışlarının ve bu davranışları etkileyensosyodemografik özelliklerin belirlenmesidir.Yöntem: Araştırmamız analitik ve kesitsel bir araştırmadır. Örneklemimiz Tuzla Aydınlı Eğitim Aile Sağlığı Merkezineve İstanbul Sultanbeyli Jandarma Üsteğmen Rahim Çelik Aile Sağlığı Merkezine kayıtlı gebelerden (gönüllü ve dahil olmakriterlerini karşılayan) oluşmaktadır. Gebelere gönüllü olur formu, Sosyodemografik özellikleri gösteren Öz yönetimölçeği, Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği-II (SYBDÖ-II) uygulanacaktır. Veri analizi SPSS programı kullanılarakyapılıcaktır.Bulgular: Veriler toplanma aşamasında olup toplantı gününe kadar elde edilen veriler sunuma eklenicektir.Sonuç: Araştırma etik krulu onaylanmış bir çalışmadır. Veriler ışığında gebelerin sağlıklı yaşam biçimi davranışlarının vebu davranışları etkileyen sosyodemografik özelliklerin belirlenmesi hedeflenmektedirPublication Metadata only Ailelerin hiperfenilalaninemi tanılı çocukları besleme tutumlarının ebeveyn besleme tarzı anketi (PFSQ) İle değerlendirilmesi(2023-10-29) US, MAHMUT CANER; KILAVUZ, SEBİLE; ÖZTÜRK HİŞMİ, BURCU; GENÇ E., YILMAZ GÜMÜŞ E., EFE F., KOCAMAZ D., US M. C., DEMİR Ş., KILAVUZ S., ÖZTÜRK HİŞMİ B.Hiperfenilalaninemi (HFA), fenilalanin hidroksilaz (FAH) enziminin kısmi eksikliğinden kaynaklanan otozomal resesif bir tablodur[1]. Hiperfenilalaninemi herhangi bir protein kısıtlaması gerektirmese de beslenme içeriği değiştikçe olabilecek fenilalanin yükseklikleri açısından özellikle bebeklikte izle gerektirmektedir. [2,3,4]. Ebeveyen Besleme Tarzı Anketi (PFSQ)(EBTA); kontrollü besleme (CB), teşvik edici/cesaretlendirici besleme (ENB), araçsal/yardımcılı besleme (IB) ve duygusal besleme(EMB) olarak dört alanda 27 soruyla ebeveyn besleme davranışını değerlendiren bir ölçektir. Kontrolcü besleme (CB) ve ENB, meyve ve sebzelerin daha fazla tüketimi ile ilişkilendirilirken; IB ve EMB, sağlıksız gıdaların tüketimi ile ilişkilendirilmiştir (5). Literatürde, EMB alışkanlığı olan ebeveynlerin, kendileri veya çocukları stres altındayken daha fazla yiyecek verdiği bilinmektedir (6). Hiperfenilalaninemi tanısı almanın ve izlem gerekliliğinin ebeveynlerin besleme tarzına yansıyacak psikososyal bir yük getirebileceğini düşündüğümüz için HFA’lı çocukların ebeveynlerinin besleme davranışlarını PFSQ ile değerlendirdik. Çalışmaya, ulusal yenidoğan taramasında fenilalanin yüksekliği saptanarak FKU şüphesi ile metabolizma kliniklerine yönlendirilip, HFAtanısı alan ve ek gıdaya geçişi tamamlamış olmaları açısından da1-5 yaş arası hastalar dahil edildi. Tüm hastaların anketleri anneleri tarafından dolduruldu. HFA hastalarımızın PFSQ skorları, Türkiye ve dünyada PFSQ uygulanan diğer gruplarla karşılaştırıldı(7,8,9).Publication Metadata only Akciğer transplantlı kistik fibroz hastasında kardiyopulmoner egzersiz testi(2022-05-12) GÖKDEMİR, YASEMİN; ERDEM ERALP, ELA; KASIMAY ÇAKIR, ÖZGÜR; KAHRAMAN, MERVE MERİÇ; Kahraman M. M., Mermer K. S., Gökdemir Y., Erdem Eralp E., Kasımay Çakır Ö.Giriş: G2P1A0 anneden term doğan, ablası kistik fibrozdan(KF) 6 yaşında ex, 50 günlükkentanı alan hasta. Anne baba sağ sağlıklı. Mayıs 2019’da 14 yaşında Amerika’da bilateralakciğer transplantı olmuş. Ek hastalığı yok.Amaç: Hasta polikliniğimize kardiyopulmoner egzersiz testi için başvurdu.Yöntem: Hastaya koşu bandı ergometresinde modifiye Bruce protokolü ile kademeli artankardiyopulmoner egzersiz testi(KPET) uygulanmıştır. Otomatik bir tansiyon aleti ile kanbasıncı ölçülmüştür. Hastanın yüzüne yerleştirilen maske ve önündeki türbün aracılığıyla hersoluk havasında tüketilen oksijen, üretilen karbondioksit, ventile edilen hava miktarı, solunumsıklığı, solunum rezervi, ventilatuar eşik değeri, nabız oksijeni, kalp hızı, hız-basınç ürünügibi kardiyopulmoner sağlamlığı gösteren belirteçler değerlendirilmiştir. Hastanınantropometrik ölçümleri Tanita 418 cihazıyla alınmıştır.Bulgular: Hastanın ölçümlerinde boyu 165 cm(10.p), kilosu 69.5 kg(50-75.p), BMI:25.5(85-95 p) olarak kaydedilmiştir. Hastanın yağ yüzdesi %25.9, yağ kütlesi 18 kg, yağsız vücutkütlesi ise 51.5 kg olarak ölçülmüştür. Egzersiz testinde VO2pik 30 ml/kg/dk(%49) olarak hesaplanmıştır. Maksimum kalp hızı 148 vuru/dk’dır(%81). Dakikadaki ventilasyonu 89.3 lt,soluk sayısı 48/dk, RER değeri 1.22dir. VE/VO2 değeri 39.5. VE/VCO2 değeri ise 32.4 olaraktespit edilmiştir. Ventilatuar eşik sırasındaki tüketilen oksijen 17 ml/kg/dk (beklenenin%34’ü, ulaşılanın %57’si), kalp hızı 125 vuru/dk’dır(%68).Tartışma: KPET KF hastalarında diagnostik, prognostik ve fonksiyonel verileri göstermesiaçısından çok kıymetlidir. VO2maks, VE/VO2, VE/VCO2 değerleri özellikle 10 yıllık izlemdeölüm ya da transplanta gidişle ilişkilendirilmiştir. KF hastalarında yapılan çalışmada dahayüksek aerobik sağlamlığa sahip olanlar diğer risk faktörlerinin ayarlaması yapıldıktan sonradahi daha düşük aerobik sağlamlığa sahip olanlarla karşılaştırıldıklarında hayatta kalmaşansları 3 kata kadar fazla bulunmuş. 27 pediatrik KF hastasının katıldığı başka çalışmadaVO2pik 32 ml/kg/dk’dan düşük olan hastalar yüksek mortaliteyle ilişkilendirilirken, pik VO2değeri 45 ml/kg/dk olanlar artmış yaşam süresiyle ilişkilendirilmiştir. Pre ve post-transplantdöneminde KPET’in kullanımı için rehberler eksiktir. Özellikle post-transplant dönemindetestin zamanının optimizasyonu ve çıktılarının prognostik değerleri açısından daha çok veriyeihtiyaç vardır.Anahtar Sözcükler: Kardiyopulmoner Egzersiz Testi, Kistik Fibroz, VO2maksPublication Metadata only Akreditasyon ile ilgili yazılmış lisansüstü eğitim tezlerinin incelenmesi(2023-06-10) ÇAYAK, SEMİH; ÇAYAK S., KARSANTIK İ.Bu çalışmanın amacı akreditasyon konusunda yapılmış lisansüstü eğitim tezlerini içerik ve yöntem bakımından incelemek ve elde edilen bulgular doğrultusunda öneriler geliştirmektir. Doküman analizine dayalı nitel bir çalışma olan araştırmanın verilerini Türkiye’de akreditasyon konusu ile ilgili yazılmış 95 lisansüstü eğitim tezi oluşturmaktadır. Araştırmada tezler üzerinde şu sorular incelenmiştir: Tezlerin yıllara ve lisansüstü düzeylere göre dağılımı nasıldır, tezlere danışmanlık yapan öğretim üyelerinin unvanlarının dağılımları nasıldır, tezlerde hangi araştırma yöntemleri kullanılmıştır, tezlerde hangi araştırma modelleri/desenleri kullanılmıştır, tezlerde hangi örneklem/çalışma grubu ile çalışılmıştır, tezlerde hangi veri toplama araçları kullanılmıştır, tezlerin anabilim dallarına göre dağılımları nasıldır ve tezlerin üniversitelere göre dağılımı nasıldır? Yapılan incelemeler neticesinde ulaşılan bulgular şunlardır: Türkiye’de akreditasyon konusuyla ilgili tezler en fazla yüksek lisans düzeyinde ve 2019 yılında yapılmıştır, tezlere en çok profesör unvanına sahip akademisyenler danışmanlık yapmıştır, tezlerde en çok nicel araştırma yöntemi ve tarama modeli kullanılmıştır, veriler en çok sağlık personellerinden elde edilmiştir ve veri toplama aracı olarak en çok anket kullanılmıştır, konuyla ilgili en fazla tez eğitim bilimleri ana bilim dalında yapılmıştır ve üniversiteler içerisinde de akreditasyon konulu en çok tez Marmara Üniversitesi’nde ve Dokuz Eylül Üniversitesi’nde yapılmıştır. Elde edilen bu bulgular doğrultusunda da araştırmacılara ve uygulayıcılara yönelik birtakım öneriler geliştirilmiştir.Publication Metadata only “Akılcı ilaç kullanımı bilincini teşvik etmeye” yönelik etkinlik kapsamında toplanan evde bulundurulan atık ilaçların incelenmesi(2015-09-07) SUR ÜNAL, ÜLKÜ; AKICI, AHMET; KIROĞLU A., ERYAR K., SUR ÜNAL Ü., AKICI A.GİRİŞ VE AMAÇ: Kullanılmayan ilaçların evde bulundurulması, ilaç israfı, ekonomik yük, saklama güçlüğü, toksisite ve etkisizlik riskleri vb. pek çok soruna yol açabilir. Bu nitelikte evde bulundurulan ilaçların neler olduğunun bilinmesi, akılcı ilaç kullanımının (AİK) yaygınlaştırılmasında konuya ilişkin önlemlerin alınmasına ışık tutabilir. Araştırmada özel bir iletişim şirketi çalışanlarının evde bulundurdukları atık ilaçlarının ayrıntılarının incelenmesi amaçlandı. YÖNTEM: AİK bilincini geliştirmeyi teşvik etmeye yönelik Turkcell Global Bilgi özel iletişim şirketi tarafından yürütülen projenin üç bölümden oluşan ayrıntılı değerlendirmesinin üçüncü bölümünün verileri bu sunumda ele alındı. Kurum çalışanı katılımcıların evde bulundurdukları ve şirketlerinin AİK bilincini teşvik etmeye yönelik etkinliği kapsamında kendilerinden gönüllülük esaslı olarak toplanan atık ilaçların nelerden oluştuğu incelendi. İstanbul, İzmir, Diyarbakır, Erzurum, Ankara, Artvin (2015’te yerine Karaman eklendi), Van, Şanlıurfa, Edirne olmak üzere toplam 9 ildeki kurum çalışanlarının 12.05.2014-20.06.2015 tarihleri arasında proje yetkililerine söz konusu amaçla ulaştırdıkları ilaçlar Anatomik Terapötik Kimyasal (ATC) sınıflamasına göre gruplandırılarak incelendi. BULGULAR: Proje kapsamında toplam 9607 kutu ilaç toplandı. ATC sınıflamasına göre bu ilaçların ilk üçünü sindirim sistemi ve metabolizma (A grubu; %20,2), solunum sistemi (R grubu; %19,7) ve kas-iskelet sistemi (M grubu; %14,1) ilaçlarının oluşturduğu saptandı. Sistemik kullanılan antiinfektiflerin (J grubu; %11,6) ise dördüncü sırada yer aldığı saptandı. TARTIŞMA VE SONUÇ: Özel sektör mensubu kişilerin evlerinde atık nitelikte olan ve çoğu “kendi kendine tedavi edilmenin aracı olma niteliğini aşan” önemde çok sayıda ilacın varlığı dikkati çekmektedir. Söz konusu ilaçlar arasında akılcı olmayan kullanım sorunu üzerinde sıkça durulan solunum sistemi ilaçları ve antibiyotikler gibi ilaçların bulunması, bilhassa bu grup ilaçların reçetelenmesi ve akılcı kullanımı konusunda tarafların daha dikkatli yaklaşım sergilemesinin gerekliliğini yansıtmaktadır. Öte yandan evde sıklıkla bulundurulan ve atığa giden ilaçların reçetelenme koşulları, ambalajlanma şekilleri de dahil olmak üzere üretim, pazarlama ve kullanılma süreçlerinde israfı azaltıcı ilave tedbirlerin daha fazla tartışılması gerekir.Publication Metadata only “Akılcı ilaç kullanımı bilincini teşvik etmeye” yöneliketkinlik kapsamında anket yoluyla bir kurumun çalışanlarınınilaç atığıyla ilgili tutumlarının incelenmesi(2015-09-07) SUR ÜNAL, ÜLKÜ; AKICI, AHMET; KIROĞLU A., ERYAR K., SUR ÜNAL Ü., AKICI A.GİRİŞ VE AMAÇ: İlaç israfını ve dolayısıyla akılcı olmayan ilaç kullanımı sorunlarını azaltmanın yollarından birisi de ilacı kullananların bu konuda doğrudan farkındalıklarının arttırılmasıdır. Türkiye’de toplumun akılcı ilaç kullanımı (AİK) konusunda bilinçlendirilmesi daha çok kamu aracılığıyla yürütülen faaliyetlerle sağlanmaktadır. Sosyal sorumluluk projeleri üstlenen kurum ve kuruluşların konuya desteği bu sürecin başarısına ciddi ölçüde ivme katabilir. Araştırmada özel bir iletişim şirketi çalışanlarının evde ilaç bulundurma ve bu ilaçların atığını yönetme konusundaki tutumlarının incelenmesi amaçlandı. YÖNTEM: AİK bilincini geliştirmeyi teşvik etmeye yönelik Turkcell Global Bilgi özel iletişim şirketi tarafından yürütülen projenin üç bölümden oluşan ayrıntılı değerlendirmesinin katılımcı anketini içeren ikinci bölümünün verileri bu sunumda ele alındı. Kurum çalışanlarının ilaç kullanım alışkanlıklarını sorgulayan bir anket hazırlandı ve 14.11.2013-18.11.2013 tarihleri arasındatoplam 4 ildeki (İstanbul, İzmir, Diyarbakır, Erzurum) kurum çalışanlarına elektronik posta yoluyla iletildi. Gönüllülük esasına dayanarak ankete yanıt vermeleri istendi. Ankette özetle, kurum çalışanlarının evde ilaç bulundurma ve bu ilaçların atığını yönetme konusundaki tutumları sorgulandı. BULGULAR: Toplam 4415 kurum çalışanına anket gönderildi; bunlardan 1739’u (%39,4) ankete yanıt verdi. Ankete katılanların %49,0’ı evinde kullanmadığı ilaç bulunduğunu beyan etti. Katılımcıların son kullanma tarihi geçen ilaçlarının %79,4’ünü normal çöpe attığı, %11,4’ünü ise lavabo ve klozete attığı tespit edildi. Katılımcıların %83,6’sı ise bu şekilde evde bulundurdukları ilaçları imkan olursa, birilerinin değerlendirmesine verebilecekleri yönünde istekli olduklarını beyan etti. TARTIŞMA VE SONUÇ: Anketi yanıtlayanların yaklaşık yarısının evinde kullanılmayan ilaç bulunduğu, bu kişilerin büyük çoğunluğunun söz konusu ilaçların atık yönetiminde sorun yaşadığı ve bu ilaçları imkan olursa, elverişli biçimde değerlendirmesi için verebilecekleri yönünde istekli oldukları anlaşılmaktadır. Bu tespitler, toplumun evde gereksiz yere ilaç bulundurma konusunda ciddi ölçüde bilgilendirme ve yönlendirmelere ihtiyacı olduğunu ortaya koymaktadır.Publication Metadata only “Akılcı ilaç kullanımı bilincini teşvik etmeye” yönelikyürütülen bir etkinliğin sonuçlarının değerlendirilmesi(2015-09-07) SUR ÜNAL, ÜLKÜ; AKICI, AHMET; KIROĞLU A., ERYAR K., SUR ÜNAL Ü., AKICI A.GİRİŞ VE AMAÇ: Kullanılmayan ilaçların evde bulundurulması, ilaç israfı sorununun somut göstergelerinden birisidir. Bu sorun çeşitli bilinçlendirme faaliyetlerine ihtiyaç duymaktadır. Çalışmada özel bir iletişim şirketinde “çalışanların ilaç israfının önlenmesi ve akılcı ilaç kullanımı (AİK) bilincinin geliştirilmesi kapsamında” yürütülen etkinliklerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM: Proje, Turkcell Global Bilgi özel iletişim şirketi tarafından 2013’te kurum çalışanlarına yönelik hayata geçirildi. 20 Haziran 2015’e kadar sürdürülen proje, toplam 9 ilde gerçekleştirildi. AİK bilincini geliştirmeyi teşvik etmeye yönelik kurum çalışanlarına eğitim verildi, anket uygulandı, evdeki kullanılmayan ilaçlar toplandı, bunlardan işe yarar bulunanlar hayvan barınaklarının kullanımına sunuldu, kalan ilaçların imhası sağlandı, proje süreci katılımcılar ve kamuoyuyla paylaşıldı. Projenin çıktıları, tüm etkinliklerin genel değerlendirmeleri; katılımcıların anket yanıtları; evdeki kullanılmayan ilaçların dağılımları olmak üzere 3 ayrı başlıkta ele alındı. İlk bölümünün verilerine bu sunumda yer verildi. Özetle 2 yıldan beri sürdürülen projede yürütülen etkinliklerin genel değerlendirmeleri üzerinde duruldu. BULGULAR: Kurumun sağlık temsilcilerine 2013’te İstanbul’da AİK konusunda eğitim verildi. İstanbul, İzmir, Diyarbakır, Erzurum’daki kurum çalışanlarına anket uygulandı. Kullanılmayan ilaçların toplanması amacıyla hazırlanan AİK broşürleri/etiketleri/afişleri/posterleri bu 4 il ve ilave olarak Ankara, Artvin (2015’te yerine Karaman eklendi), Van, Şanlıurfa, Edirne’de dağıtıldı. Şirket içi internet sayfası, seminerler, İş Sağlığı ve Güvenliği Birimi eğitimleri kanalıyla da kurum çalışanları proje hakkında bilgilendirildi. Proje kapsamında kurumun sağlık biriminde toplam 9607 kutu ilaç toplandı. Bu ilaçlardan uygun koşullarda saklandığı varsayılan ve son kullanma tarihi (SKT) geçmemiş olan 2525 kutu ilaç hayvan barınaklarına iletildi. Bunlar arasında barınakların ihtiyacı olabilecekler yetkililere teslim edildi. Kalan ilaçlar, toplanan ve SKT’si geçmiş diğer ilaçlarla birlikte (toplam 320 kg.) uygun koşullarda imha ettirildi. TARTIŞMA VE SONUÇ: Projeyle, AİK bilinçlendirme faaliyetlerine ve sonuçlarının paylaşımına yoğun ilgi gösterilmiş olması, atık ilaçların yeniden kullanılabilmesine olanak sağlanması, kullanılamayanların da doğru şekilde imha edilmesi vb. olumlu çıktılar, projenin AİK bakımından başarı sağladığına işaret etmektedir. Halka yönelik AİK’i yaygınlaştırma girişimleri açısından başarılı sonuçlar elde eden bu projenin konuya ilişkin benzeri işlerde örnek olabileceği düşünülmektedirPublication Metadata only Akıllı telefon sektöründe markaların kitlesel prestij (masstıge) değeri algısı ve marka sadakatiyle etkileşimi üzerine bir saha çalışması(2022-10-31) GÜSAN KÖSE, GÖZDE; KELEMCİ, GÜLPINAR; GÜSAN KÖSE G., Bilgin A., KELEMCİ G.Araştırmalara göre dünya çapında lüks marka üreticisi firmaların gelirleri 2016 yılında 269 milyar ABD dolarından 2022'de 349,10 milyar ABD dolarına yükselmiştir (Statista 2022). Bu gelişmenin arkasındaki gerçek olarak orta sınıfın gelir düzeyindeki artış, istek ve beklentilerindeki gelişim nedeniyle “lüks” ün çağrıştırdığı kavram ve ürünlerde önemli bir küresel değişim olduğu söylenmektedir (Mundel, Huddleston ve Vodermeier, 2017). Buna ek olarak söz konusu bu büyüme “lüksün demokratikleşmesi” ya da “yeni lüks” olarak tanımlanabilen lüksün artık belirli bir seçkin kitlenin elinden çıkarak daha geniş bir tabana doğru yayılma eğilimine (Aksoy, 2015) bağlanmaktadır. Kapferer ve Bastien (2009) lüksün dönüşümünü; artan gelir gücüyle birlikte satın alma gücünün yükselmesi, küreselleşme ve iletişim olmak üzere dört itici güce bağlı olarak açıklamaktadır. Uluslararası yazında akademisyenlerce ilgi gören bu konuyla ilişkili çalışmalarda da, kitlesel prestij markalarının satışlarındaki birincil nedenin küreselleşme olduğu vurgulanmıştır (Soni, 2022). Tüm bu gelişmelerin etkisinde Silverstein ve Fiske (2003) tarafından “kitlesel prestij markaları (mass prestige-masstige)” olarak tanımlanan yeni bir lüks marka kategorisi ortaya çıkmıştır (Kumar, Paul ve Unnithan, 2020; Mansoor ve Paul, 2022). Bu markalar, 80’li ve 90’lı yıllarda ekonomik büyümenin harcanabilir gelire olumlu etkisi, düşük işsizlik oranları ve gelişmekte olan ülkelerde büyüyen zengin sınıfları sayesinde dikkat çeker hale gelmiştir. Geleneksel lüks markalar gibi kitlesel prestij markaları da benzersizlik özelliğini öne çıkararak orta sınıf tüketicilerin özsaygısına hitap ederek simgesel ve sanatsal değer sunmaktadır (Das vd., 2022). Kitlesel prestij markaları için en önemli örnekler arasında Apple, Starbucks, Ray-Ban, Victoria’s Secret, Calvin Klein, Mavi, Longchamp ve Shinola sayılmaktadır (Soni, 2022).Publication Metadata only An examination of the challenges and awareness presented by the transfer of born-digital records in the public sector: A case study of Türkiye(2023-11-01) CENGİZ, EMİNE; Cengiz Mater E., Şahin L. Ö.In the Turkish public sector, official policy, and practice on the transfer of digital records to the Turkish State Archives has yet to be implemented, and the consequences of this have yet to be fully identified or comprehended. As such there is a need for research and recommendations on this problem. The purpose of this study is to provide a situational analysis of the transfer process of born-digital records to the national archives in Türkiye, by identifying the challenges faced in the digital transfer process, with the aim of raising awareness among public bodies. The survey method was used to collect data about the digital transfer process in Türkiye. A total of 120 public bodies participated in the survey. The originality value of this study can be said to be significant as of the target population, 120 Turkish public sector bodies were surveyed to determine their challenges and level of awareness regarding the born-digital transfer process. In addition to the high number of Turkish public bodies surveyed, this is the first study of its kind in Türkiye on digital transfer and its processes. The findings of the research revealed that public bodies in Türkiye are not currently ready for digital transfer. The findings also highlighted that the legal and technical infrastructure required for digital transfer in the public sector was inadequate. The research findings also concluded that staff working in the public sector require training in the processes related to the transfer of digital records. In line with the research data recommendations have been made regarding the digital transfer process in Türkiye.Publication Metadata only An inquiry from user’s perspective into the furniture with open-source recipes in the context of do-ityourself theme(2020-11-02) KOÇ SAĞLAM, CEREN; KOÇ SAĞLAM C., BEZCİ İ., DÜNDAR TÜRKKAN V.The frontiers of today’s world which we know and perceive of and which is defined as the modern changed along with globalization and digitalization. In this regard, new concepts which come into play by virtue of the influence exerted by changing paradigms and fringe experiences on human being’s understanding of consumption and production and the existence of these new concepts on the agenda shape the theoretical and practical literature in relation to design. Along with fast growth of consumption and change in consumption culture and the accessibility of information and expansion of information base, the human being began to be interested either in the production by himself/herself of the objects which he/she desired to own or owned or in the improvement of such objects by adding something from himself/herself. This interest launched the advancement of the ‘Do-It-Yourself’ movement whose tracks we could see on the perspective of humanity’s historical process concerning the practice of doing. In the context of this movement, recipes including information on how human beings will do the objects which they are interested in doing are shared as open source on web pages developed under ‘do-it-yourself’ theme. As a response to this approach, human being as the consumer started to produce what he/she needed and to consume what he/she produced. The relationship of the user, who took a passive and/or an active part in traditional furniture design, with the furniture of today’s changing understanding of consumption was addressed through do-it-yourself theme. For this study which was performed on furniture produced with do-it-yourself theme, an experimental research was configured on the basis of user’s experience. In the study, an internet site which had a wide network was selected from among internet sites replete with uploads allowing consumption through production and designated as open source, equipped with do-it-yourself theme, current in terms of recognition, supported by well-known institutions and agencies and/or associated with well-known institutions and agencies and endowed with an experience of more than a decade at least. Three recipes posted on the internet site which was called as Instructables and categorized under do-it-yourself theme were selected and utilized by authors of this study who assumed the role of users. The only precondition for selected recipes which would be practically applied through this study was for them to be for furniture. Authors selected and utilized furniture which they needed solely in the context of their own life routines. In this process of practice, authors themselves experienced the do-it-yourself theme on a one-on-one basis directly through the furniture which they themselves produced. Besides this practice, evaluations on conventional furniture and user roles were presented in conjunction with the topic. Through theoretical framework and experimental research under this study, answers to the following questions were sought: Can a different definition of user be offered under do-it-yourself theme? How is the dialog between user, producer, designer, design and design recipe from user perspective? Can anybody produce furniture? What are its differences from conventional furniture production and consumption processes? Is there any difference between do-it-yourself furniture and mass-produced or special fabrication furniture made by furniture manufacturing sector? In conclusion, it was observed that do-it-yourself theme would be an area of experience in consumption culture for the user, user’s roles became vaguer, and there would be different dynamics of production processes and accessibility of information. In the consumption culture, the user is not just the one who purchases the final product and uses it, but he/she is in a position to experience the production process fully and the design process partially and to exert influence on these processes. The user is able to reshape and contribute to the recipe of furniture which is supposed to be emerging as the final product and consumed by himself/herself. Thus, the user adds new dynamics to the design process as he/she is involved in processes under the current system of do-it-yourself theme. In this conjunction, it was found that furniture produced in the context of this theme could not be characterized as the final product, rather, as the furniture in constant motion.